25 Mayıs 2020 23:32

Yaltırık: Büyüklerimden dinlediğim hikayeler korkulu anlatılara merakımı körükledi

Istrancalı Abdülharis Paşa’da Trakya’nın korkulu söylencelerinden beslenen Mehmet Berk Yaltırık, “Büyüklerimden dinlediğim hikayeler hem tarihe hem de korkulu anlatılara ilgimi körükledi" dedi.

Fotoğraf: Istrancalı Abdülharis Paşa kitabının kapağı  

Paylaş

Özlem ERTAN

Türk korku edebiyatında Mehmet Berk Yaltırık’ın özel ve önemli bir yeri var. Kuşağının en popüler korku yazarı olan Yaltırık, hem sosyal medya üzerinden anlattığı korku öyküleriyle hem de kitaplarıyla biliniyor. Pek çok öykü seçkisinde yer alan ve araştırmacı yönü de bulunan başarılı yazar, ilk romanı “Yedikuleli Mansur”da Kanuni dönemi İstanbul’undaki kabadayıların korkulu öyküsünü anlatmıştı. FABİSAD’ın (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) GİO Ödülü’ne değer bulunan ikinci romanı “Istrancalı Abdülharis Paşa”da ise Trakya’nın cinli, perili, vampirli, cadılı dünyasını dikkat çekici bir tarihi kurgu içinde aktardı. 

Yaltırık’ın 1665 yılında başlayıp 2000’li yıllara uzanan romanında, acımasızlığıyla ünlü Abdülharis Paşa’nın tarihle doğaüstünü buluşturan hikayesini ve onun hakkında araştırma yapan Edirneli Tarihçi Asil’in yaşadıklarını okuyacaksınız. Hem beylik hem de eşkıyalık eden Abdülharis Paşa’yla ilgili bölümlerde Anadolu’dan Istrancalara ve Balkanlara gidip Osmanlı coğrafyasının çeşitli halklarını gözünüzde canlandıracaksınız. Yerel ağızları çok iyi kullanan yazarın bu sayede okurda yarattığı gerçeklik duygusunu da takdir etmeden duramayacaksınız.

Yazar ve Tarihçi Mehmet Berk Yaltırık’la hem İthaki Yayınları’ndan çıkan ve ikinci baskısını yapan “Istrancalı Abdülharis Paşa”yı hem de korku kültürünü konuştuk.  

Korku söylencelerine ilgin nasıl ve ne zaman başladı?

Bir yandan televizyon kuşağına denk gelmem, diğer yandan da sözlü kültürün 20. yüzyıl koşullarına karşın ayakta kalabilmiş uzantılarıyla tanışmam, çocukluğumdan itibaren korku kültürüne yönelik bir ilgi doğurmuştu. Televizyonda korku filmi kuşakları, paranormal şovlar, yine korku temalarına teşne çizgi filmler gösteriliyordu. Bir diğer eğlencem ise anneannemden, dedemden, büyüklerimden dinlediğim eskiye dair hikayeler, anlatılardı. Bunlar hem tarihe ilgimi hem de korkulu anlatılara yönelik merakımı körükledi.

Sözlü gelenekle aktarılan korku söylencelerini derliyorsun aynı zamanda. Bu derlemeler nasıl besliyor seni?

Bana sadece belli varlıklar ve inanışlarla ilgili malzeme sağlamıyorlar. Farklı toplulukların değer yargılarını, kültürlerini, yaşayışlarını görebiliyorum ve bunlar ister istemez yazdıklarımda yer buluyor. Kahvehane köşelerinde geçen cinlerin koruduğu definelere dair alelade bir söylentide, muhtarından çaycısına tüm o mahallenin ve toplumun unsurları, kendi arka planları ve hikayeleriyle arz-ı endam ediyor. Seçtiğim kelimeler, vurgular ve tasvirler bunlara göre şekilleniyor.

"BOZKIR İLE AKDENİZ HİKAYELERİ BİR ARADA GÖRÜLEBİLİR"

Köken olarak Kırım Tatar’ısın. Kırım’ın korku kültüründen biraz bahseder misin? 

Bozkır anlatılarıyla Akdeniz havzasından gelen hikayelerin bir arada görülebileceği coğrafyalardandır Kırım. Karadeniz havzası, özellikle Balkanlar ve Doğu Avrupa, batıl inanışlar ve halk hikayeleri açısından hayli zengin. Bundan Kırım da azade değil. Kırım’ın hemen kuzeyinde Ukrayna folkloruna has cadıların toplandığı “çıplak tepe” inanışları, vaftiz edilmemişlerin ve cadılık edenlerin gömüldüğüne inanılan “tekinsiz mezarlık” inanışları söz konusu. Kırım’da da hem Türk kültürüne has “obur-obır” motifi hem de cin motifi görülebiliyor. “Obur” eskiden mezarından çıkıp insanlara musallat olan bir figürken bugün cadıya, yaşlı kadına dönüşmüş. Bir de “iye” diye genelleştirebileceğimiz “sahiplik” inancı var. Asya’ya doğru ilerledikçe belli ormanlar ve mağaralar, “sahipli” addediliyor. Yerleşik kültürün daha ağır bastığı bölgelerde ise “evin piri”, “evin iyesi” şeklinde görülüyor. Kırım’da bu inanışın “deniz anası” yani su ruhu şeklinde anlatılan versiyonuna, Dr. Yalkın Bektöre’nin aktardığı “Mishor Kızı” türküsüyle anılan “Arzı Kız” efsanesinde denk gelmiştim.

Trakya ile Balkanlarda çok köklü ve zengin vampir anlatıları var. Bram Stoker’ın “Dracula” romanına ilham veren Vlad Tepeş de Osmanlı hakimiyetinde yaşamış, Edirne Sarayı’nda bulunmuş biri. Bu durumda vampir figürünün Batı’dan ziyade bizim kültürümüze ait olduğunu söyleyebilir miyiz?

“Ortak figür” daha doğru bir tanımlama olur. Çünkü vampir inanışı Karadeniz havzasında ağırlıklı olarak görülse de Avrupa’nın batı kesimlerinde de inanç alanı bulabilmiş. Bugün Balkanlarda Sırbistan ve Romanya’nın kırsal kesimlerinde görülebilen bir batıl inanış, filmlerdekinin aksine daha ruhani, bedensiz bir varlık olarak tasavvur ediliyor. En az cin ve alkarısı kadar, Balkanların vampirleri de yerli kurgularımızda yer almayı hak ediyor.

Balkanlardaki vampir kültünün temelini Kıpçak Türklerinin “upir”, “obur” diye adlandırdığı yaratıklar mı oluşturdu?

Bu, Sloven Dil Bilimci Franz Miklosich’ten itibaren dile getirilen, dildeki, coğrafyadaki ve kültürdeki izler takip edildiğinde güçlenen bir teori. Hatice Şirin User’in 2010’da Belleten dergisi’nde yayımlanan “Vampir” başlıklı makalesinde işaret ettiği, Kıpçak lehçelerindeki “obur-obır-ubır” vs. olarak anılan bu varlığın mezarından çıkıp insanlara musallat olma ve defetme ritüelinde bir şekilde tahta kazık içerme şeklinde iki özelliği farklı bölgelere de taşıyor. Seçkin Sarpkaya ile kaleme aldığımız “Türk Kültüründe Vampirler-Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri” kitabını hazırlarken, Kıpçakların Karadeniz havzasının etrafında, göç sahasında bu inanışı da farklı bölgelere taşımış olabildiklerini fark ettik. Bölgesel yakınlıklar ve ses benzeşiminden çok Kıpçak boylarının hareket sahaları dikkatimizi çekti. Slav dillerine “obur”un “upir” şeklinde geçtiği bilgisi de bu şekilde bir anlam kazandı. Upir (upyr) tabiri yazılı olarak ilk kez 11. yüzyılda eski Rusça veya eski Doğu Slavcasıyla yazılmış “Aziz Grigoriy’in Lafzı” adlı pagan inanışlarını eleştiren dini metinde geçiyor ve “upir”den pagan inanışı olarak bahsediliyor. “Upir” Balkanlara “vapir”, “veper”, “vampir” şeklinde geçmiş, daha batıdaki bölgelere de “vampir” olarak ulaşabilmiştir.

"TARİH MERAKIM VE AMATÖR TİYATRO SAYESİNDE EDİNEBİLDİM"

Yerel ağızları kullanma becerin inanılmaz. Karadeniz, Trakya ve diğer yörelerin ağızlarını bu derece ustalıkla kullanmanın sırrı ne?

Tarih merakım ve amatör tiyatro uğraşılarım sayesinde edinebildim. Üniversite yıllarımda Trakya Üniversitesinde “Yaşam Sahnesi” topluluğunda, her yıl “Bu dönem klasik komedi oynayabiliriz,” diyerek kendi kendime “Kanlı Nigar”ı, “Yedi Kocalı Hürmüz”ü okuyup, “Şekerpare”yi izleyip aksan çalışırdım. Sahnede bir-iki örneği haricinde pek sergileme imkanım olmadı ama bir şekilde alıştım, skeçlerde yahut arkadaş arası sohbetlerde hikaye anlatırken taklit yapardım. “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?​” filmini sinemada izlediğim zaman, amatör yazar bile değildim. Üzerinde çalıştığım hikaye taslakları vardı sadece. “Tarihi kurgu yazarsam diyaloglarda aksanlara yer vermeliyim,” diye düşündüm. Bana daha canlı ve renkli geliyordu bu tür diyaloglar. Düzenli yazmaya başladıktan sonra bir-iki hikayede “Acaba okuyucunun tepkisi ne olur?​” diye düşünerek denediğim zaman hayli iyi yorumlar aldım. Aşinası olduğum bir ağız değilse muhakkak derleme örnekleri olan makalelerle tezlere, hatta internetteki video kayıtlarına göz atıyorum.

ÖNCEKİ HABER

Ape Musa 100, Yeni Yaşam 2 yaşında

SONRAKİ HABER

Türkiye'de koronavirüsten yaşamını yitirenlerin sayısı 4 bin 369'a yükseldi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa