17 Mayıs 2020 00:20

Avrupa'nın Gündemi | Olağan dönemde olağanüstü sömürü planları

Fransa'da sermaye çevreleri sağlık krizinin sürdüğü olağanüstü hal döneminde alınan ve işçilerin koşullarını kötüleştiren "önlemlerin" olağan dönemde de uzun süre devam etmesini istiyor.

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Avrupa’nın birçok yerinde evden çıkma yasaklarının aşamalı olarak kaldırılası ya da yumuşatılmasıyla birlikte kriz sonrası dönem üzerinde tartışmalar hız kazandı. Fransa’da sermaye, krizin faturasını emekçilere ödetilmesine yönelik ideolojik saldırılarına başlattı. Sermaya çevreleri sağlık krizinin sürdüğü olağanüstü hal döneminde alınan, işçi ve emekçilerin çalışma koşullarını büyük oranda etkileyen önlemlerin olağan dönemde de uzun süre devam etmesini talep ediyor.

Almanya’da ise ordunun güçlendirilmesi planları yine gündemde. Federal Hükümet, dünya çapındaki askeri gücünü artırmak amacıyla silahlı-insansız hava araçlarıyla donanımı hedefliyor.

İngiltere’de sokağa çıkma yasağı koşulları yumuşatılırken, yine düşük gelirli işlerde çalışan emekçilerden sağlıklarını ve güvenliklerini tehlikeye atmaları bekleniyor. Enfeksiyon ve ölüm oranlarının hâlâ çok yüksek olduğu koşullarda atılan bu adım, ekonominin kamu sağlığından daha öne konduğu eleştirilerine yol açıyor.


ÖZÜNDE EMEK VARDIR

Jean-Marie HARRIBEY*
Politis

(Fransa'nın sermaye örgütü) Medef’in başkanı, birkaç ay önce “Birikmiş mesai ve ücretli izin meselesini gündeme getirmek gerekiyor” diye belirtiyordu. Koronavirüs ve evden çıkma yasağının rayından çıkardığı ekonomiyi tekrar canlandırma ve rayına oturtmak için bu gerekliymiş. Fakat öneri, (hayatı devam ettirebilmek için) gerekli işler etrafında sarf edilen emeğin herkes tarafından açıkça gördüğü bir zamanda yapılmıştı. Krizden sonra temel ekonomik hedefleri tekrar belirlerken, bu gerçek göz önünde bulundurulur kaygısıyla (Medef) kendince bir sorunu dile getirmişti: Aman ha… iş hissedarlara hizmet etmek için vardır, esas olan budur, geri kalan ise, “Ekonomik kalkınmanın merkezine çevreyi koyalım” metninin imzalanması gibi sadece teferruattır.

Toplumda tepkilerin etkisi geçtikten sonra bu sefer de (neoliberal düşünce kuruluşu) Institut Montaigne, “Kovid-19’a karşı tekrar ayağa kalkabilmek” adlı bir raporla (Medef’in savunduğu) aynı eğilimi tekrar gündeme getirdi. Madem (fiili) olarak haftalık 35 saat çalışma süresinin sona erdiği onaylandı, artık 2016 yasası ve 2017 kararnameleriyle getirilen “büyük esnekliği” daha da ileri götürmek lazım. Özellikle de o kadar önemli olan kamu sektöründe. Daha fazla çalışmak gerekiyor, fakat öneride daha da ileri gidiliyor: “Buradaki düşünce, çalışma saatini uzatmaya teşvik ederken şirketlerin buna tekabül eden ek mali karşılığı hemen ödememesidir”. Ve tek bir saniye kaybedilmemelidir: İşçilerin alacakları eğitimler çalışma sürelerinin dışında gerçekleşmelidir.

Kurumun yaptığı dokuz önerinin beşi doğrudan memurları ilgilendiriyor, bunların işleri o kadar gerekli ki ek işler altında ezmek lazım.

Hiç tereddütsüz akıllı büyük burjuvalar döneminin ihtiyaçlarını iyi anladılar. Toplum, üretiminin ve tüketimin daha fazla sosyalleştiği ve doğa kaygılarının daha fazla ilgi gördüğü bir dönüşüme doğru kayabilir. Karşı saldırı ise iki yönlü yürütülüyor: Emeğin anlam ve amacı konusunda yürütülen tartışmaları derhal durdurmak ve ekonominin kozmetik olarak yeşil biçimler alması için çabanın arttırılması. Aslında bu ikisi birbirine bağlıdır. Sermayenin düşünür kafaları için evden çıkma yasağı herhalde Marx’ın Kapital’ini tekrar okumak için değerlendirilmiş: “Gerçek ekonomi, tasarruf, çalışma süresini kısıtlamaktır (ve üretim masraflarını en asgari şekilde düşürmektir)”. Peki öyleyse Institut Montaigne neden çocuk çalıştırılmasını, hatta köleliğin tekrar yürürlüğe sokulması ve emekliliğin yok olmasını da savunmuyor ki? Zira, üretkenliğin düşmesiyle üretimin düşmesini birbirine karıştırırken, çok iyi biliyor ki çalışma süresinin belirli bir aşamayı geçmesi işçinin tüketim zamanının azalması anlamına gelir.

Evden çıkma yasağının kalkması, emek etrafında verilecek mücadelelerle değerlendirilecektir, zira toplumun geleceği ancak ve her zaman onun etrafında oynar. Emek hayattır (fakat tersi doğru değildir). Sermayenin kazanımlarını kutsallaştırmak yerine canlı emeğin değerini arttırmak, ancak iş hakkının özel mülkiyet hakkına göre öncelik kazanmasıyla aşılabilecek bir ikilemdir.

*Bordeaux Üniversitesi Ekonomi Onursal Doçent Doktoru

(Çeviren: Deniz Uztopal)


ZIRHLI VE YUMUŞAK HEDEFLER

German Foreign Policy

Federal hükümet, Bundeswehr (Alman ordusu) tarafından satın alınıp kullanılması düşünülen insansız savaş araçları hakkında resmi bir “tartışma” başlattı.

“Tartışma” resmi olarak 11 Mayıs’ta Savunma Bakanlığında düzenlenen bir panelle başlatıldı; Kovid 19 pandemisinin gölgesinde, birkaç toplantı daha yapılacak. Hükümet açık uçlu bir tartışmayı yönlendirirken, uzun süredir bu konuda bazı adımlar atıldı bile. Örneğin, Bundeswehr’in gelecek yıldan itibaren keşif amacıyla kullanacağı yeni Heron TP İHA için tedarik sözleşmesi, hassas silahlarla olası silahlanmayı ve bu tür silahların kullanımı için eğitim uçuşlarını açıkça garanti ediyor. Ayrıca, İHA pilotlarının eğitildiği ve gelecekteki drone kullanımı için altyapının mükemmel hale getirileceği Schleswig-Jagel hava üssünde dönüşümler planlanmış durumda. Bundeswehr, sadece savaş IHA’larının değil, aynı zamanda normal İHA sürülerinin kullanımına da hazırlanıyor.

Federal Hükümet, Bundeswehr’in satın alması ve kullanımından önce yürüteceğine söz verdiği silahlı İHA’larla ilgili “geniş sosyal tartışmayı” başlattı. Bu amaçla Federal Savunma Bakanlığı, silahlı İHA’ların “siyasi, etik ve yasal yönleri”nin ele alınacağı üç panelden birincisini yaptı. Bakanlığa göre panele ordu, siyaset, bilim, kiliseler ve Federal Meclis’teki tüm partilerin temsilcileri katıldı. Dıştan katılım, Twitter ve e-posta yoluyla mümkün oldu. “Sosyal tartışma”, 18 Mayıs’ta Savunma Bakanlığı müsteşarı Peter Tauber ve Bundeswehr Genel Müfettişi Eberhard Zorn ile canlı bir sohbet şeklinde sürdürülecek. Daha sonra Federal Meclis üyelerine konuyla ilgili videolar sunulacak. Ayrıca Regensburg Üniversitesi ve Münih’teki Bundeswehr Üniversitesi’nde de tartışmalar planlanıyor.

Sözde “geniş tartışma”, yalnızca Covid 19 salgınının her şeyi gölgede bıraktığı ve diğer konularda gerçek bir sosyal tartışmayı büyük ölçüde karmaşıklaştırdığı bir zamanda başlatılmasıyla darlaştırılmıyor. Berlin’in tartışmaya ne şekilde yaklaştığı Pazartesi günü savaş İHA’larının etik boyutunun tartışıldığı panelin kadrosuyla ortaya çıktı: Panel, çağrılı olan tüm örgütlerin militarizm uzmanları tarafından yönetilmekteydi. Silah kokusu taşımayan tek panelist, Alman Kızıl Haç’ta (DRK) hukuk uzmanı olarak çalışan Heike Spieker’di.

Salgının gölgesindeki kısa ve dar tartışmalar, savaş uçağı tedarik ve kullanımı için belirleyici rotanın uzun süredir gerçekleştirildiği gerçeğini gizleyemez durumda. Örneğin, şu anda Alman silahlı kuvvetleri tarafından Afganistan ve Mali’de kullanılan üç Heron 1 keşif uçağı, sırasıyla 2021 ve 2024’ten itibaren yeni Heron TP ile değiştirilecek; Bunların başlangıçta resmi olarak normal İHA olduğu söyleniyor, ancak herhangi bir zamanda silahlı İHA haline dönüştürülebilecekler. Kasım 2018’deki bir araştırma, Savunma Bakanlığı’nın Airbus ile imzaladığı Heron TP tedarik sözleşmesinin ayrıntılı operasyonel gereklilikler içerdiğini ortaya koydu. Heron TP’nin belirlenen kara hedefleriyle RPA (uzaktan kumandalı uçaklar) tarafından taşınan SP (Özel Yük, mühimmat anlamına geliyor) ile savaşabilecek güçte olması gerektiği söyleniyor. Ayrıca, silahlı İHA’lar günde en az bir kez arka arkaya en az iki hafif zırhlı araç veya yumuşak (insan) hedefle tam olarak savaşabilmek zorunda.

Silahlı İHA kullanımı uzun zamandır Bundeswehr ve Alman-Avrupa savunma endüstrisinin senaryolarında yer alıyor. Örneğin, Airbus ve Fransız Dassault şirketinin altıncı nesilden savaş uçağı Future Combat Air System (FCAS) silahlı ve silahsız İHA’larla donatılmış olacak.Gelecekteki savaşlarda, İHA sürüleri sadece düşman bölgelerinde keşif, düşman radarlarını tahrip etme ve iletişim ağları olarak hizmet etmekle yetinmeyecek, patlayıcı cihazlarla donatılmış olduğu için düşman kuvvetlerini avlayabilecek, yarı intihar uçakları olarak onlara saldıracak ve yok edecek. 2017 yılında yayınlanan orduya ilişkin bir tezde hedef belirlemekle kalmayıp hedefleri yok edecek sadece kısmen özerk değil tamamen özerk olan, bir birlikten söz edilmekteydi.

(Çeviren: Semra Çelik)


YÜKSEK DEVLET BORCU TEHDİDİ HİKAYELERİNİ CİDDİYE ALMAYIN

Simon WREN-LEWIS
The Guardian

2010-2019 arası Birleşik Krallık’ta uygulanan kemer sıkma politikası tamamen kötü zamanlamaydı. Derin bir resesyondan çıkan hükümet mümkün olduğunca geniş çaplı bir ekonomik düzelmeye odaklanmalıydı. Ancak düzelme tökezlediğinde, enflasyon ve faiz oranları kontrolsüz yükseldiğinde, hesapları dengelemeye konsantre olunmalıydı.

Maalesef 2009’da Hazine’dekilerin çoğunluğu ekonomiden çok mali açığa odaklanmıştı. Dönemin İşçi Partili Maliye Bakanı Alistair Darling’i, söylevini ekonomik düzelme ve mali açık üzerinden kurgulamasına ikna ettiler. Bu da kendisini takip eden Muhafazakar Partili Maliye Bakanı George Osborne’un -ana akım medyanın yardımıyla- sadece mali açığa yoğunlaşmasının yolunu açtı. Sonuç olarak 2010’da gerçekleşmesi gereken resesyondan çıkış 2013’e sarktı.

Arzın kesintilere karşı bağışıklığı olduğunu bile düşünsek, kesintilerin her haneye kaynak maliyetinin 10 bin sterlin civarında olduğunu düşünüyorum. Kesintilerin arza zarar vermiş olma olasılığı çok daha fazla, dolayısıyla maliyet hem çok daha yüksek hem de hala devam ediyor. Hazine üzerinden daha 10 yıl geçmişken aynı hatayı mutlaka yapmaz değil mi?

Çarşamba günü sızdırılan Hazine dokümanında iyi bir haber vardı. Bakan koronavirüsü krizi sonrası borcun GSMH’ye oranını düşürme çabasında olmayacak. Amaç bu oranı daha yüksek bir seviyede dengede tutmak. Pandemi sürecinde ekonomiye desteğin ödenmesinden bahsedenler yanlış. Devlet borcunun GSMH’ye oranı yüksek kalabilir ve düşmesi gerekirse bu büyümeyle sağlanabilir.

Fakat pandemi kontrol altına alındıkça tartışmanın odağı ekonomik düzelmeden mali açığa çekilirse bu iyi haberin hiçbir önemi kalmaz. Hazine ekonomik düzelme sürecinde hesapları dengelemeye çalışırsa ekonomik düzelme 2010’da olduğu gibi kilitlenir. Tekrar kemer sıkma politikalarına dönülür.

Sızdırılan Hazine dokümanında “Kredibilitenin geliştirilip yatırımcıların güvenini yükseltilmesi gerekliliği ve kamu borcu krizi olasılığı” gibi eski söylemlerin çoğunu görebiliyoruz. Bunlar 2010’da kemer sıkma politikalarını savunmak için kullanılan söylemler ve aynı oranda yanıltıcı olmaya devam ediyorlar. Kredibilite ve yatırımcı güveni için önemli olan ekonominin durumudur; o da ekonomik düzelmenin direncine bağlıdır.

Kamu borcu krizi olasılığı yoktur çünkü Merkez Bankası bunu engellemek için devlet borçlarını satın alacaktır. Kamu borcu krizinin ilk işareti devlet borcu faizinin yükselmesidir; özellikle resesyon sürecinde uzun dönemli yüksek faizler Merkez Bankası’nın hedeflediği ekonomik düzelmeyi köreltir ve dolayısıyla faizlerin düşük kalması için parasal genişlemeye gidilecektir. Ayrıca yatırımcılar, ekonomi toparlandığında mali açığı kontrol edeceğinden Birleşik Krallık’ın geçmişteki ekonomik performansı dolayısıyla emindirler. Şu anda bir taahhüt verme gereği yoktur.

Hazine şimdi tüketicilerin kriz sonrası temkinli olması ve ihtiyati birikim yönelimi koşullarında kullanabileceği bir finansal harekete geçirmeden bahsetmesi gerekiyor. Sadece sosyal tüketimin yoğun olduğu sektörlerde talep zayıf olursa nasıl bir harekete geçirme uygulanmalıdır? Faiz oranlarının tabana vurduğu koşullarda, çabuk bir düzelmenin maliye politikasına dayandığını 2009 resesyonu bizlere açıkça göstermiştir. Korkarım Hazine daha fazla müdahaleyi maliyet gerekçesiyle reddetmeyi seçebilir.

10 yıl önce olanlardan alacağımız dersler açık ve basit. Yüksek iç talep nedeniyle enflasyon ve faiz oranları büyük yükseliş gösterene kadar borçtan söz edilmemeli; ancak o zaman ekonominin düzeldiğinden emin olabiliriz. Pandemi sonrası nasıl bir düzelme olacağını bilmediğimizden dolayı hesapları dengeleme tartışması gereksizdir çünkü ne kadar harcama yapacağımızı bilmiyoruz. Hatta, böyle bir tartışmanın kendisi ekonomik düzelmeyi yavaşlatabilir çünkü vergi artışları beklentisi insanları daha az harcamaya iter.

Sızdırılan bir devlet dokümanına gereksiz bir reaksiyon mu gösteriyorum? Eğer haberler doğruysa, Hazine sokağa çıkma yasağını gereğinden erken yumuşatılması için Johnson’a baskıda bulunmuş bile. Erken sokağa çıkma yasağı halkın tekrar sosyal harcama yapmak için güvenini geciktirdiği gibi, Johnson’un Pazar günü yaptığı açıklama da uzun dönemde büyük maliyeti olacak kısa dönemli bir pintiliğin göstergesiydi. Bu da kemer sıkma politikasına çok benziyor. Tekrarlanmasına asla izin veremeyiz.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

ABD’de Kovid-19 nedeniyle evsiz sayısı yüzde 45 artabilir

SONRAKİ HABER

AfD, Neonazilerle bağlantılı eyalet başkanını üyelikten attı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa