Dünüyle, bugünüyle, yarınıyla Genetik Mühendisliği
Günümüzün en popüler konularından olan GDO ve onu var eden süreçlerin mimarı genetik mühendisliği bizlere gelecek açısından nasıl soru işaretleri bırakıyor. Hep birlikte inceleyelim.
publicdomainpictures
Canlılar üzerindeki manipülasyon insanlık tarihinde uzun zamandır yer alan bir olay. Doğadaki seçilimi kontrol ederek mantık ve ihtiyaç çerçevesinde yapılan hayvanlardaki ve bitkilerdeki “yapay seçilim” ile binlerce yıldır çeşitli canlıların üretiliyor. Bu yöntem seçilim üzerindeki manipülasyonlarla kontrol altındayken genetik mühendisliğiyle beraber evrimin çeşitlilik yaratan mekanizmaları üzerinde de değişikler yapabilme yetisi gelişmiş oldu. Doğada normalde bakteriler ve virüsler girdikleri konak hücrelere genlerini verebilirler veya onlardaki genleri kendi genomlarına ekleyebilirler ve daha sonra başka bir konağa geçtikleri zaman da bu aldıkları genleri yeni konağın genomuna ekleyebilirler. Kalıtım ebeveynde yavrulara aktarım şeklinde “dikey” olarak düşünülürse; normalde yakın akraba bile olmayan canlılar arasında dahi gerçekleşebilecek bu aktarıma da “yatay gen transferi” demiş oluyoruz.
Çoğu zaman genetik mühendisliğinde yapılan da modern DNA teknolojilerini kullanıp bir diğer canlının genomundan belli bir parçayı alıp (tek bir baz da olabilir, bir bölge de olabilir) bir diğer canlının genomuna o parçanın eklenmesidir. Bu sayede evrimsel süreçte henüz ortaya çıkmamış genetik kombinasyonları sağlamak mümkün olabiliyor.
GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMA
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) denilince her ne kadar akıllara bitkiler gelse de tabii ki genetiği üzerinde değişiklikler yapılan hayvanlar da bu gruba dahildir. Aktarımlarda genelde kullanılan bakteri ve maya mantarlarında bu canlılardaki “plazmid” adı verilen halkasal DNA’nın izole edilip özel enzimler kullanılarak kesilerek DNA’nın üzerinde boşluk yaratılmış olunur ve de bu boşluğa da canlıya eklenmesi istenen gen eklenebilmiş olur. 1986’ da ilk defa besinlerin alanına giren GDO’da sıfırın altındaki sıcaklıklara dirençli olan bakterilerin spesifik genleri bitkilere aktarılarak soğuğa dirençli bitkiler üretilmiştir. Örneğin Tip-1 diyabet hastalığı olan kişilerde üretilemeyen insülin; normalde insülini üretecek genlerin bulunmadığı maya mantarı ve bakteri gibi canlılara o genler aktarılarak insülin üretimi sağlanmıştır.
Hayvanlarda da yapılan çalışmalar temel olarak belli bir hastalığa sahip olduğu bilinen hayvanların genlerinin değiştirilerek yeni organların ya da kimyasalların vücut içerisinde üretilmesini sağlamak ve yapılan deneyler üzerinden de hastalığın tedavisinin bulunmasını amaçlıyor. .
GÖSTERİLMEYEN KARANLIK YÜZ
GDO tartışmaları özellikle besin tartışmaları üzerinden sürdürüldüğü zaman sürekli bir “cennet” hayali üzerinden tanıtımı yapılıyor. Hastalıksız, mükemmel, sayıca çok fazla besinler… Ancak biliyoruz ki kıtlık ya da besin yetersizliği sadece bilimsel bir sorun değil daha çok toplumsal bir sorun olarak karşımızda duruyor. Ayrıca bahsedilen manipülasyonlar “insanlık” yararına değil daha çok bu tarz çalışmaları gerçekleştiren firmaların, şirketlerin kar güdüsü ile yürüttükleri çalışmalar olmuş oluyor.
Özellikle son zamanlarda geliştirilen CRISPR gibi daha yüksek başarıya sahip yöntemlerle birçok hayvan üzerinde yapılan çalışmalar artmış durumda. Keçiler üzerinde genomlarını düzenleyerek daha fazla yün ve daha fazla kas dokusunun üretimi sağlanabiliyor. Kas oluşumunu kontrol eden gende tek harf değişikliklerle Arnold Schwarzenegger vari tamamen estetik amaçlı kaslı köpekler üretildiği gibi domuz genomunda büyüme hormonuna tepki veren bir genin etkinliğinin durdurulmasıyla evcil olarak kullanılmak için küçük domuzlar da üretilebiliyor.
Ayrıca laboratuvarda üretilecek etlerle beraber sera gazı etkisinin azaltılacağına dair yapılan reklamlar da daha çok maliyetin düşürülmesine yönelik olan argümanların (daha az enerji, daha az arazi, daha az su kullanımı) sürülüyor olması da yine asıl amacın kar güdüsü olduğunu; doğaya bir düşmancasına yaklaşan kapitalistlerin de böyle durumlarda doğaya dostmuşçasına gibi gösterdikleri durumlarında aslında yapılan işin çok nadir gelişen bir sonucu olduğunu görebiliyoruz.
Biliyoruz ki bilimsel çalışmalar ve bilimsel gelişmeler araştırmadan, yatırımdan, yenilikten fazlasını gerektirmektedir. Şimdiye kadar tamamıyla laboratuvarların ve şirketlerin kapalı kapıları ardında gerçekleşen deneylere halkın da dahil olması çok önemlidir. Yapılacak çalışmanın sebepleri ve de sonuçları üzerine tartışılarak yapılması gerekmektedir. Bunun için de bunu istemeli ve bunun için mücadele etmeliyiz.