Bir belgesel bir film: Bağlı hayatlar
"Çember’in diğer kadınlarının yaşamında önüne çıkan pürüzler ve zorlanmalarla hatta bu yazıyı okuyan diğer genç kadınların can sıkıntılarıyla aynı. Çözüm ise bu kadınlardan uzakta değil."
Fotoğraf: Pixabay
Manolya GEZGİN
YTÜ
San Diego Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalara göre 2014’ten 2017’ye kadar vizyona giren 350 film arasından başrolünü kadınların yaptığı filmler, erkeklerin başrolünü yaptığı filmlere göre gişede daha başarılı oluyor. Buna rağmen başrolünü kadınların yaptığı filmlerin sayısı erkeklere göre oldukça geride.* Sadece film kurgularında değil iktidarın kadını sadece anneliğe ve ailesine hapseden çeşitli söylemlerinde ve uygulamalarında da, kendi gündelik yaşamlarımızda da ne yazık ki kadınlar olarak figüranlığın, “her başarılı erkeğin arkasındaki kadın” olmanın ötesine geçemiyoruz. Bu yazıda başrolünü kadınların yaptığı Amina belgeseli ve The Circle filmi aracılığıyla bu kendi hayatında figüran bırakılma durumunun kadınların yaşamı üzerindeki yansımalarından bahsedeceğiz.
İSTANBUL’DA AFRİKALI BİR GÖÇMEN OLMAK: AMİNA
Senegalli bir göçmen olan Amina’nın aldatıldığını öğrendikten sonra kızının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kızını Senegal’de bırakmak zorunda kalıp İstanbul’a gelmesiyle başlayan belgesel Türkiye’de siyahi, göçmen ve kadın olmanın getirdiği zorlukları görünür hale getiriyor. “Dışarı çıkınca herkes bana bakıyor hatta parmakla işaret ediyorlar, çoğu zaman gerçekten kötü hakaretlere maruz kalıyorum. Ablama sorduğumda bana, burada kısa saçlı kadınların pek hoş karşılanmadığını söyledi. Bu yüzden ben de peruk takmaya başladım” diye belirtiyor Amina. Amina’nın hissettiği, dışlanmışlığı da beraberinde getiren bakışları hepimiz hemen bir kafa çevirişiyle karşımızda buluyoruz. Dolabın önünde kıyafet seçerken, saçını mavi veya yeşile boyamak isterken, arkadaşlarınla eğlenmek istediğin bir gecenin sokak arasında…Şüphesiz yurdundan ve ailenden uzak olduğun ten renginin uymadığı güvensiz coğrafyalarda bakışlardan ve hakaretlerden daha yakıcı sorunları da göğüslemek zorundasın. İstanbul’a ilk geldiğinde fabrikalarda çalışmaya başladığını söyleyen Amina kadın ve göçmen olmanın beraberinde ucuza çalıştırılmayı, haftalık ücretini ancak fuhuşa zorlanarak alabilmeyi, on iki saat ile on beş saat arasında çalışmak zorunda kalmayı, reddettiğinde ise işten çıkarılmakla tehdit edilmeyi getirdiğini söylüyor. Hayatını tek başına devam ettirmek zorunda kalan, kendi parasını kazanıp ayakları üzerinde durmaya çalışan kadınlar sadece fabrikalarda değil hayatın her alanında mobbingle, güvensizlikle tacizle boğuşup onunla mücadele etmek zorunda kalıyor. Okulda, metroda, iş yerinde… Genç kadınlar akademisyenlerin ve öğrencilerin cinsiyetçi diline, sözlü ve fiziksel tacizlerine “Okulu bitirmemi engeller” düşüncesiyle sessiz kalıyor, kimi zaman okulu bırakıyor, antidepresan kullanıyor, hayallerine ara vermek zorunda kalıyor. Amina gerçek hayatın getirdiği ötekileştirmelere ve zorluklara rağmen aslında hepimiz gibi hayallerini gerçekleştirmek, kendisinin yaşayamadığı çocukluğu kızına yaşatmak istiyor.
DIŞINDA DEĞİLSİN ÇEMBERİN
Bir diğer film Jafar Panahi’nin 2000 yılında çektiği The Circle İran’da hala yasaklı olan ve yine aynı yerdegeçen bir sıkışmışlık hikâyesini anlatıyor. Film doğum yapan bir kadının çığlıklarıyla açılıyor. Kadının Solmaz Gholami adlı yakınının “Kız mı emin misiniz?” sorularından doğan bebeğin cinsiyetinin aileyi hoşnutsuz etmediğini anlıyoruz. Film kadınların doğumundan itibaren sorunlarla karşılaştığını, kız bebek doğurmanın bir trajedi gibi algılanmasının erkek egemen toplumlarda kadının nasıl tutsak ettiğini gösteriyor. Hastanede başlayan film hapishaneden çıkan kadınların birbirinin hayatına zincirin halkaları gibi eklenmesiyle bir çember çizmeye başlıyor. Doğum yapan kadından, kürtaj yapmak isteyen kadına ardından kızını sokakta terk etmek zorunda kalan bir başka kadına bağlanan filmde dahil olan tüm kadınların hikayeleri farklı olsa da aslında ortak sorunlarının varolduğunu Panahi’nin gösterdiği detaylardan anlıyoruz. Hayatları parça parça izleyiciyle buluşan kadınların sokakta sürekli sözlü tacize maruz kalması, dışarıda erkeksiz bulunmanın her kadın için zorlaştırılması, İran’da kadın olmanın beraberinde getirdiği zorluklar yaratılan çember içerisinde gittikçe daha çok sıkışmış hissettiriyor. Film tüm yaşananlardan, gösterilen olaylardan sonra hapishanede Solmaz Gholami’nin çağrılmasıyla sona eriyor. Bu çember içinde ne olursa olsun hiçbir kadının sonunun diğerinden iyi bitemeyeceğini anlatan film aslında tam olarak burayı sorguya açıyor diyebiliriz. Film kadınlığı bir çembere hapsederken kasvetli yapısıyla çemberden çıkışı, zincirlerinden kurtuluşu bize göstermese de filmden ufak ya da büyük her sorunda bir kadının bir diğer kadında deva bulması birbirine bağlayan sorun zincirlerinin ortak olduğunu, aslında bu zincirlerin koparılıp çemberin yok edilmesi gerektiğini çıkarabiliriz. Hayatları belki birbirinden çok farklı zaman ve mekânlarda geçse de şüphesiz şöyle dersek abartmış olmayız: Amina’nın hayallerine kavuşmasını engelleyen sorunlar, Çember’in diğer kadınlarının yaşamında önüne çıkan pürüzler ve zorlanmalarla hatta bu yazıyı okuyan diğer genç kadınların can sıkıntılarıyla aynı. Çözüm ise bu kadınlardan uzakta değil.
*https://ekmekvegul.net/sectiklerimiz/gunun-arastirmasi-basrolu-kadin-olan-filmler-daha-basarili