28 Mayıs 2020 00:00

Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum

Görsel algı hakkında olan bir psikoloji deneyine katılmayı kabul ettiğinizi düşünün. Fotoğrafta, sol taraftaki çizgi, sağ taraftaki üç çizgiden hangisiyle eşit boydadır?

Fotoğraf: Solomon Eliot Asch Görsel algı hakkında psikoloji deneyinden

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Amerika Birleşik Devletleri başkanı Donald Trump’ın Twitter aracılığı ile yaptığı cıvıldamaları (tweet) bilmeyenimiz yoktur. Hatta Trump’ın ulusal ve uluslararası politikalarını şekillendirmede bu cıvıldamaların etkisi büyüktür. Türkiye olarak biz de zaman zaman bu cıvıltılardan nasibimizi almışızdır.

27.05.2020 tarihinde Trump Amerikan seçimlerine yönelik iki cıvıldamasını daha Twitter’dan paylaştı. Ancak bu defa Twitter Trump’ın mesajlarını‘teyite muhtaç bilgi’ olarak etiketledi ve Trump’ın yanlış yönlendirici bilgi paylaşarak halkı bir seçime katılmaktan vazgeçirebilecek şekilde ‘manipüle edici veya müdahale edici’ bir paylaşımda bulunduğunu açıkladı. Yani Twitter Trump’a kibarca yalan söylüyorsun dedi.

Bu açıklamanın Trump’la Twitter’ın ilişkisini nasıl etkileyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak bugün benim dikkat çekmek istediğim konu muktedirlerin yalanla olan ilişkisi. Dünya tarihi aslında kargaların bile güleceği yalanlarla doludur. Hatta yalan olduğu ispatlansa bile aynı yalanın sürdürülmesine şahit olmaktayız.

Sadece yakın tarihimize bile baksak bu topraklarda muktedirlerin söylediği onlarca yalanla karşılaşırız. Örneğin Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı kurgu yalanı 6-7 Eylül (1955) olaylarını tetiklemiş ve onlarca insanımızın ölümüne, binlerce Rum vatandaşımızın evinin ve iş yerinin yağmalanmasına neden olmuştur. ‘Çiçek sinemasına bomba atıldı’ kurgu yalanı ise Maraş katliamının yaşanmasına ve resmi rakamlara göre 120 insanımızın ölümünü tetiklemiştir. Çorum ya da Sivas katliamlarında da benzer yalanlar çok sayıda ölüm ve yaralanmaya ortam oluşturmuştur.

Ya da “Kürt” diye bir şey yoktur, “Kürt” kelimesinin dağlı “Türklerin” karda yürürken çıkardığı “kart, kurt” seslerinden türediği yalanı halen Türkiye’de “Kürt sorunu” yoktur argümanının arka planını oluşturmaktadır.

Peki ya “Gezi” direnişi sırasında söylenen “Kabataş fantezi yalanına” ne demeli. İlk olarak 7 Haziran 2013 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin grup toplantısında "Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler" açıklaması ile gündeme geldi. Ardından yerlerde sürüklendiği iddia edilen Zehra Develioğlu Star gazetesinden Elif Çakır’a yaptığı açıklamada; “Belden yukarısı çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 70-100 kişilik grubun kendisini dövdüğünü, bebeğini yere fırlattıklarını ve bazı kişilerin üzerine idrarlarını yaptığını” söyledi. Sonrasında da onlarca “kerli ferli” insan bu sözleri olayın görüntü kayıtlarını izlediğini söyleyerek doğruladı. Oysa hepsi yalandı.

Dünya siyasi arenasında, yalan ve politika arasındaki ilişki düşünüldüğünde ilk akla gelen kişi 1933-1945 yılları arasında Nazi Almanya’sında “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı” yapmış olan Joseph Goebbels’tir. Goebbels’in yalanla ilişkili olarak “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa, yalana devam edin” ve “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır” cümleleri ilk akla gelenlerdir.

Peki neden tarih boyunca yalan politika ve propaganda ile bu kadar kol koladır?

Bu soruya mütevazı bir cevap arayışını sosyal psikolojinin sınırlarında arayabiliriz. Sosyal psikoloji en genel tanımı ile toplumsal şartların insanlar üzerindeki etkisini araştıran bilim dalı olarak tanımlanabilir. Bu bilim dalının öncülerinden biri de Polonya asıllı olan Solomon Eliot Asch’tir. Asch 13 yaşında iken ailesi ile Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eder. Akıcı bir İngilizce konuşamayan Asch çevresine uyum sağlamakta güçlük çeker ve belki de bu zorluk 1956 yılında “sosyal uyum” deneylerini gerçekleştirmeyi tetikler.

Gelin Asch’in gerçekleştirdiği bu deneyi birlikte kurgulayalım. Görsel algı hakkında olan bir psikoloji deneyine katılmayı kabul ettiğinizi düşünün. Geniş bir masa etrafında oturan son kişisiniz. Araştırmacı, size ve yanınızda ne cevabı vereceği önceden belirlenmiş altı kişiye şu soruyu soruyor: Yukarıdaki fotoğrafta, sol taraftaki çizgi, sağ taraftaki üç çizgiden hangisiyle eşit boydadır?

Oldukça basit, öyle değil mi? Katılımcılar sırasıyla doğru cevabı verir: Her biri, 2 numaralı çizgiyi seçer. Siz de öyle, değil mi?

Fakat, sonra işler değişir. Aslında soru birebir aynıdır: Sol taraftaki çizgi, sağ taraftaki üç çizgiden hangisiyle eşit uzunluktadır?

Soldaki çizginin uzunluğu aslında bariz bir şekilde yine “ikinci çizgi” ile aynıyken, katılımcılardan ilki şekillere baktıktan sonra cevabını yüksek sesle, “birinci çizgi” olarak belirtir. Siz içinizden gülüp, bu kişideki sıkıntı ne diye düşünürken, ikinci kişi de aynı şekilde ve kendinden emin bir ses ile "birinci çizgi" cevabını verir. Üç, dört derken sizin haricinizdeki altı kişinin hepsinin yanıtı “birinci çizgi" olur.

Bu durumda ne yapardınız? Doğru olduğunu düşündüğünüz “ikinci çizgi” yanıtını mı verirdiniz, yoksa diğerlerine uyup “birinci çizgi” mi derdiniz?

Diyelim ki gerçeğin yanında durdunuz ve ikinci çizgi dediniz. Bir diğer soru daha geldi ve cevap bariz bir şekilde "üçüncü çizgi" iken, herkes "ikinci çizgi" dedi. Her biri de kendinden emin. Bir çizgilere bakıyorsunuz, bir de cevap veren katılımcılara. Şimdi gözlerinizin bozuk olup olmadığından endişe ediyorsunuz. Sonuçta bu kadar kişi üst üste yanılabilir mi? Yine de kendi düşüncenizi söylemeyi seçtiniz diyelim. "Üçüncü çizgi!" dediniz.

Bir dizi daha geldi, cevap çok açık şekilde "birinci çizgi". Ancak tüm katılımcılar, yine kendilerinden emin bir şekilde "üçüncü çizgi" cevabını verdiler. Biraz gözlerini kısmış, tabloya yaklaşmış olabilirler ama cevaplarından son derece eminler. İşte bu noktada, konuyu doğru anlayıp anlamadığınızı sorgulamaya başlayabilirsiniz. Ve artık üçüncü, dördüncü, beşinci tekrardan sonra, her turda "çıkıntı olan kişi" olmamak adına, diğerlerinin cevabına uyar mısınız?

Deneyde aynı sorunun sorulduğu 18 tekrar bulunur. Bunlardan ilk 2 turda denek ve aktörler gerçek cevabı verirler. Sonraki turlarda denek dışındakiler hep bir ağızdan, önceden ayarlanmış şekilde ustaca bir yalan söylerler.

Deneysel sonuçlar, birçok kişinin belki ilk etapta değil ama, sorular devam ettikçe katılımcıların kalanına, yalan söylemek pahasına uyum gösterdiğini ortaya koymuştur.

Araştırmanın sonuçlarına göre, araştırmaya katılan katılımcıların yüzde 75'i en azından 1 kere çoğunluğa uymayı seçmiş, yüzde 25'i hiçbir denemede uyum göstermemiştir. Katılımcıların yüzde 63,2'si deneyin yarısından çoğunda doğru cevabı vermeyi tercih etmiş, yüzde 36,8'i ise deneyin yarısından fazlasında çoğunluğa uymayı seçmiştir.

Aynı sorular deneklere aktörlerden ayrı yani kendi başınayken sorulduğunda deneklerin sadece yüzde 1'inin yanlış cevap verdiği saptanmıştır.

Sosyal uyum deneyleri ile ilgili Asch’in saptadığı bir diğer önemli bulgu ise; eğer denekle birlikte aktörlerden biri istikrarlı şekilde doğruyu söylerse yani doğruyu söyleyeni onaylarsa ya da diğer bir değişle onun doğrusuna sesli bir şekilde tanıklık ederse deneğin “sosyal uyum” oranı, yani “yalan” söylemesi büyük ölçüde azalmaktadır.

Şimdi yeniden yukarıdaki fotoğrafa bakmanızı ve sol taraftaki çizginin, sağ taraftaki üç çizgiden hangisiyle eşit boyda olduğunu cevaplamanızı isteyeceğim. Ne dersiniz?

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI