Şairin ‘İhtar’ı: Kara listesinde asil üyesi olmalıyız devletin
Şahin Altuner, C. Hakkı Zariç'in Manos Kitap'tan okurla buluşan "İhtar" kitabı üzerine yazdı.
C. Hakkı Zariç'ın yeni şiir kitabı "İthar" Manos Kitap'tan çıktı | Fotoğraf: Kadir İncesu
Şahin ALTUNER
Şair
Kelimelerin eş anlamlıları vardır her dilde. Birbirlerini anlam olarak karşıladıkları kabul edilir. Sanırım uyarı ve ihtar kelimeleri için de aynı şeyler düşünülebilir ancak ihtar kelimesinin halk arasında gündelik kullanımı azalmakla birlikte, hukukun yani devletin hâlâ kullanmakta ısrar ettiği bir kelime oluşuyla “sertliği” barındırdığı kabul edilecektir. Çünkü “dur ihtarına“ uymadıkları gerekçesiyle çalınmış hayatların ülkesidir burası. İhtar, “Bir şeyi birine anımsatma” anlamına gelmekte. Dolayısıyla şairin tercihini ihtar kelimesinden yana kullanmış olması dahi poetikası hakkında fikir vermektedir. İhtarın mutlaka bir muhatabı olmak zorundadır ve vardır da. İhtarın birden fazla muhatabı olduğu aşikar: şairin bizatihi kendisi, sessiz kalan kamu veya devlet olduğu her şiirin belli bir katmanından yükselen öfkesiyle belli ediyor kendini.
OTOBİYOGRAFİSİYLE İLİNTİLİ ŞİİRLER
Şair C. Hakkı Zariç’in Manos Yayınlarından ekim 2019’da çıkan İhtar adlı şiir kitabı, 16 şiirden ve 4 ara başlıktan oluşuyor. İlk dört şiir bağımsız, diğerleri ise “Meğer Sonra Yine”, “Sahi Sakın Öyle?” ve “Bilemedim Sonra Nedense!” ve “Soruyorum Sezdirmeden Elbette” adlı bölümlerden. Kısa şiirlerle başlayıp Ayla gibi nehir şiirle finali yapıyor. İlk şiirler, şairin kendisi, ancak geçmişe yolculuk yaptırdığı sözcüklerle de otobiyografisi ile ilintili olduğu anlaşılıyor.
Belli ki hayatına dair “sayım döküm” yapmak niyeti taşıyor ve yapıyor da şair: “Nasılsın?”/ “İyiyim” kadar yalandım” diye başlıyor Tekzip şiirinde. “Okunaksızım ben yazamayacak kadar üstelik/ Pişmanlık ve utanç birikiyor vicdanımda/Damla sakızı almalıyım sana” dizeleriyle sezdirdiği tereddüdün varlığına rağmen, anlatmak istencini şiirin imkanına, oluruna bırakıyor. Geçmişiyle hep sağlam bağ kurduğu anılar duruyor belleğinde ve unutmuyor, unutmanın yemini gibi okuduğumuz “şimdiye” taşınan dizelerde. Müzevir adlı şiirinde “Vesikalık bir fotoğrafın çocukluğuyum bunu bilmiyor kimse/ Yırtılmış bir yüzle bakıyor anılarım, tarihi belli değil şimdiki zamanın” diyor açıkça. “Kartopu oynadığını Yeltekin Sineması önünde hayret et /saklıları arayan afişe” diyor ve devamında “Siyah ne güzel halk şiiri peh peh, Kars ne güzel sevmek” dizeleriyle iyi ya da kötü farketmeksizin “anılarının sandığını” severek ve iyi koruduğunu anlatıyor. Bu sandığın için çocukluğunu geçirdiği bir göle ya da denize komşu yerler, bir davaya adanmış gençlik yılları, devletin en kadim yüzü olan cezaevleri ve sevdiği “yıkılmış” kadınların olduğunu görüyoruz.
BELLEK İŞ BAŞINDA
Bağ kuruyor hep “şimdiyle” şairin anı sandığı, hemen hemen tüm şiirler boyunca belleğini iş başında görüyoruz. Sıralı sırasız geçtiği kentleri, oturduğu mekanlarını, ve tanıklık ettiği insanları unutmadığını söylüyor : “ Bitmiyor yas alnımda, bir gerillaya ablasını anlatıyorum mutfakta/ Karanlık kokuyor odalar, perdeler dışarıya bakmaktan ıslak/Sıvası dökülmüş sızılar birikiyor isimsiz çocuklar ölürken” (Huzur Hakkı), “Kırık Geçmişiyle sese mecbur şarkılar dinlendi tenimizde/ Buzun çatlaması gibi eskiyen nakaratlar sustu aniden” “Üzgün bir karaciğer yürüyor içimdeki voltada, Ahmet Erhan duruyor orada(Cimri Yastık), “Çırak gibiyiz oysaki şimdiye”, (Kar Beyazı), “Geri dönsen zona geçirmiş bir tren bileti saklı sırtında. Peronlar yağmura/ bıçak çekme telaşında. Suç erken yaşımız,dizlerimiz daima yara”(Su ve Rüzgar), “Yarpuz kokuyor bazı anılar ve yosun ne çok saklıyor kendini” (Münzevi) , “Eski hırpalar bazen, kuşluk vakti yola çıkar insan kendine rağmen” (Efla), “Geniş çayırlara beyaz rüyalar, berkitilmiş yanıtlar biriktirmiştim/ O tarçın kokusu büyüttü beni esmer kapıların ardında ve kar” (Hoyrat Zaman Çalgıları), “Oysa beklemenin kasnağında yırtıldı benliğim/ Limon kolonyası kokulu adamların kusmuklu sabahlarında/ Ağacını unutmaya yeminli daldaki susku çığlığıydım/ Yaslanmadım suyumun çürüyüşündeki kuzeyin rahmine ama” (Ayla)
İHTAR EDEREK AKINTIYA KARŞI DURUYOR
Şiirleri güçlü kılan diğer bir yönde, hem söyleyişteki cesaretin pekliği ve şiirleri eklem ve çeperlerinin öfkeyle sıvanmış olması. Belleğini, sürekli güncel politik gelişmelerden duyduğu rahatsızlıkla ve sarsılmaz bir politik tutumla takviye ettiği görülüyor tüm betiklerde. Şair, son beş yıldır hemen herkesin susmayı tercih ettiği meselede tanık olmayı, itiraz etmeyi ve muhatabını (toplumu, devleti ya hepimizi) ihtar etmeyi tercih ederek akıntıya karşı duruyor. “Ben demenin sorumluluğunu sadece şair üstlenir, sadece onun buna hakkı vardır” demişti Cioran. Vicdanın kalemi kara kamu başta olmak üzere herkesin yıkımlara karşı sessiz durmaktaki günahını yazmayı deniyor: “İtiraf ediyorum işte harflerin inşasından başlıyorum söze üstelik / Çökmüş kentler biriktiriyoruz, Kürtler toz/ gözlerinde balkonsuz mavilikler” (Müzevir), “Ayakları üşüyor limonun Lefkoşa’da,su lütuf/ Cizre’de yaşamak ve ölmek için bodrum katları/ hangi çocuğa sorsan minarenin rengi kırmızı Sur’da” , “Görüşe getireyim oylarımı.Olmadı nöbete gideriz kayyıma.” (Kar Beyazı), “Naylon bir bakışa emanet zurna peşrevi.Yalnızlık elma şekeri,fes’in vasiyetinde mühür./ Gözü bağlı olan kılıç çekme cesareti saklı içimizde/Hayli Cizre hayli Sur,hayli dağlar kimliğimiz.” (Müesses Nizam), “Durgunluğun telaşıyla kırıldı Sur, çayın deminde utanç birikti” (Güz Ağrısı) ve en çok da “rakı bulamazsak cam kırıkları içelim/Elbette/Kara listesinde asil üyesi olmalıyız devletin” dizelerinde duraksamaksızın anlaşılıyor zamanın ve belleğin imbiğinden geçerek kağıda vurmuş öfkesi.
FOTOĞRAF TADINDA NESNELER
İnsanlar, haller, kokular ve nesneler görüyoruz fotoğraf tadında aktarılmış. Çünkü kulağa ve oradan kalbe nüfuz eden sıfatları ve tamlamalarıyla girmişler şiirlere. Anne, Gül, Tren biletleri, Ayna, Tarçın, Uykusuzluk, Tarçın Kokan Nine, Üzgün Bir Karaciğer, devletin saydam tetiği, ev sahibinden korkan matematik öğretmenleri, Çığlık Yutan İstasyonlar, Canı Sıkılan Şarkılar, Rengine Küskün İkindi, Gelmemiş Mektubun Yası, Ahmet Erhan, Bejan Matur, İsmet Özel, Kazım Koyuncu ve Hilmi Yavuz. Özellikle ayna nesnesi, birbirine yakın imge kullanımları içeriyor. “Yüzleşme” çağrısı olarak okunabilir aynalar hatırlatma olarak da: “Sana bir ayna aldım endişe yola çıktığında yüzüme bak diye”(Müzevir) Boşluğa kırılıyor ayna, çeşme kurutan yara izleri çoğalıyor yüzümde” (Evden Kaçmanın Haritası), “Bundan eksildi saçların, bundan ayna, bundan gül” (Cimri Yastık), “Yalan silkeliyoruz aynaların üstüne” (Güz Ağrısı). Dünyaya ve insana bakışının politik bir estetikle harmanlanmaya devam eden dinamik bir perspektif içermesinden ve hayata müdahil olmaktaki ısrarlı çabasından ileri geliyor sanki.
TARİHSEL SORUMLULUK ALIYOR
Son beş yıldır yaşadığımız ağır politik koşullardan; sürdürülebilir savaşların, emek düşmanlığının zirve yaptığı ve temel özgürlüklerin askıya alındığı dönemlerden geçiyoruz. Egemenlerin toplumun göğsüne dizleriyle çökmüş ve nefessiz bıraktığı bu vaziyette şair, “ihtar” ediyor ve tarihsel bir sorumluluk alıyor bence. Sanatın, toplumun yaşamak için hâlâ en güçlü imkanın olduğunu gösteriyor bizlere. Herkesin bildiği ve ancak gözünü kaçırdığı bir anda gerçeğini savuruyor yüzüne:
“Elbette
Kara listesinde asil üyesi olmalıyız devletin”