68’in iki simge savaşı ve bugün Denizleri savunmak
"Doğrudan o dönemden bize basılı bir kaynak bırakma imkânları olmamışsa da Deniz, Yusuf ve Hüseyin son sözlerinde, Marksizme, Leninizme ve işçi sınıfına bağlılıklarını haykırmışlardır."
Fotoğraf: Evrensel
Sinancem ALİKOÇ
Ankara
Bu sene 6 Mayıs salgın nedeniyle birtakım fiziksel sınırlamalarla geçse de önceki senelerdeki heyecanından bir şey kaybetmemişti. Birçok ilde dönemin şartlarına uygun biçimlerde anmalar gerçekleşti. Söyleşiler, paneller dijital platformlara taşındı. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın son sözlerinden, son dileklerinden yola çıkarak binlerce genç bir kez daha sosyalizm fikrini tartıştı. Bu tartışmanın elbette sadece bir yönüdür. Pekâlâ herkes “Denizleri savunmak esas … ile mümkün” cümlesindeki boşluğu kendince dolduruyordu. Geçen senelere nazaran dikkat çeken ise bu boşluğun özellikle Kemalizm veya Mustafa Kemal ile doldurulması oldu diyebiliriz. “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hareketi ile Kemalizm’in ilişkisi” ana tartışmadır ifadelerini kullanmak da mümkün değildir ancak azımsanamayacak derecedir. Onun için daha derin bir tartışmayı hak ediyor. Bu yazı da biraz olsun buna hizmet etmeyi amaçlamakta.
Denizlerin Kemalizm ile aynılaştırılması ya da doğrudan bu perspektif ile hareket ettiklerini iddia edilmesinin en temel dayanakları “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” ve “6. Filonun denize dökülmesi” hadiseleri oluyor. Daha öncesinde 68 Hareketi önderlerinden Aydın Çubukçu yazı sonunda bağlantısını verdiğimiz “İki Simge Savaşı” adlı yazısında* bu hesaplaşmayı çok eskiden gördüklerini de ifade ederek bir tartışma ortaya koymuştu. Nitekim uzun bir süre tekrar böyle bir tartışma gündeme gelmedi. Hem Kemalizm’in gelişimini genel hatlarıyla tekrar hatırlatma, 68’i bu açıdan değerlendirme ve mirası bir daha gözden geçirme niyetindeyiz. Bu tartışmayı ortaya koymanın ilk basamağı sanıyorum Türkiye’de burjuva hareketinin gelişim seyrini incelemek olacaktır. En azından Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar ki süreç bu açından önem taşır.
19. YÜZYIL SONU VE ERKEN 20. YÜZYIL TÜRKİYE PANORAMASI
1800’lü yıllarda Osmanlı merkezi bir feodal devlet olarak varlığını korumaktaydı. Osmanlı aristokrasisi ve onun etrafında örgütlenmiş bir bürokrasi egemen sınıf konumundaydı. Alkan ve Çetinkaya Osmanlı’da işçi sınıfının oluşumunu 1800’lü yılların başına dayandırıyor (Alkan & Çetinkaya, 2015). Burada çeşitli zanaat odalarına bağlı işçilerin kastedildiğini düşünürsek burjuvazinin gelişimi özellikle feodal sistemin artık ürününü transfer eden ticaret burjuvazisinin daha erken yıllarda gelişmeye başladığını söylemek mümkün olacaktır. Bir yandan Osmanlı bürokrasisi etrafından gelişmekte olan genç bir aydın kuşak da göze çarpıyordu. Kendilerine daha sonra Jön Türkler denecek bu ekip Fransa, Londra başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde eğitim almaya gidiyordu. 1789 ihtilalinin etkileri ortaya çıkan burjuva hareketin ideolojileri bu genç entelektüelleri etkiliyordu. “Memleket içinde bulunduğu durumdan kurulmalı ama nasıl?” sorusu bu etkileşimle birleşiyordu. Hem bir kısım bürokrasinin hem de bir kısım burjuvazinin desteği ile Osmanlı’da yukarıda bahsedilen sosyoekonomik gelişmeler belli başlı siyasal sonuçlar doğuruyordu. Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856) ve Meşrutiyetin ilk kez ilan edilişi (1876) bu sonuçların en önemlileri diyebiliriz. Bu ferman ve meclisli yönetim denemelerinde halkın, işçi ve emekçilerin etkisi yok sayılamaz ancak belirgin unsur çeşitli bürokrasi ve burjuva kliklerin desteği altındaki (ki bu destek hiç de küçümsenemeyecek derecededir) aydınlardır. Bizim konumuz açısından önemli bir başka sonuç da 1889’da kurulan İttihat ve Terakki Partisidir. Osmanlı otokrasisi adına Sultan II. Abdülhamid 1876’da ilan edilen anayasayı Rus Harbi gerekçesiyle askıya almıştı. İstibdat dönemi olarak adlandırılan yoğun bir baskı dönemi başlamış, Jön Türklerin kazanımları tek kalemde tırpanlanmıştı. Ancak bu dönem halk içinde de ciddi huzursuzlukların politik eğilimlere dönüştüğünü söyleyebiliriz. Osmanlı içindeki azınlık unsurların çeşitli politik eğilimler içinde olduğu, özellikle Balkanlar ve İstanbul’daki işçilerin hareket halinde olduğunu (Benlisoy, 2017), 1908 sonrası da devam ettiğini, İstanbul’u etkileyen, Sultan değiştiren öğrenci eylemlerinin olduğunu (Aktar, 1990) biliyoruz. Bu dönemin hareketi 1889’da bütün bu eğilimleri az çok içinde barındıran İttihat ve Terakki Partisini oluşturdu. Jön Türklerin ana gövdesini oluşturduğu partiye çeşitli burjuva bürokrasi klikleri de destek veriyordu. Fakat en genel düzlemde Sultan Abdülhamid ve parti arasındaki çelişkide biri feodalizmin siyasal egemenliğini diğeri de burjuvaziyi temsil etmiş oldu. Bu süreç 1908 Devrimini getirdi. Osmanlı otokrasisinin yetkileri pratikte ilk kez bu denli kısıtlandı demek yanlış olmaz. 1876’daki Meşrutiyet’in ilanından farklı olarak 1908, İttihat ve Terakkinin önderliğinde halkın çeşitli kesimlerinin eğilim ve eylemleri sonunda gerçekleşti. Devrimden hemen sonra geçmişte Jön Türklerin temsil ettiği İttihat ve Terakki partisinin ana kliği azınlıkları, işçi çevrelerini yani mücadelenin kendi dışındaki bütün unsurları tasfiye etmeye başladı. 1913 Bab–ı Ali Baskını tüm bunların sonucudur. Quataert’a göre 1908 Devrimi gerçekleştiğinde hali hazırda Avrupa İktisadı Osmanlı içinde yayılmıştı (Quataert, 2017). Yani 1908 sonrasında Osmanlı otokrasisinin yetkileri kısıtlamış, Müslüman burjuva kliklerin ve toprak beylerinin siyasal anlamda kısmi egemenliği sağlanmış ve özellikle Almanya menşeili Avrupa sermayesi ile uzlaşıldığını söyleyebiliriz.
İŞGAL ALTINDAKİ ANADOLU VE ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI
Akabinde gelişen I. Emperyalist Paylaşım Savaşında Osmanlı’nın yenik düşmesi sonucu ülke tamamen emperyalizmin işgali altına girmiş, İttihat ve Terakki Partisi fiilen tasfiye edilmiş durumdaydı. 1918’de işgal durumu Mondros Mütarekesi ile resmi bir hale gelmişti. Mevcut durumdan hem ekonomik hem siyasal olarak memnun olmayan yerli burjuvazinin bazı kesimleri Anadolu’da kongreler kurmuş, işgale karşı zaman zaman fiili direniş organize etmeye niyetlenmiş, zaman zaman da başta İngiltere Krallığı olmak üzere emperyalistlerle uzlaşma yolları aramışlardı. İstanbul hükümeti tarafından “vatan haini” ilan edilen Osmanlı Devleti Subayı Mustafa Kemal, Malatya, Bursa gibi birkaç ildeki Müslüman ticaret burjuvazisinin desteği ile bir kongre toplayıp fiilen Anadolu’nun işgalden kurtuluş mücadelesini başlattı.
Mustafa Kemal’in daha önceleri İttihat ve Terakki Partisindeki kliklerden birinde olduğunu ve yukarıdaki ticaret burjuvazisi kliklerle iş birliğinin 1908 sonrasına dayandığını biliyoruz. Bunlar dışında kongrenin içerdeki dayanaklarının ise terhis edilmemiş Osmanlı kolorduları, Celali olarak Osmanlı zamanında dağa çıkmış yarı askeri birlikler ve emperyalizme karşı gönüllü bir mücadele içinde olan Türkiye halkları olduğunu söyleyebiliriz. Ülke dışındaki dayanaklarda ise SSCB’nin karşılıksız silah ve maddi yardım ettiği biliniyor. Askeri sahada emperyalizmin karakolu görevi gören Yunanistan Krallığı’nın bu Ulusal Kurtuluş Savaşı karşısında yenilmesi emperyalizmin Anadolu’daki yenilgisi haline geliyordu.
1923 ŞUBAT İKTİSAT KONGRESİ VE EKİM SALTANATIN KALDIRILMASI
Bu Ulusal Kurutuluş Savaşı’nın antiemperyalist tutumuna gölge düşüren olay askeri direniş bittikten sonra 1923 Şubat ayında Milli İktisat Kongresi olarak kayıtlara geçecekti. Halkın kısmen gönüllü katıldığı, başka bir emperyalist devlette doğrudan destek almadan gerçekleşen mücadele sonucu, Türkiye’de egemen olan ekseriyeti Türk olan Müslüman burjuvazi ve toprak sahipleriydi. Daha sonra Kürtlerin de tamamıyla inkâr edilmesi sonucu zaten egemen olan Türk ulusal burjuvazisi olacağı için bu yazıda böyle kestirmek de sorun olmayacaktır. Fakat 1923 İktisat Kongresi egemen olan Türk ulusal burjuvazisinin emperyalizmle uzlaşmasının, iş birliğinin kapılarını araladı. Mücadele öncesi dönemdeki kadar bir boyunduruk altına girme elbette söz konusu değildi ama sadece egemen sınıflar için…
Bu iktisat kongresi çerçevesinde saltanat tamamıyla kaldırılmış, zaten fiilen yok olan Osmanlı aristokrasisi resmen de bitirilmiş, 1924’te de bir anayasa ilan edilip genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Bundan sonraki süreç 1908 devriminin yarım kaldığı yerden devam etmekti. Bir yandan feodalizmin tasfiye edilmesi (ki bunda da tedricen yapılması tercih edilmiştir) gibi burjuvazinin ilerici görevleri devam ederken bir yandan da kapitalizmin egemenliğinin pekiştirilmesi adına baskı ve sömürünün önü alabildiğine açılmıştı. Zaten ilerici görevler de kısa bir süre içinde işçi sınıfın görevi haline gelecek kadar olgunlaşmıştı.
68’İN İKİ SİMGESİ NASIL ELE ALINACAK?
Kısa ve sıkıcı bu tarih anlatısının detaylarına bakılabilir. Ama meramın anlaşılması açısından bu kısmın özetlenmesi gerekliydi. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi olarak düşünürsek Türkiye’de kapitalizmin gelişimine bağlı olarak bu siyasal sonuçların ürünü olduğunu da kavramakta yarar olduğunu düşünüyorum. 1908’de ilerici bir parti olarak İstibdat rejiminin karşısında duran ve sonrasında baskı, sömürü ve tasfiyeciliğin partisine dönüşen İttihat ve Terakki Partisinin izleri ve emperyalizme karşı direnişe ve mücadeleye geçen grupları bir birlik etrafında mücadeleye sokan ve sonrasında egemenliğini sağladığı an emekçileri ve halkları boyunduruk altına alan Türk ulusal burjuvazisinin izleri bizi Kemalizme götürür. 68’in iki simgesi aslında bu hareketin ilerici ve gerici yönlerini temsil eder diyebiliriz. Pekâlâ, Mustafa Kemal ya da Kemalizm iki ayrı dönemde iki ayrı simge olarak karşımıza çıkıyor. Esas dalaşma noktasına gelirsek, bugün çeşitli ulusalcı çevrelerin ve CHP gibi partilerin 68 ile özdeştirmeye çalıştığı Mustafa Kemal, Çubukçu’nun yazısında bahsi geçen burjuva cumhuriyetin simgesi olan paltolu fotoğraftır. 68 Hareketinin gençlik önderleri Mustafa Kemal’i Ulusal Kurtuluş Savaşı ve antiemperyalist tutumla ele almışlardır. Öte yandan 68 hareketinin önderleri meseleyi bütünlüklü ele almayı kavrayıp burjuva hareketinin ilerici, gerici yönlerini ayrıştırmaktansa işçi sınıfının dünya görüşü kapsamında mücadeleyi organize edip esas ilerici olanı kavramıştır diyebiliriz. Doğrudan o dönemden bize basılı bir kaynak bırakma imkânları olmamışsa da Deniz, Yusuf ve Hüseyin son sözlerinde, Marksizme, Leninizme ve işçi sınıfına bağlılıklarını haykırmışlardır.
BUGÜN BİZLERİN SEÇENEĞİ NE?
Esasen meseleyi bu denli kapsamlı ele alışımızın sebebi ne Türkiye’de kapitalizmin gelişimine bağlı siyasal sonuçları incelemek ne de ulusalcı çevrelerin 68 Hareketini ele alışındaki yanlışlıkları açıklamak. AKP – MHP ittifakının inşa ettiği tek adam rejim birçok açıdan hakları tırpanlamış, temel hürriyetleri geriye götürmüştür. Bu dönemde birçok genç açısından Kemalizmin ilerici görünüşe sahip olan yönleri mücadele hattının çizilmesi konusunda aldatıcı bir faktör oynamış, belirttiğimiz siyasal çevrelerden hak arayış mücadelesinin yükselmemesi ve sistemin tehlikeye girmemesi adına bu durumu öne çıkartmıştır. 68 döneminin gençlik önderlerinin deneyimleri ve eylemleri bizlere öğretici olacaktır. Aldatıcı görüngülere değil esas ilerletici olana yön almakta fayda var.
*https://www.evrensel.net/haber/265193/iki-simge-savasi
Kaynakça
Aktar, Y. (1990). İkinci Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908 - 1918). İstanbul: İletişim Yayınları.
Benlisoy, S. (2017). İstanbul'un Irgatları II. Meşrutiyet'te Sosyalist Bir İşçi Örgütü. İstanbul: İstos Yayın .
Mehmet Ö. Alkan, D. Ç. (2015). Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi 1839 - 2014. Tarih Vakfı Yurt Yayınları .
Quataert, D. (2017). Osmanlı Devleti'nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş 1881 - 1908. İstanbul : İletişim Yayınları .