26 Mayıs 2020 23:00

Mes-safe tasmaları ve faşizm

Faşizmin motivasyonunu sağlayan savaş politikalarına, anti-demokratik uygulamalara sessiz kalmak otoriterleşme karşısında alternatif üretebilir mi? 

Fotoğraf: Pngtree

Paylaş

Berkay YEĞİN

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Yaşanılan felaketler karşısında nemalanmakla ustalaşmış iktidar, 15 Temmuz darbesini Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirirken yapmak istedikleri birçok şeyin kapısını aralamıştı. Suriye iç savaşı boyunca savaşın ortaya çıkardığı krizi fırsat bilip Suriye topraklarında hegemonik ilişkiler kuran iktidar, Libya’da ki karışıklığı da ihvancı güçlerin çıkarına bir pozisyonda ele aldı. Bölge siyasetinde ortaya çıkan mezhepsel gerilimleri, savaşları kendi lehine çevirmekte tereddüt taşımamakla kalmayıp şimdi de ülke içinde krizlerin sermaye sınıfı ve tek adam rejiminin kurumsal işlevini güçlendirmek açısından fırsat bildi. Son yaşanılan süreç de bir nevi bunu göstermekte. Salgının küresel boyutlarda ciddi tahribat yarattığı bu günler Türkiye’de sermaye iktidarı açısından kendisine alan açma, mevzi kapma, siyasi zemini oluşturmak için fırsat yaratmaya devam ediyor. Öyle ki işçilerin en zor şartlarda çalıştıran, salgına karşı hiçbir önlem almayan sermayenin aklına yeni bir şey geldi: Mes-safe tasmaları. Sosyal mesafeyi korumak için tasarlandığını söyleseler de fabrikalarda kalıcı hale getirmeye çalışılan bu uygulama ile işçileri takip mekanizmasının kurulmak istendiği gözler önüne seriyor.

Virütik salgınlar, ekonomik çıkmazlar, savaşlar vs. bilumum kriz dönemlerinde devletin egemenlik aygıtlarına sahip olan sınıf, kendi yöntemiyle krizin üstesinden gelmeye çalışır. Elbette bugün işlenen yöntemler, sermaye egemenliğinin sürdürülebilir kılınması ve yeniden üretimini sağlamasını temel gaye haline getiriyor. Son yaşanılan süreç de bir nevi bunu göstermekte. Salgının küresel boyutlarda ciddi tahribat yarattığı bu günler AVM’lerin açılıp parkların yasak tutulduğu, toplumun geniş kesimleri üzerinden kontrollü kitlesel bağışıklığın hedeflendiği göstergelerle görmek mümkün tabii bunu yanında mevcut iktidarın siyasal amaçları salgın fırsat bilinerek gerçekleştirilmesi üzerinde ciddi bir uğraş içerisine girildi. Bunların başında gelen af yasasıyla SOMA tutuklularının, tecavüzcülerin, katillerin cezaevlerinden boşaltılması; muhalif belediyeleri tahakküm altına alıp işlevsizleştirme girişimleri ve en içe dokunur biçimde Kürt illerinde kayyum uygulamasını ilerletmek geldi. Bir nevi siyasal zemin salgın sayesinde oluşmuştu. Abdurrahman Uzun’un bir TV yayınında sarf ettiği şu sözler sürecin nasıl yürütüldüğünü ortaya çıkarıyor. Söz konusu trolün kendini riske ederek yaptığı hamleyi CB çok beğenmiş ve şöyle demiş “Yahu, bize zemin hazırlayacaksınız ki biz de hamle yapalım.” Elbette salgın kalıcı değil er ya da geç atlatılmış olacak ama hayatın, tam manada normalleştiğinde patron aynı patron, iktidar aynı iktidar olarak çıkmayabilir. Kriz döneminin nihayetinde iktidarın otoriterleşerek çıkma amacı sermayenin ise düşük ücretlerin esnek çalışmanın arttırılması hesapları açıkça ortaya çıkıyor.  Peki ne demek bu?

FAŞİZM KAPIDA MI?

Türkiye tahinde faşizm tartışmaları en sığ biçimiyle süregeldi ve hali hazırda sıkça bu şekilde tahliller yapılmaya devam ediyor. Cumhuriyetin her dönemini faşizm olarak belirtenlerden, Faşizmi, ulusallıkla denk kılanlara kadar birçok anlamda kullanıldı. Tariflerin birçoğunda, tarihsellik ve sınıfsal karakter bir kenara bırakılıp faşizm, tabiri caizse “zihniyet bozukluğuna” indirgeniyor ya da kendi siyasetinin dışını göremeyen anlayış her dönemi faşizmle mesul bırakıyor. Burada yapılan hatanın ciddi pratik sorunlara da gebe bırakıyor.

Cumhuriyet tarihi üzerine bitmek bilmez faşizm tartışmalarını bir kenara bırakıp son dönemi değerlendirelim. AKP iktidarının devlet aygıtı üzerinde olağanüstü mevzilenişi ve son kertede yasama, yürütme, yargı üzerinde siyasi hegemonya kurmasını; bürokrasi içerisinde kadrolaşması ve legal seçimi bile -kayyum siyaseti, yerel seçimler olmak üzere askıya alma girişimleri biçimsel olarak faşizmle benzeşse de şu süreçte sermaye devletinin faşizan olarak örgütlendiğini söylemek tarihsellikten uzak bir soyutlama olacaktır.  Bu durumun gerekçesi şu: Sermaye sınıfı için AKP iktidarı şu anlık bulunmaz bir nimet olmasına rağmen alternatif siyaset beklentisi hali hazırda egemen sınıf içerisinde değerlendirilebilecek bir durum. Bunu en net olarak TÜSİAD’ın 2018 ekonomik krizinden çıkış için “küresel liberal demokratik bir düzene entegre olunması”, “demokrasinin güçlendirilmesi gerekiyor” ifadelerini öne sürmüştü yani bir nevi parlamenter sistemin gerekliliğine dair vurgulama yapmıştı. Onun dışında başka bir öncül olarak: AKP ardıllarının, CHP ve İP’in parlamenter sisteme dönüş üzerine kurdukları siyaset anlayışının, uluslar üstü sermayenin ve onların uzantısı olan yerli sermaye çevrelerinin önünde bir seçenek olarak durması sermayenin koşulsuz bir biçimde AKP ile kader ortaklığı yapmadığını söylemek için yeterlidir. Kısacası ulusal örgütlülükteki burjuvazi, çıkarlarının hangi sistemle daha fazlaca korunacağı üzerine nihai bir kararı yok. En azından faşizme kesenkes bağlanıldığı durumu söz konusu değil. Türkiye’de faşizm devlet biçimi olmadığı şu an bir gerçekliktir ancak faşizan yöntemlere başvurulmadığını söylemek cahil bir iyimserlik içerecektir. Sormamız gereken soru şu:

FAŞİZME DOĞRU BİR GİDİŞATA KARŞI HALK NASIL ÖNLEM ALACAK?

İhsan Çaralan’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan yazısında; TİSK, HAK-İŞ, TÜRK-İş’in bir araya gelerek yaptıkları ortak açıklamaya değinerek işçi ve işveren sendikalarının ortak hareket etmesinin pratikteki izdüşümü olarak kooperatif sendikacılığa yani faşist sendikacılığa varacağının altını çiziyor. İşçilere sınıf işbirliği dayatan sendikal anlayış, muhalefete “muhaliflik” yapmamanın öğüt edildiği; kitleleri siyasetsizleştirmek adına kullanılan aynı gemideyiz söylemleri sermaye egemenlinin rahatlıkla at koşturmasının önünü açıyor. AKP’nin kayyum politikalarının bölgede ciddi bir deneyimden geçtiği pratik saha işlevini gördü. Bu uygulamalarım karşısında bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek, iktidar yolunda 50 + 1 hesaplarının yapılıp herkese mavi boncuk dağıtılması iktidar karşısında pasif bir duruma tamah ettirmekten başka bir işe yaramayacağı ortada. Burjuva siyaset, bu iki yüzlülükle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerine kayyum atanamayacağının garantisini verebilir mi? Faşizmin motivasyonunu sağlayan savaş politikalarına, anti-demokratik uygulamalara sessiz kalmak otoriterleşme karşısında alternatif üretebilir mi? 

ÖNCEKİ HABER

Hayvancılık ithalata kaldı, besici zararda

SONRAKİ HABER

IŞİD'in Irak sorumlusu Mutaz el Cuburi öldürüldü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa