25 Mayıs 2020 00:32

DİSK/Tekstil Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen: Hayatımız için örgütlenmek zorundayız

Evrensel’e konuşan DİSK/Tekstil Antep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen, işçilerin mücadele etmekten başka çaresinin olmadığını söyledi.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İnanç YILDIZ
Diyarbakır

Antep, Türkiye’nin en önemli sanayi kentlerinden biri. Yüz binlerce işçinin çalıştığı sanayi bölgeleri olan Antep, salgın döneminde vaka artış hızı ve fabrikalarda yaşananlarla da gündeme geldi. Salgın döneminde işçi sağlığı ve hakları için verdiği mücadeleyle dikkat çeken ve bu nedenle geçtiğimiz nisan ayı başında gözaltına da alınan DİSK/Tekstil Antep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen’le fabrikaların durumunu, bunun Antep’e yansımasını ve işçilerin taleplerini konuştuk. İşçilerin ekmekleri kadar hayatları için de birlik olup mücadele etmekten başka çaresinin olmadığının salgın döneminde daha net ortaya çıktığını dile getiren Türkmen, bu süreçte Antep’te işçilerin sağlığını tehlikeye atmadan salgının başından beri kapalı olan ve hak gasbının yaşanmadığı tek fabrikanın örgütlü oldukları Gaziantep Güven Boya İplik Fabrikası olduğunu söyledi. Patronların ve hükümetin “yeni normal” adı altında işçiler üzerindeki baskıyı artırdığını ifade eden Türkmen, sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin önemine de dikkat çekti.

Salgın döneminde alınan önlemler kapsamında herkese evde kalma çağrısı yapıldı. Antep’te işçilerin ne kadarı evde kalabildi?
İşçilerin yoğun olduğu diğer sanayi bölgelerinde olduğu gibi Antep’te de işçiler salgına karşı alınan önlemlerden muaf tutuldu. Salgının başından beri, başta sendikamız ve konfederasyonumuz DİSK olmak üzere, sendikaların, emek örgütlerinin ve milyonlarca işçinin, emekçinin üretimin zorunlu olan yerler dışında durması, çalışanların ücretli izinli sayılması talebi ne yazık ki karşılık bulmadı.

Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi özeline bakarsak 1500’e yakın fabrika var ve 150 bine yakın işçi çalışıyor. Salgının başlarında 2 hafta ile 1 ay arasında değişen sürelerde kapanan fabrikalar oldu, bunlar da toplam fabrikaların en fazla dörtte biri oranındadır. İzne çıkan fabrikalarda, izinlerin ilk haftaları işçilerin senelik izinlerinden kesildi. Sonrasında önemli bir bölümü kısa çalışma ödeneğinden yararlanırken, bundan yararlanamayan işçiler de ücretsiz izne gönderildi. Çok sayıda fabrika 3 ay için kısa çalışma ödeneğine başvurup bir ay bile dolmadan işçileri çalıştırmaya başladı. Yani hem kısa çalışma ödeneğinden yararlanıp hem de üretime devam eden fabrikalar oldu. Kimi fabrikalar akıl almaz oyunlara başvurarak, kısa çalışma ödeneğinden yararlandığı dönem içinde çalıştırdı, kısa çalışma süresini işçilerin senelik izninden kesti. İŞKUR’dan alınan ücreti de çalıştıkları günlerin ücretine saydı.

Şunu net söyleyebiliriz, böyle yollara başvurmadan, bir süreliğine de olsa işçilerin mevcut haklarını gasbetmeden ücretli izne gönderen işyeri sayısı bir elin parmağını geçmez. Salgının başından beri üretime ara veren ve hâlâ kapalı olan, bu süreçte işçilerin senelik iznine dokunmadan, ilk 2 hafta ücretli izin verip sonraki dönem için de tüm işçilerin kısa çalışma ödeneğinden yararlandığı tek bir fabrika oldu Antep’te. O fabrika da sendikamızın örgütlü olduğu Gaziantep Güven Boya İplik Fabrikası.

Sokağa çıkma yasaklarında fabrikaların neredeyse tamamının özel izinlerle çalıştığını gördük.
Sokağa çıkma yasağı ilk ilan edildiğinde İçişleri Bakanlığı genelgesine göre sadece en temel gıda ve sağlık ürünleri üretiminin yapıldığı yerler açık olabilecekti. Ancak daha ilk haftadan Gaziantep Valiliğinin izniyle hiç ilgisi olmayan çok sayıda fabrikaya çalışma izni verildi. Sonrasında İçişleri Bakanlığı genelgesi de fiili duruma ayak uydurarak “ihracat yapan, yetiştirmesi gereken siparişi olanları” da dahil etti ve kapsamı iyice genişlettiler. Halı, iplik, kumaş, branda, mobilya, ayakkabı, çikolata, çuval gibi temel ve acil ihtiyaçlarla hiçbir ilgisi olmayan yüzlerce fabrika sokağa çıkma yasağında özel izinle çalışmaya devam etti. İşçiler de haklı olarak, “Eğer bu sokağa çıkma yasağı insanların sağlığını korumak içinse, biz insan değil miyiz?​” diye soruyor.

Patronlar önlem aldıklarını söylüyor, gözlemlerinizi anlatır mısınız?
Pozitif vaka çıktığı halde işçilerin hayatını tehlikeye atarak üretime devam eden fabrikaların önlemleri ne kadar yeterli olabilir ki? Hâlâ maske verilmeyen, ya da işçileri tozun içinde bütün günü tek bir maske ile geçirmeye zorlayan fabrikalar var. Ortak kullanım alanlarını salgının başından bir iki kez dezenfekte edip sonra hiç dezenfekte çalışması yapmayan fabrikalar var. Biz bu fabrikaların pek çoğuyla ilgili işçilerin şikayetlerini gündeme getirmemize rağmen neredeyse hiçbirine denetim yapılmadı. Yaşananlar iktidarın tutumuna da yaslanan yerellerdeki yetkililerin, devletin yasalarını da hiçe sayarak, işçilerin sağlığını ve haklarını patronların insafına nasıl terk ettiğinin en çarpıcı örnekleri oldu.

Peki anlattığınız bu tablonun fabrikalara ve Antep’e yansıması ne oldu?
Gaziantep Organize Sanayi Bölgesinde 50’den fazla fabrikada Kovid-19 vakası tespit edildiği belirtiliyor. Sadece doğrudan işçilerin bize ulaşarak ilettiği ve sendika olarak bizim tespit ettiğimiz 26 fabrika var, pozitif virüs vakası çıkan. Bu fabrikaların yalnızca birkaçı dışında -ki bunlar da sendika olarak bizim duyurmamız, basında ve sosyal medyada yayılması ve tepkiler sonucunda kapandı- bütün bu fabrikalar işçilerin sağlığını göz göre göre tehlikeye atarak üretime devam ettiler. 8, 10, 15 gibi çok sayıda pozitif vakanın çıktığı fabrikalarda bile üretime ara verilmedi. Bu fabrikalarda işçiler aynı yemekhaneleri, soyunma odalarını ve servisleri kullandıkları halde sadece vaka çıkan bölümü ya da vaka tespit edilen işçi ile aynı servisi kullanan sınırlı sayıda işçi karantinaya alındı. İnatla üretime devam eden bu fabrikalarda vaka sayısı da arttı. Kapanan az sayıdaki fabrika da vakaların bütün bölümlere yayılması ve üretimin sürdürülemez hale gelmesi nedeniyle bu kararı aldı, işçi sağlığını düşünerek değil.

Sonuç olarak Antep’te vaka sayısı birkaç hafta öncesine kadar, nüfusuna ve sanayi yoğunluğuna rağmen ülke geneline göre düşük seyrediyordu. Son birkaç haftadır hem vaka sayısı, hem de yoğun bakımda olan hasta sayısında artışın en hızlı yaşandığı illerden biri haline geldi. Artışta asıl olarak organize sanayi bölgesinde fabrikaların, sokağa çıkma yasağının olduğu günler de dahil, pozitif vaka çıkan fabrikalar da dahil, hiç ara vermeden çalışmaya devam etmesinin ve ilimizdeki yetkililerin bunlara göz yummasının payı çok büyük. Sağlık Bakanlığının yayımladığı risk haritasına bakıldığında da Antep’te vaka sayısının en fazla olduğu virüsün en çok yayıldığı mahallelerin işçilerin en yoğun yaşadığı mahalleler olduğu görülüyor.

Bahsettiğiniz mahallelerden biri de Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında bulunan Sam Mahallesi. Burada karantina ilan edildi ama ardından bir sokakla sınırlandırıldı.
İki hafta önce hıfzıssıhha kurulu kararıyla 6 bin kişinin yaşadığı Sam Mahallesi karantina altına alındı ve 14 gün süreyle giriş çıkışlara kapatıldığı açıklandı. Mahallede oturanların büyük kısmı fabrikalarda çalışıyor. Karantina kararının alındığı aynı gün birkaç patronun devreye girmesiyle mahalledeki karantina kaldırıldı sadece bir sokakla sınırlandırıldı. Binlerce insanın sağlığı, iki patronun isteğiyle tehlikeye atıldı.

Tüm bunlar olurken Gaziantep Valisi Davut Gül, kentteki vakalar ve alınan önlemlerle ilgili çeşitli açıklamalar yaptı. Cenazeler, akraba ziyaretleri, fırınlara tepsi yemek verilmesi vb. gibi konularda uyarılarda bulundu. Bu açıklamaları nasıl değerlendirirsiniz?
Gaziantep Valisi önlemlere uyulmadığı için yazılan cezaların yarısının Antep’te olduğu bilgisini verdi. Biz bu cezaların ne kadarının işçilerin sağlığını göz göre göre tehlikeye atan patronlara yazıldığını sorduk, ama bu konuda bir açıklama duyamadık. Başta Gaziantep Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Gaziantep’teki yetkililer vakaların hızlı yayılması nedeniyle halka sitem ediyor. Oysa çok açıktır ki, Antep’te vaka sayısının bu kadar hızla artmasının ve yayılmasının asıl sorumlusu, kâr hırsı uğruna on binlerce işçinin, aileleriyle birlikte bütün bir Antep halkının sağlığını tehlikeye atan patronlar ve onlara göz yumanlardır.

İŞÇİNİN ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN FABRİKA İLE İLGİLİ HİÇBİR İŞLEM YAPILMADI

Bu vakaları duyurduğunuz için gözaltına da alındınız…
Vakaları duyurduğum için gözaltına alındığım fabrikalar arasında yer alan fabrikalardan biri de Akınalbella adlı terlik ve ayakkabı fabrikasıydı. Gazetenizde de yer aldı bu fabrikada yaklaşık bir ay önce Uğur Kartal adında 27 yaşındaki genç bir işçi Kovid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Uğur Kartal’ın ölümünden bir ay önce başka birkaç fabrika ile birlikte bu fabrikada virüse yakalanan işçiler olduğu ve buna rağmen üretimin devam ettiğini kamuoyuna duyurduğum için patronların ihbarıyla gece yarısı beni gözaltına alanlar, bir işçinin ölümünden sorumlu olan bu patronla ilgili hiçbir işlem yapmadılar.

YENİ NORMAL: DAHA FAZLA BASKI VE SÖMÜRÜ

Hükümet “Normalleşme” süreci başlattı. Sizce Antep bu süreci nasıl yaşayacak? Sizin talebiniz nedir?
Salgın tehlikesi devam ederken “Normalleşme” diye ilan edilen uygulamalar gösteriyor ki, halkın sağlığını ve ihtiyaçlarını değil sermayenin ihtiyaçlarını gözeten açık bir tercihle hareket ediliyor. Salgının başında da ifade ettiğimiz talepler hâlâ geçerliliğini koruyor. Zorunlu yerler dışında üretime ara verilmesi, bütün çalışanların ücretli izinli sayılması, işsizlik fonundan bu süreçte işsiz kalan bütün işçilere en az asgari ücret düzeyinde ödenek verilmesi, bütün çalışanlara yaygın ve ücretsiz test yapılması, işten atmaların ve ücretsiz izne göndermenin gerçek anlamda yasaklanması, başta işsizlik fonu olmak üzere ülke kaynaklarının bir avuç sermaye sınıfına aktarılmasına son verilip, işçiler, emekçiler ve halk için kullanılması.

Ancak bu iktidarın, zorlayacak düzeyde güçlü bir mücadele olmadan bu talepleri hayata geçirmeyeceğini biliyoruz. Hatta MÜSİAD’ın izole üretim üssü adını verdiği işçiler için özel çalışma kampları, metal işverenlerinin işçilerin her hareketini izlemek için boyunlarına boyunduruk gibi takmayı hedefledikleri MESS-Safe adlı elektronik pranga, iktidardan da güç alan sermaye sınıfının salgın döneminde işçi sınıfı üzerindeki baskıyı, denetimi artırmayı, sömürü koşullarını ağırlaştırarak tüm kazanımlarını gasbetmeyi hedeflediğini gösteriyor. Önümüzdeki süreçte işçi sınıfını ve emekçileri bekleyen “yeni normal” bu.

SENDİKAL BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELEYE VE BİRLİK OLMAYA İHTİYAÇ VAR

Sendikaların ve konfederasyonların içinde bulunduğu durum da çok tartışıldı bu dönemde…
Salgın günleri, işçi sınıfı ile sermaye arasındaki sınıfsal çatışmayı ve uzlaşmaz çelişkiyi daha fazla açığa çıkarırken, buna bağlı olarak uzlaşmacı ve bürokratik sendikal anlayışla; mücadeleci sendikacılık, sınıf sendikacılığı arasındaki ayrımı da daha görünür kıldı. Bu koşullarda bile patron örgütleri ile ortak açıklama yapan, işçilerin sağlığı böylesine tehlikeye atılırken ve işçiler böyle kapsamlı bir saldırı altındayken bile sessiz kalan bu sendikal anlayışa karşı mücadeleci, sınıf sendikacılığını esas alan bir anlayışı hakim kılmak zorundayız. Ama bu konuda şunu da hatırlatmak gerekiyor; sendikal bürokrasi bu anlayıştan biz talep ediyoruz diye ve böyle çağrılar ile vazgeçmeyecek. İşçilerin ve emekçilerin sağlığını, kazanımlarını ve hayatını patronların insafına bırakmayacak bir mücadele, aynı zamanda sermaye ve iktidar yanlısı, bürokrat sendikal anlayışa karşı mücadeleyi de zorunlu kılıyor. Bu da ancak işçilerin ve elbette mücadeleci sendikacılarla birlikte fabrikalardan, işyerlerinden başlayarak, sendikalarda ve sendikal işleyişin her aşamasında işçi sınıfının iradesinin ve inisiyatifinin hakim olduğu bir mücadeleyi örgütlemekle olur.

Salgın sürecinde işçiler ne öğrendi?
Bütün bu yaşananlar her yerde olduğu gibi Antepli işçiler için de çok öğretici oldu tabii. Hayatlarının patronlar ve bu ülkeyi yönetenler için ne kadar ucuz olduğunu yaşayarak görmüş oldular. İşçilerin insanca yaşamaya yetecek bir ücret ve insanca çalışma koşulları ve iş güvencesi için örgütlenmesi, sendikalı olması gerektiğini hep söylüyoruz. Ancak artık yaşadığımız günler bize, sadece bunlar için değil, sağlığımızı korumak, yaşamımıza sahip çıkmak için bile örgütlenmekten başka yol olmadığını gösteriyor. Bu konuda elbette en büyük sorumluluk sendikalara düşüyor. Ama burada yine karşımızda sendikalarda hakim olan bürokratik anlayış çıkıyor. İşçileri bu kadar bedel ödediği bir dönemde 1 Mayıs ve benzeri günlerde yapılan bir-iki sembolik açıklama dışında sendikalardan da, Antep’in demokratik kamuoyundan da çok fazla ses çıkmadı.

DİSK/Tekstil olarak biz başından beri, sadece kendi iş kolumuzda değil, her iş kolundaki fabrikalarda yaşanan sorunları, işçilerin sağlığını tehlikeye atan, salgın sürecini fırsat bilerek işçilerin haklarını gasbeden her uygulamayı gündeme getirme ve işçilerin sesini duyurma çabası içinde olduk. Bizim çabamız sonucunda önlem almak zorunda kalan, virüs çıktıktan sonra fabrikayı kapatmak durumunda kalan, haksız yere yapılan ücret kesintileri ve benzeri hak gasplarını düzeltmek zorunda kalan pek çok fabrika oldu. Ama örgütlülüğü henüz çok sınırlı olan bir sendika olarak sadece bizim çabamızın ve mücadelemizin yeterli olması mümkün değil. Emekten yana bütün güçlerin ortak mücadelesine ihtiyaç var. Bunun için bayramdan sonra özel bir çaba içerisinde olacağız.

ÖNCEKİ HABER

Patronların istediği önlem mi sömürü mü? 

SONRAKİ HABER

Rusya’da koronavirüs salgını: Hem vakalar hem baskı artıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa