17 Mayıs 2020 00:26

Hayat nerelere sığar?

Mimar Burcu Arıkan, yaşanabilir kentlerin nasıl olması gerektiğini Evrensel'e yazdı.

Fotoğraf: Rawpixel

Paylaş

Burcu ARIKAN*

Küresel salgınla birlikte “Hayat eve sığar” sloganıyla evlere kapandık. Oysa hayatın eve sığmayacağını, sloganı bulanlar dahil, hepimiz çok iyi biliyoruz. Peki hayat nerelere sığar? Bir şehir mekansal olarak nasıl bir hayat sunmalı insana? Sorunun cevabına İstanbul’da yaşayanlar üzerinden bakalım. Göreceğimiz, İstanbul’un, salgından önce de hayatlarını kısıtladığı. 

Yazımıza sokağa çıkma kısıtlamaları üzerinden, veri toplamaya başlayalım. 20 yaş altı ve 65 yaş üstü için sokağa çıkmak yasaklandı. Oysa iki yaş grubunun da, özellikle daha küçük çocukların ve daha ileri yaşta insanların hayatının çok önemli bir parçasıdır parka gitmek, yürüyüş yapmak. İleri yaşlarda vücudu dinç tutmak, sağlıklı olmak için elzem olan sokak; çocuklar için enerjilerini atmak, bir yandan da dünyayı tanımak için olmazsa olmazdır. Peki bu yasak daha esnek bir kısıtlama şeklinde organize edilebilir miydi? Günlerdir bunu düşünüyorum, çünkü olması gerekenin bu olduğunu biliyoruz. Çocuğumu parka götürememiş olmak benim kendi sıkıntımdan çok daha ağır geliyor. Ben 35 yaşındayım, 3-4 ay evde kalsam çok şey kaybetmem. Ama kronik hastalığı olan birisi için bunun bedeli çok ağır olabilir ya da bir çocuk anlamlandıramadığı bu değişimi, eve tıkılmış olmayı benim yetişkin olarak kaldırabildiğim şekilde kaldıramaz. Ama nasıl olacak bu iş?

"ŞEHİR YARDIM ALMADAN HAREKET HAKKI SUNMALI"

Eğer bu şehir senelerdir, hatta onlarca senedir birçok mimarın, plancının, çevre uzmanının uyarıları gözetilerek gelişmiş olsaydı, inşaat değil gündelik yaşam belirleyici olsaydı bu kadar kapana kısılmazdık. Bir yaşlının, engellinin yardımsız çıkıp hava alabileceği bir imkan gözetmeksizin büyüyen şehir hiç azımsanamayacak sayıda insanı eve kapatalı çok oldu. Birisi kolundan tutup da yürüyüşe çıkarmazsa bunu hayal bile edemeyecek insanlardan söz ediyoruz. Oysa hayat bu değil. Şehir birilerinin yardımına bakmadan hareket etme hakkını her insana sunmalı. Herhangi bir şekilde bir araç yardımıyla apartmanından çıkıp mahallesinde bir tur atıp evine dönebilmeli insan, yaşlı ya da engelli olması onu eve kapatmamalı. Binalar, sokaklar bu şekilde tasarlanmalı. Ama bunun için kentin gelişiminin yurttaşlarına sağlıklı, düzgün bir yaşam sunmayı gözetiyor olması lazım. Oysa bu ülkede bu epeydir bir kıstas değil.

YAŞLILAR SOKAKTAN KOPMAMAYA ÇALIŞIYOR

Çocuklu birisi çocuğuyla güven içinde bir parka gidebilmeli, bu çok temel bir insan hakkı. Ama biliyoruz ki etrafı ana caddelerle çevrili, egzoz gazına boğulmayan ya da çocuğunuza sürekli “dur”, “koşma”, “gitme” demeden rahatça oynamasına izin verebileceğiniz alanlar çok kısıtlı. Buralara da birkaç aktarma ile ulaşabilirsiniz evinizden. Bir çocuğun bireyselleşmesi sürecinde sürekli yönlendirilmeden etrafı keşfedebileceği açık alanlar çok hayati. İstanbul gibi bir kentte ise çocuklar sürekli bir çemberin içinde büyüyor. Kendi başına, bir büyüğün elini tutmadan hareket etmeyi neredeyse ergenliğe yakın öğrenmeye başlıyorlar. Yaşlılar ise hayata karışmak için otobüsle geziyor ya da olmayan kaldırımlarda bastonla, yürüme destekleriyle bir şekilde sokaktan kopmama mücadelesi veriyor. Hem çocuklar hem yaşlılar bu yüklü kent mekanında istenmeyen oluyor. Çünkü her şey zaten çok zor, tahammül zaten çok düşük ve her şey işe gidecek insanlar için olmalı. Diğerlerinin kente dair hakları kolayca askıya alınabiliyor, tartışmaya açılabiliyor.

ERGENLERİN DE BU ŞEHİRDE BİR YERİ YOK

Bütün bu anlattıklarımda fiziksel mesafe ile korunmamızı gerektiren bir virüs yok. Yani şu anda yasaklı olan grupların hayatı epeydir hiçbir yere sığmıyor. Örneğin ergenler… En görünmez gruplardan biri de onlar. Spor yapıp enerjilerini atabilecekleri, arkadaşlarıyla toplanıp dolaşabilecekleri bir kent yok. Köşe başlarında duran, gergin ergen grupları olarak zihnimize yerleşen bu çocukların da şehirde bir yeri yok.

YAŞLILARIN YÜRÜYEBİLDİĞİ BİR ŞEHİR MÜMKÜN

Okul ve kurslarla kapalı alanlarda tutuluyor gibiler. Bir üniversite öğrencisine göre çok daha kısıtlı harçlıklarla kafelerde saatlerce sosyalleşme imkanları da az. Sokakların, parkların sosyalleşme alanı olmaktan bu kadar çıktığı bir kentte sosyal hayatınıza ayırdığınız her dakika da bir şekilde masraf zaten. Geniş parklarda arkadaşlarınızla oturup bir şeyler içtiğiniz, her mahalleye yetecek spor alanlarında ergenlerin enerjisini attığı, birbirini gördüğü, yaşlıların kendi kendilerine, birilerine duacı olmadan çıkıp yürüyebildiği, engellilerin daha ilk kaldırımda hayatını dört duvar arasına kapatmayan bir kent mümkün. Böyle kentler var. İşte şu anda öyle kentlerde sokağa çıkma kısıtlamaları aslında bizi eve hapsettiği kadar hapsetmiyor belki de. İnsanlar daha az riskle bir yürüyüş yapabiliyor, çocuklar biraz koşturabiliyor, yaşlı, engelli insanlar desteğini alıp evinin civarında hava alabiliyor. Tam da salgının ortasında böyle hareketsiz, temiz havadan yoksun bir hayata mahkum kalmıyorlar.

BİZE MEKAN LAZIM

Bunları şu sorunun cevabı olarak düşünüyorum: Bu yasak böyle olmaz, başka türlü nasıl olurdu? Örneğin sabahları yürüyüşe çıksaydı risk grubu olduğu söylenen insanlar… Nerede? Nasıl bir şehirde? Şehir bu haldeyken dahi bu esnekliğin organize edilmesi gerektiğini düşünüyorum, bu tartışmasız bir gerçek. Edilebilir de. Belli saatler, belli alanlar, destek mekanizmaları ile bu mümkün olabilir. Ama kentleşmenin tarihi bize şunu söylüyor aslında, bu ülkede bir temiz hava alma hakkımız hiç bir zaman yönetim süreçlerinde bir veri olmadı. 19. yy ve erken cumhuriyet döneminin modernist çabalarında kalmış bir hayal, onlar bile zaten yarım yamalak gerçekleşebildi. Şimdi İstanbul’un zaten evlerine hapsettiği, sokak hakkını gözetmediği insanlar tıklım tıkış otobüslerde birkaç sitemle hayata karışma mücadelesinden de yoksun. Evet, şu anda o otobüslerde olmamaları lazım zaten ama bir ay boyunca 24 saat evde olmaları da ne akla, ne vicdana sığıyor.

Bize mekan lazım, hakkımız olduğunca, hepimize. Umarım salgın ile eve kapanma hissini hisseden bütün dinç ve sağlıklı bedenler aslında bu şehirde ne kadar çok insanın bu hayatı her gün yaşadığını düşünebiliyordur.

*Mimar

ÖNCEKİ HABER

Norveç’te yeni açılımlar yapılırken, bulaştırma katsayısında artış yaşandı

SONRAKİ HABER

İTÜ Rektörü kampanya ile taleplerini ileten öğrencileri Twitter’da engelledi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa