25 Mayıs 2020 09:52

Siyaset söyleminde Çerkesler ve madalyonun iki yüzü

Başta Çerkes politikacılar olmak üzere, insan haklarına inanan her siyasetçinin Çerkes halkının sorunları noktasında üzerine düşenleri yapması, hem insani hem de siyasi sorumluluklarının parçasıdır.

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Hatice YILDIZ

New York Times’a yazdığı yazılardan birinde; “Ey Dünya, ey insanlık! Hürriyetin anlamını Kafkas dağlılarından öğrenin. Hür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görün. Uluslar onlardan ders alsın!”(1) diyen Karl Marx, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı hakkında 7 Temmuz 1864’te şöyle bir yorum yapıyor: “Rusya’nın Kuzey Kafkasyalılara uyguladığı aşırı önlemleri Avrupa’nın aptalca bir umursamazlıkla karşılaması kendileri için daha kolay oluyor. Polonya’nın özgürlükçü ayaklanmasının sindirilmesi ve Kafkasya’nın işgali olaylarını, 1815 yılından bu yana Avrupa’nın en ciddi olayı olarak değerlendiriyorum.”(2) Marx’ın o dönem Avrupa’nın en ciddi iki olayından biri olarak gördüğü Kafkasya’nın işgali ve Rusya’nın uyguladığı politikalar sonucu milyonlarca Çerkesin dünyanın dört bir yanına dağılmasının üzerinden 156 yıl geçti.

Geride bıraktığımız 21 Mayıs, bütün siyasetçilerin “tek yürek” halinde, Çerkes halkının acılarını paylaştıklarını ve mağduriyetlerini gördüklerini ifade ettikleri bir gün olarak tarihe geçti. Sosyal medyada, farklı partilerin milletvekillerinden belediye başkanlarına, bakanlardan eski siyasetçilere, hatta cumhurbaşkanına kadar pek çok politikacının mesajı yayılandı. Çerkesler açısından seslerini duyurma gayeleri dikkate alındığında sevindirici olabilir fakat tatmin edici mi ya da yeteri kadar samimi mi? Çerkes halkının, 21 Mayıs özelinde yoğunluklu dile getirdiği taleplerinin muhatabı elbette ki başta siyasilerdir. “Sesimizi duyun” çığlıklarının karşılığı, “evet sizi duyduk” yanıtıyla birlikte bir sırt sıvazlama hareketi değildir, olmamalıdır. Ortada bir halkın yüzyılı aşkın süredir yaşadığı ve artık ivedilikle çözüm üretilmesi noktasında somut adımlar beklediği kaygı verici sorunlar mevcuttur. Kimlerin ne kadar samimi olduğu ise işte tam olarak burada açığa çıkıyor.

"AYIP" BAŞKASININ OLUNCA…

Siyasilerin çoğu “Çerkeslere bu zulmü reva görenleri şiddetle kınıyoruz ve Çerkes halkının yanında olduğumuzu ifade ediyoruz” minvalinde açıklamalar yaptı. Her ne kadar Çerkeslerin yaşadığı acılar ve kıyım sürgün sonrasında devam etmiş olsa da, burada mevzu bahis soykırımın ve sürgünün sorumlusu Rusya olduğu için, “başkasının ayıbı”nı sosyal medyada kınama mesajı yayınlamak çok da zor olmasa gerek. Osmanlı’dan bu yana bir çığ gibi büyüyen kimlik sorununda, bu topraklardaki siyasi aktörlerin hiç payı olmamış gibi. Öte yandan, hepiniz madem Çerkes halkının yaşadığı travmalar konusunda hemfikirsiniz, o halde bunun için TBMM’de de somut adımlar atılması; soykırımın tanınması, Çerkeslerin anavatanlarına gidip gelmeleri ve çifte vatandaşlık talepleri hususunda Rusya ile temaslar kurulması gerekmez mi? İşte o noktada işin rengi değişiyor. Türkiye’deki siyasilerin Çerkesler konusunda ne kadar samimi olduklarını ya da olmadıklarını anlamak için biraz geriye gitmek aydınlatıcı olacaktır.

Son zamanları dikkate aldığımızda, bilhassa 21. yüzyıl ile başlayan süreç, Çerkeslerin hak taleplerini farklı mecralarda daha yüksek sesle dile getirdikleri bir dönem oldu. Rusya’nın 2014’te, yani sürgünün 150. yılında Kış Olimpiyat Oyunları’nı Soçi’de gerçekleştireceğini ilan etmesi Çerkes kamuoyunu harekete geçirdi. Soçi’yi olimpiyatlar için tanıtan Rusya’nın, şehri “geleceğe açılan kapı” olarak sunması, şehrin geçmişinin üstüne toprak atması anlamına da geliyordu. 150 yıl önce yaşanan soykırıma tanıklık eden şehrin nüfusunun, katliamların ardından 98 olarak kayıtlara geçmesi, Çarlık Rusyası’nın gerçekleştirdiği vahşetinin boyutunu gözler önüne seriyordu. Çerkesler için böylesi anlamı olan bir yerde barış ve dostluk temalı oyunların oynanabilmesinin ön koşulu ise dilenmesi gereken bir özürdü. Dünyanın gözü önünde Rusya özür dilemezse ise; “No Sochi!” demeye devam edeceklerdi. Gerek anavatanlarında gerekse yaşadıkları ülke diasporalarında Çerkesler bir araya geldi ve “No Sochi!” kampanyaları yürüttü. Sporcular “Çerkes Soykırımı’nın yapıldığı yerde olimpiyatlara katılmayı reddediyorum” diyerek olimpiyatlara katılmamaya davet edildi. Türkiye diasporası da Türkiye’ye olimpiyatlara katılmayı reddetme çağrısı yaptı.

O süreçte, Türkiye'yi de bu olimpiyatları boykot etmeye ve Dışişleri Bakanlığını aktif şekilde bir açıklamaya davet eden tek somut girişim HDP sıralarından geldi. HDP Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın 22 Mart 2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği Meclis araştırma önergesinde “Olimpiyat Komitesi kararının, 2014 Kış Olimpiyatları'nın Soçi'de yapılmasına yönelik girişimin önlenmesi” maddesi de yer alıyordu. Ancak önerge 2015 yılında meclis gündemine taşınabildiği için, bu maddeyi görüşmek anlamsız hale gelmiş, Türkiye 6 sporcusu ile olimpiyatlara katılım gösterirken dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da açılış töreninde yer almıştı.

"SİZDEN DAHA ÖNEMLİ GÜNDEMLERİMİZ VAR!”

HDP grubunun 2013 yılında vermiş olduğu Meclis araştırma önergesinde sadece Soçi yoktu. Çerkeslerin yaşadığı soykırımın tanınması, Çerkes Ethem'in itibarının iade edilmesi, Çerkeslerin anayurda dönme isteklerinin yerine getirilmesi, Çerkes kimliğinin ifadesi ve yaşatılmasına ilişkin her türlü engelin ortadan kaldırılması, Çerkeslerin yaşadıkları yerleşim birimlerine istedikleri isimleri koyabilmesi, Çerkes köylerine eski isimlerinin geri verilmesi, Çerkeslerin yaşadığı sorunların çözümüne dair girişimlerin yapılması, ayrımcılık ve her türlü ırkçılıkla aktif bir şekilde mücadele edilmesi, özellikle ders kitaplarından dil, din, etnisite farklılığı temelinde ayrımcılığı ve nefreti körükleyen tüm ifadelerin çıkartılması gibi hususlar da yer aldı.

26 Mart 2015 Perşembe günü TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen bu önergeye ilişkin fikirlerini dile getiren gerek AKP gerekse CHP milletvekilleri, önergedeki düşüncelere katıldıklarını ifade ettiler. AKP milletvekili Recep Özel “Burada, Meclis çatısı altında hiç kimsenin Meclis araştırması önergesinin aleyhinde olması mümkün değildir” dedi ancak iş oylama noktasına geldiğinde vaziyetin hiç de öyle olmadığı açığa çıktı. AKP Milletvekili Hilmi Bilgin'in “Önergenin içeriğine katılmakla birlikte, gündemin yoğunluğu sebebiyle grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu bildiriyorum” ifadelerinin ardından oylamaya gidilmesi sonucu HDP’nin vermiş olduğu Meclis Önergesi, oy çokluğu ile reddedildi. Yani bir nevi “sizden daha önemli gündemlerimiz var” demiş oldular. (3)

TBMM’nin sitesinde yer alan, Çerkesler ve anadiller konusunda verilen araştırma ve soru önergelerine ilişkin küçük bir araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan sonuçlar ise yalnızca şunlardan ibaret:

  • 21/05/2014 tarihli, CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç ve 21 milletvekilinin, “Çerkes Sürgünü” konusunda bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
  • 22/05/2017 tarihli, HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş ve 20 milletvekilinin, “1864 yılında yaşanan Çerkes Sürgünü'nün etkilerinin ve Çerkeslerin yaşadığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi” amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
  • 21/05/2019 tarihli, CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'un, “Çerkes sürgününün tüm yönleriyle araştırılarak Kafkas halklarının sorunlarının tespit edilmesi” amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
  • 30/05/2019 tarihli, HDP Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş ve 19 milletvekilinin, 1864 yılında “Çerkes halkının yaşadığı sorunlar ve bu sorunlara dair gerekli çözümlerin tespiti” amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi.
  • 17/12/2019 tarihli, HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “TRT bünyesinde Çerkeslere yönelik yayın yapan bir kanal açılması” önerisine ilişkin soru önergesi.
  • 21/02/2020 tarihli, HDP Ağrı Milletvekili Dirayet Dilan Taşdemir’in “Türkiye'deki farklı dillerin korunmasına yönelik yapılan çalışmalar ve ana dilde eğitim”e ilişkin soru önergesi.
  • 21/02/2020 tarihli, HDP Van Milletvekili Muazzez Orhan Işık’ın “Türkiye'de kullanılan diller ve farklı dillerde sunulan kamu hizmetleri”ne ilişkin soru önergesi.

ETHA’nın 21 Mayıs 2020 haberine göre(4): "Tehlike Altındaki Diller Atlası" verilerine göre, dünyada konuşulan 6 bin dilin yüzde 43'ünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, Türkiye'de de 15 dilin bu tehlikeyi yaşadığını belirten HDP Van Milletvekili Murat Sarısaç, Çerkesçeye dikkat çekerek Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un yanıtlaması istemiyle Meclis'e verdiği soru önergesinde, şu soruların yanıtlanmasını istedi:

  • Bugüne kadar kamu kurum ve kuruluşları tarafından Çerkesçeyle ilgili herhangi bir dokümantasyon çalışması yapılmış mıdır? Bunlar nelerdir?
  • 1920'den günümüze değin Türkiye’de Çerkesce konuşan kişi sayısı nasıl bir seyir izlemiştir?
  • Bugün Türkiye'de anadili Çerkesce olan, Çerkesce konuşan, anadilini Çerkesce olarak tanımlayan ama anadilinde konuşamayan kişi sayısı kaçtır?
  • Çerkescenin korunması ve geliştirilmesi amacıyla bugüne kadar yapılan çalışmalar nelerdir?
  • Çerkesceyle ilgili ileriki süreçte hayata geçirilmesi planlanan projeler var mıdır? Varsa bu projeler nelerdir?
  • Çerkescenin yasal güvenceye kavuşturulmamasının nedeni nedir? Bu yönde herhangi bir çalışma yapılması planlanmakta mıdır?"

Bu arada şunu da ifade etmek gerekir ki bu önergelerin kimi cevapsız/sonuçsuz kalmış, kimi için tatmin edici cevaplar alınamamış, kimisi de reddedilmiştir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, 21 Mayıslarda Çerkeslerin acılarını paylaştığını söyleyen politikacıların büyük çoğunluğu, bu hususta adım atmak gerektiğinde sınıfta kalmışlardır. Aslında Çerkeslerin karşılaştıkları bu tutum yeni de değildir. Lozan görüşmelerinde, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ile Türk Delegasyonu Başkanı İsmet İnönü arasında azınlıklar hakkında uzun tartışmalar geçmiş, bu tartışmaların birinin konusu da Çerkesler olmuştur. Curzon, Çerkeslere azınlık statüsü verilmesinde ısrar etmiş, İsmet Paşa ise “Çerkesler bizim öz kardeşimiz, onları Hıristiyan ve Museviler gibi bizden ayrı göremeyiz. Ayıramayız” demiş ve 24 Temmuz 1923’te imzalanan “Lozan Antlaşması” ile Çerkesler’e azınlık hakkı tanınmamıştır.

Lozan antlaşmasından bir ay sonra, bu kendilerinden ayrı tutmadıkları “öz kardeşleri”nin kurduğu Çerkes Teâvün Cemiyeti ve Çerkes Kadınları Teâvün Cemiyeti’nin faaliyetleri durdurulmuş, Çerkes Numune Okulu ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın İstanbul Maarif Müdürlüğüne verdiği emir ile 5 Eylül 1923 tarihinde kapatılmıştır. Okuldaki öğrenciler ise anne ve babalarına teslim edilmek üzere gönderilmiş, okulun eşyaları satılmıştır. Cemiyetin ve okulun tüm evraklarına el konulurken, Çerkes Numune Mektebi’nin müdiresi Seza Polar tutuklanarak Ankara’ya gönderilmiş ve İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmıştır. (5)

Sözün özü; Rusya’nın geçmişi ile yüzleşmesi nasıl isteniyorsa, Türkiye’de de bunun yapılmasına ihtiyaç olduğu son derece açıktır. Yüzleşmek küçük düşürmez, aksine yüceltir. Diğer taraftan, Çerkesler geçmişte değerlendirildikleri biçimiyle “öz kardeş”, “etin tırnağı” ya da “bütünün ayrılmaz bir parçası” olarak kabul görmek istemiyorlar. Çerkesler, taleplerinin karşılanması için samimiyetle somut adımlar atılmasını istiyorlar. Bu noktada, siyasi gücü ve imkanı mevcut olanların, “kardeşlerimizin acılarını paylaşıyoruz” ile başlayıp “ancak” ile devam eden tutumları, samimiyet değil popülist politikaların pragmatik bir sonucu olarak kalacaktır. 156 yıldır yaraları hala taze olan bir halkın, artık başsağlığından öte bu yaraları sarmasına yardımcı olacak etkili politikalara ihtiyacı vardır. Başta yeri geldiğinde Çerkes olduğunu söylemeyi gerekli gören Çerkes politikacılar olmak üzere, insan haklarına inanan her siyasetçinin Çerkes halkının sorunları noktasında üzerine düşenleri yapması, hem insani hem de siyasi sorumluluklarının parçasıdır.

ÖNCEKİ HABER

Tüm Bel Sen, üyelerinin hedef gösterilmesine tepki gösterdi

SONRAKİ HABER

Seçimle gelen, kayyumla gider!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa