26 Mayıs 2020 23:00

Kâr hırsı eşittir işçi düşmanlığı

Sosyal mesafe ve evde vakit geçirme üzerine konuşuluyor fakat bunların ikisine de çok uzak olanların varlığı gözden kaçırılıyor. İşçiler için pandeminin koşullarını şekillendiren temel şey kar hırsı.

Kâr hırsı eşittir işçi düşmanlığı

Coit Kulesi Duvar Resmi, Fabrika  Kaynak: Joe Crawford /Flickr  (CC BY  2.0)

Genç bir işçi

İstanbul/Esenyurt

Korona salgını nedeniyle neredeyse üç ayı aşan bir süredir evlerimizde kalarak, sosyal yaşamdan izole bir şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Bu süreçte tüm toplumsal kesimlerin, öğrencilerin, memurların, emekçilerin yaşadığı sorunlar gibi sınıfsal konumu gereği “evde kalamamak” en büyük sorun olarak karşımızda duruyor. Sadece hayatın devam etmesini sağlayacak üretim alanlarının üretime devam etmesi gerekirken, kâr hırsı ve pazarların kaybedilmemesi uğruna üretimin zorunlu olmadığı alanlarda da üretim sürdürülüyor. Onlarca fabrikada işçilerin koronavirüs testinin pozitif çıkmasına rağmen her şey normalmiş gibi salgına yakalanan işçiler işten çıkarılıyor. Gerekirse işçi alımı yapılıyor. Hatta işçinin koronavirüs testinin pozitif çıkması durumunda cezai işlem uygulamayı da kendinde hak olarak buluyorlar. İşçinin enfekte olması durumu meslek hastalığına dâhil edilmiyor. Keza hayatını kaybetmesi iş “kazası” olarak da değerlendirilmiyor. Bu yolla işçi kıdem tazminatı hakkından yararlanamaz hale getiriliyor. Tüm bunlar işçinin sağlığı ve yaşamı açısından anormal durumlar ama “normalleşiyoruz” derken kastedilen ne?

SÖMÜRÜ PANDEMİ DİNLEMİYOR

Bu süreç kapitalistlerin niyetini açık bir şekilde gösterdi, metaya bağımlılığı gereği koşullar ne olursa olsun üretimin her halükarda devam edilmesi gerektiğini, halkın sağlığı ne derecede kötüye giderse gitsin mühim olanın sermayedarların kazancının sağlıklı bir şekilde devam etmesi gerektiğini yaşayarak gördük. Üretimin önünde engel olarak duracak veyahut onu yavaşlatacak olan pandemiye karşı kapitalistler, üretimden hiçbir şekilde ödün vermeden üretime devam ederek ama aynı zamanda da “normalleşiyoruz” propagandasını güçlendirerek bu süreci “sağlıklı” bir şekilde geçirmeye çalışıyor. İstenilen şey kapitalist üretimin eski temposuna dönmesi, sağlığımıza kavuştuğumuza yönelik algıyı verilerle güçlendirerek bunu işçi sınıfı nezdinde meşru zeminde yürütmek. Bir can pazarı olarak nitelendirdiğimiz kapitalist üretimin yılda binlerce işçinin canına kıymasını göz önüne alırsak, kapitalist üretimle birlikte salgın dediğimizde işçi sınıfı açısından ortaya iç açıcı bir sonuç çıkacağını düşünemeyiz bile. 

Benim çalıştığım fabrika ihracat üzerine üretim yaptığı için ülkemizde salgın görüldükten sonra yurtdışı siparişlerinin durmasıyla üretime ara verildi. Bizim çalışmadığımız durumda maaşımızın yatıp yatmayacağına, kesik atılıp atılmayacağına dair sorularımıza “yönetim işçileri mağdur etmeyecek” cevabı ardından “E abi aksi durumda gelirimiz olmadan nasıl yaşayacağız?​” sorusuna da “önce sağlığımızı düşünelim” cevabı geldi. Bu belirsizlik bizim yönetime güvenimizi sağlamadı elbette. Genç işçi arkadaşlarım part time iş bulmanın gerekli olduğunu düşünüp “herhangi bir iş olursa haberleşelim” diye konuşmaya başlamışlardı. İki ay önce izne ayrılmıştık, bu ara içerisinde kimimiz ailesinin geçimini nasıl sağlayacağını düşünerek geçirdi. Çünkü ücretsiz izin ödeneğinden yararlanan işçilerin alabileceği ücret 1170 liraydı. Ücretsiz izinden yararlanamayan benim gibi sigorta priminin istenilen güne ulaşmamış olan genç işçi arkadaşlarım ise yardım fonu olarak gönderilen 500 lira ile yetinmek zorunda bırakıldı. Bölüm müdürümüze bu ücretin kabul edilir bir şey olmadığını söylediğimizde “işten atılmadığınıza dua edin” dedi. Sonuç, söylenenin aksine mağdur edildik.

“NORMALE” DÖNME SERÜVENİMİZ BÖYLE GERÇEKLEŞTİ

Bu ancak benim çalıştığım fabrikadan ama çok öznel olmayan bir sorun. Türkiye işçi sınıfının tamamı bu ücretsiz izin sorununu yaşadı ve daha öznel sorunlara, hak gasplarına, işten atmalara maruz kalan binlerce işçi olduğunu da söyleyebiliriz. Kapitalist, üretim araçları üzerinde sahip olduğu özel mülkiyeti ile üretim üzerinde sömürü olanaklarını geliştirme özgürlüğüne de sahip. Bu yüzden dilediğinde işçiyi sigortasız çalıştırabilir, düşük ücrete mahkûm bırakabilir, MESS-SAFE projesi ile de işçiyi takip edebilir. İktidarın, sermayedarların işini kolaylaştıracak ekonomi politikalarının karşısında bizim hayatımızın garantisi, güvencesiz çalıştırıldığı işe gitmek için dışarı çıktığında kalbinden vurulan mülteci Ali’nin hayatı ile aynıdır. Bu yüzden biz genç işçilerin sınıfsal konumu gereği hayatları birbirine bağlıdır. Birbirimizden kopuk ve bağımsız şekilde hayatımızı kurtaramayacağımız ortada. Birleşmekten kaçınmamalı, hayatımıza kastı olana gardımızı almalıyız.

Evrensel'i Takip Et