Bir salgın iki felaket: Virüsten ölmek ya da yaşarken ölmek
Avrupa'nın Gündeminde bu hafta normalleşme tartışmaları, salgın döneminde tarihi artış gösteren işsizlik rakamları ve İngiltere'de hükümeti destekleyen bilim insanlarına yönelik eleştiriler var.
Fotoğraf: Pixabay
Almanya’da koronavirüs salgınına bağlı olarak önlemler gevşetiliyor. Restoranlar, oteller, alışveriş merkezleri açıldı bile. Telepolis’ten çevirdiğimiz makalede, “Bir salgında iki felaket arasında tercih yapılması gereken bir toplum nasıl bir toplumdur? Ekonomiyi iyileştirmeye çalışırsanız ölüm oranı artıyor, insanları korumak için ekonomiyi aşağıya çekerseniz geçim kaynakları yok ediliyor, insanlar yaşarken öldürülüyor” deniyor.
Fransa’da işsizlik yüzde 30,3 arttı. Bu tarihsel artış en fazla ticaret, otelcilik, turizm, inşaat sektörlerini ilgilendiriyor, artışın devam etmesi de bekleniyor. Zira Renault gibi büyük tekeller binlerce işçiyi işten çıkarmayı planladıklarını açıkladılar. Hükümet ise geçici işsizlik kurallarında değişiklilere giderek ve işsizlik maaşının hesaplanma kurallarını değiştirerek bu artışın daha da hızlanmasına ve işsizlerin daha da yoksulluşmasına neden oluyor.
Başbakan Boris Johnson’un danışmanının evden çıkma yasağı döneminde, hastalık belirtileri gösteren karısı ve çocuğuyla birlikte yaptığı 400 kilometrelik yolculuk İngiltere’de haftanın gündemiydi. Danışman Dominic Cummings’i kurtarmak için tüm bakanlar, daha önce verdikleri kamu sağlığı mesajlarının aksini iddia eder noktaya geldiler. Hükümetin yanında duran bilim ve sağlık danışmanları da halkın bilime güvenini sarsmakla suçlanıyor.
VEBA VE KOLERA ARASINDA
Bjorn HENDRIG
Telepolis
Bir salgında iki felaket arasında tercih yapılması gereken bir toplum nasıl bir toplumdur? Ekonomiyi iyileştirmeye çalışırsanız ölüm oranı artıyor, insanları korumak için ekonomiyi aşağıya çekerseniz geçim kaynakları yok ediliyor, insanlar yaşarken öldürülüyor. Kaç kişinin ve ne şekilde ölümünü isterdiniz? Şirketlerin geniş bir cephede tekrar üretime başlayabilmeleri için ölenlerin sayısının artması göze alınmalı mı?
Hassas şekilde formüle edersek veba ile kolera arasında tercih yapmakla karşı karşıyayız. Televizyon programları, politikacıların açıklamaları, kamuoyu tartışmaları bu alternatifleri ele alıyor. Alternatiflerin ölümlerden ölüm beğenmek şeklinde olduğuna kimse değinmiyor. Mağazalar, restoranlar tekrar açılırsa ve şirketler üretime başlarsa, bu enfeksiyon oranını ve ölümleri nasıl etkiler? Bunu şimdiden kimse bilemiyor ama umut maske ve mesafeyle durumun kontrol altında tutulabileceği.
Mart ortasında Almanya’da “izolasyonun” başlamasından bu yana, başlangıçtaki endişe verici pandemik veriler önemli ölçüde düştü. İş yaşamı ve sosyal temasın askıya alınması işe yaradı. Kapitalizmde satılabilir mal ve hizmetlerin kârlı üretimini durdurmanın ‘yıkıcı’ sonuçları olması kaçınılmaz. Kendini malların toplumsal dağılımında en iyi sistem olarak ilan eden kapitalizm çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Çalışanlar düzenli gelirlerini kaybediyorlar ve kaşla göz arasında yoksullaşıyorlar. Öngörülebilir gelecekte, birçok ürüne erişemeyecekler, kısacası onları alabilecek paraları olmayacak. Sözde serbest meslek sahipleri, perakendeciler, küçük işletmeler, müşterilerini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Lufthansa, Deutsche Bahn veya otomobil endüstrisi gibi büyük şirketler üretimi durdurdukları için planladıkları karı elde edemiyorlar ve devletten yardım istiyorlar. İşten atmalar ve kısa çalışma ile, elbette, şirketlerini korumak için mümkün olan her şeyi yapıyorlar.
Bütün bunlar oldukça iyi biliniyor. Devlet tarafından yürürlüğe sokulan anti-pandemik önlemlere maruz işçi ve işverenlerin listesi oldukça uzun. Her iki cephe de kendine göre çaresiz, ancak ekonomik konumları nedeniyle durumları çok farklı: İşçiler ve beyaz yakalılar yaşam giderlerini nasıl karşılayacaklarını bilmiyorlar. İşverenler işçilerini tekrar kârlı bir şekilde istihdam edene kadar rezervlerinin veya devlet kredilerinin yeterli olup olmayacağını bilmiyorlar. Bu da tedarik zincirlerinin tekrar çalışmasını, piyasada ulusal ve uluslararası düzeyde yeterli sayıda ödeme yapabilecek alıcı olmasını gerektiriyor.
Bunlar dikkate alındığında en kısa süre içinde normal ekonomiye geçilmesi anlaşılabilir mi? Peki “normal” ne anlama geliyor? Görünüşe göre her şey paraya dayanıyor. Ve para kazanmak için, bir şeyin kârla satılması gerekiyor -bu sadece işgücü olsa bile- çünkü insanların artık ellerinde yaşamlarını sürdürmeye yarayacak başka bir şey yok. Ayrıca işgüçlerini satan insanlar kâr elde etmezler tam tersine sömürülürler, ellerine geçen para en iyi durumda iki aylık geçimlerini sağlar. Şimdiki gibi yaygın bir pandemide, para makinesi durursa paraya dayanan böyle bir ekonomik sistem hemen zarar görür. Devlet tarafından alınan önlemler veya insanlar arasında virüsün kontrolsüz yayılmasıyla, öngörülebilir gelecekte meta üretmek ve böylece kâr elde etmek için yeterli insan olmayabilir.
Sağlık açısından gerekli olduğu sürece kendinizi temel üretimle sınırlamak, sağlık sistemini güçlendirmek, gerekli mesafeyi ve hijyeni korurken çalışılamayan zamanın tadını çıkarmak daha normal olmaz mıydı? “Oh, bu imkansız, tamamen gerçek dışı, hangi parayla yaşayacağız o zaman?” Ve şirketlerin kâr ettiği birçok mal ve hizmeti kim satın alacak? Boş zamanların hiç de eğlenceli olmadığı çoğunluğun kötü konut ve yaşam koşullarından söz etmiyorum bile...
Kapitalizmde toplum bir bütün olarak para kazanmaya endeksli olduğundan, üretimi durdurmak derhal varoluş sorunlarını ortaya çıkarır. Varoluş sorunu üretim tesisleri tahrip olduğu ya da çalışmadığı için değil malları ‘altına çevirme’ piyasası dramatik bir şekilde küçüldüğü, hatta kapandığı için ortaya çıkar. Bu nedenle neredeyse alım gücü olan tüketici kalmaz. Bu ‘tehlikeli durumun’ sona erdirilmesi yönünde baskı yüksektir. Kamuoyunda “izolasyonun” hafifletilmesi hakkındaki tartışmanın tartışmasız sürdürülmesi açık bir gerçeği ortaya koymakta: Tabii ki “biz” en kısa sürede “bu durumdan çıkmalıyız. Ekonomimizin işlemesi hepimizin yararına!” “İzolasyonun gevşetilmesi” tartışmasının kasvetli olması herkesin haklı olmasından kaynaklanıyor. Benzeri görülmemiş bir iflas dalgasından korkan işveren birlikleri, üyelerinin mutluluğu çalışıp para kazanmalarına bağlı olan sendikalar, enfeksiyon ve ölümlerde artış olacağı uyarısını yapan epidemiyologlar...
Bir yandan ekonominin tekrar tıkır tıkır işlemesini zorunlu gören diğer taraftan, bu gerçekleşirse enfeksiyonun yayılacağı ve halk arasında çalışacak işçi kalmayacağı endişesini taşıyan politikacılar...
Tabi ki öncelikli olan kapitalistlerin kârları, çalıştırdıkları işçilerin elinde üretilenlerin bir kısmını satın alacak paranın olması, ahlaki açıdan da işsizlere, emeklilere, vb. birkaç sent verilmesi. Sorunun özü ve sonra sürdürülecek tartışma şu: Almanya hangi enfeksiyon önlemlerine ve ölüm oranına tahammül edebilir? Bu güçler dengesine göre değişir! Ama şimdiki cevap başlıkta!
(Çeviren: Semra Çelik)
MEYDAN OKUMA
Laurent MOULOUD
Humanite
Tedirginlik içinde beklenen nisan ayı işsizlik rakamları açıklandı. Sürpriz olmasa da göğüslenmesi gereken ekonomik ve sosyal meydan okuma o kadar büyük ki, insanın kanı donuyor. İşsizlik kurumunun perşembe günü yayınladığı verilere göre, geçici işsizlik dışarıda tutulmasına rağmen, hiç çalışmayanlar kategorisinde bulunanlar 843 bin artmış; yani yüzde 22,6’lık bir artış. Artık dört buçuk milyondan fazla insan işsiz. 1996’dan bu yana böylesi bir artış hiç görülmemişti. Yeni işsizlerin dörtte üçü, dışarı çıkma yasaklarının faaliyetlerini ya tamamen ya da kısmen azalttığı otel, restoran ya da kültür dünyasından gelen; süreli, geçici ve kısa dönem sözleşmelerle çalışanlar insanlardır. Sosyal güvencesi olmayanlar bir kez daha krizin faturasını en fazla ödeyenler.
Fakat kendimizi kandırmayalım, daha da kötüsü önümüzde. Mayıs verileri nisan kadar felaket olacak ve devasa işten çıkarmalar dalgasına tanıklık edecek. Öngörüler 2020 sonuna kadar bir milyondan fazla işsizin olacağını belirtiyor. Örgütlerin kaygı duyduğu bu “sağlık ve sosyal felakete” karşı hükümet ise ateşi körükleyen bir itfaiyeci rolünü oynuyor. Asgari manevralar yapıyor, kimi tavizler veriyor fakat meselenin özü konusunda geri adım atmıyor.
İşsizlik maaşı alanların durumu ne olacak? Süreleri bitenlerin işsizlik maaşı alma hakları uzatıldı, fakat sadece 31 Mayıs’a kadar. Peki bunlar için, kültür sektöründe çalışan geçici işçiler gibi bir yıl uzatma yapılamaz mı? Şimdilik hükümet açısından kesinle olamaz. Ya geçici işsizlik önlemleri? Bunları da 1 Haziran’dan itibaren tamamen devlet karşılamayacak, böylelikle işten çıkarma riski artacak. Peki hükümetin (geçen yıl onayladığı ve 1 Mayıs’ta yürürlüğe girmiş olması gereken) işsizlik maaşı reformunun ikinci bölümü ne olacak? Uygulanması Eylül ayına ertelendi, fakat kuralları daha da zorlaştıracak ve ortalama işsizlik maaşı yüzde 22 düşecek. Sefalete daha fazla sefalet katılacak. Ne mükemmel bir program. İşsizliğin bu tarihsel artışına karşı hükümet yarı önlemler ile karşı önlemler arasında gidip geliyor. En güvencesiz olanların durumunu ciddi olarak göz önünde bulundurmadan ekonomik aygıtı çalıştırmak suya batmış hasarlı bir gemiyi su yüzüne çıkarmaya çalışmaya ve hükümetin sorumluluğunda bir sosyal bir enkaza yol olmaya benzer.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
BİLİM İNSANLARI NASIL HÂLÂ BU HÜKÜMETİN YANINDA?
Richard HORTON
The Guardian
Dominic Cummings, kendi bloğunda 2014’te yazdığı “Riyakâr Adamlar” başlıklı yazısında “Politik gücün tepesindeki insanlar (seçilmiş, seçilmemiş) hedef, zekâ, etik ve beceri açısından en iyileri olmaktan çok uzaklar…10 Downing Street (Başbakanlık konutu) hedefsiz ve ne yapacağını bilmeden krizden krize sürüklenecek…medya önemli olandan çok yeniye yoğunlaşmaya devam edecek ve halk öfkeden köpürmeye devam edecek” derken olacakları öngörmüştü.
Cummings, (Başbakan) Boris Johnson ve kukla kabinesine yönelik halkın öfkesi gün geçtikçe artıyor. Hükümetin hedef, zekâ, etik ve becerileri mercek altında ve yetersizlikleri ortaya çıkıyor. Fakat Cummings’in çevresinde bir kordon oluşturuldu ve her ne pahasına olursa olsun korunuyor.
Cummings, başbakan danışmanlığı görevini kesinlikle kötüye kullandı. Sağlık Bakanı Matt Hancock herkese “Evde kalın” talimatı vermişti; bu bir öneri, bir nasihat değildi. Hancock bunun bir talimat olduğunu açıkça belirtmişti. Cummings bu talimatı ihlal etti. Bu ihlal, özenle belirlenen bir kamu sağlık mesajını zayıflattı.
Cummings görevinde kaldığı sürece halk bu hükümetin toplumun çıkarlarını, iktidarı elinde tutan bir avuç ayrıcalıklı insanın çıkarlarının önüne koyduğu söylemine güvenemeyecek. Johnson liderliğini yaptığı ülkenin her yanında insanların yaptığı fedakarlıkları ürkütücü bir şekilde anlayamaz görünüyor. Cummings bu ailelere en azından bir özür borçlu. Onların ıstırabını ciddiye almamak gerçeklikten kopukluğuna bir işaret.
Bu üzücü tablo aynı zamanda rejimin ahlaki pusulasının şaştığını da gözler önüne seriyor. Rejim derken sadece politikacılar ve özel danışmanlar değil, işlevsiz hükümeti destekleyen doktorlar ve bilim insanlarından da bahsediyorum. Giderek saygınlığını yitiren politikacıların yanında her gün duran bilimsel danışmanlar, politikacıların yıkılan itibarlarına profesyonel kalkanlık rolünü üstleniyorlar. PHE’den (Kamu Sağlığı İngiltere) Yvonne Doyle, Cummings’i koruyan Johnson’un yanında durmayı niçin kabul etti? Birleşik Krallık Kovid-19 Test Programı Lideri John Newton, neden savunulamazı savunmaya çalışan Matt Hancock’un yanındaydı?
Her gün, bir dizi uzman –Bilimsel Başdanışman Sir Patrick Vallance ve Sağlık Başdanışmanı Chris Whitty önderliğinde– kendi saygınlıklarını bakanlarınkiyle birleştirerek bu hükümete itibar sağlıyor. Karakterlerin bu birleşimi kolektif çıkarların öncelikli olduğu inancı koşullarında işleyebilir. Fakat hükümet bir şahsın içgüdülerini diğerlerinin trajedilerinin önüne koyduğunda geri çekilmenin zamanı kesinlikle gelmiş demektir. Danışmanların itibarını uluslararası alanda gülünç duruma düşmüş bir hükümetle birleştirmek büyük bir hatadır. Sağlık ve bilim danışmanları, günlük hükümet basın açıklamalarından hemen çekilmelidir.
Ülkemizde bilim ve sağlığın nitelikli olmasını teşvik eden ve savunan Sağlık Bilimleri Akademisi (Academy of Medical Sciences), Kraliyet Kolejleri ve Kraliyet Derneği (Royal Society) gibi birçok enstitü mevcut. Bu kurumların liderleri, tıp ve tıbbi bilimlerin saygınlığını korumak için göreve getirildiler. Fakat onlar da hükümeti eleştirmiyorlar. Neden? Bu sessizliğin suç ortaklığı anlamına geldiği kesin. Bilim insanları ve politikacılar, görevini yapmayan bir hükümeti korumak için el ele vermiş görünüyorlar. Danışmanlar sorulan sorulara politikacılarla aynı cevapları veriyor; onların senaryolarından hiç şaşmıyorlar.
Burada tehlikede olan bir danışmanın ya da hatta kriz içindeki bir hükümetin geleceği değil. Bilim ve tıbbın bağımsızlığı ve güvenilirliği tehlikede.
Spinner “Soluk Atlı”da uyarıyor: “Bir noktada…grup bilinci bölünür ve herkes kendini birey olarak tanımlamaya geri döner. Asıl ‘rezil’ davranışlar tam bu noktada -en kötü koşullar aşılıp hayat normale dönmeye başladığında- ortaya çıkmaya başlar”.
İşte “Riyakâr Adamlar” tam da şimdi ortaya çıktı. İlişkiyi koparmanın tam vakti.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)