Kurarsa yeni dünyayı yoksullar kurar
Nuray Sancar, George Floyd'un ırkçı polisler tarafından katledilmesi sonrası başlayan ve günlerdir süren eylemleri Evrensel Pazar'a yazdı.
Fotoğraf: Yasin Öztürk / AA
Nuray SANCAR
Seçim döneminde bir önceki nesle göre yoksullaşmış, kaygılı seçmene Amerika’yı ‘yeniden büyük yap’mayı vadederek emekçilerden oy alan Trump’ın ülkesinde, iki yıl sonraki tablo, büyük çoğunluğunu siyahların oluşturduğu çift rakamlara dayanmış işsizlik ve yoksulluk, pandemiden yine en çok siyahların öldüğünü gösteren kabarık bir ölüm listesi oldu. Protesto gösterileri Beyaz Saray’ın yakınlarına ulaştığında ailesiyle birlikte kapağı sığınağa atan, önünde İncil tuttuğu Kilise’ye gidebilmek için göstericilere gaz sıkma emrini veren ve ‘Üzerinize orduyu salarım ha’ tehditleri savuran Trump’ın dibe çektiği ülkede artık nefes alamadığını söyleyen bir halk ABD’yi kendi bildiği yoldan ‘büyük’ yapmaya çalışmaktaydı artık.
Yeni Zelanda’da cami katliamı sırasında, Cumhuriyetçi Partiden Temsilciler Meclisi Üyesi Steve King Facebook’tan kırmızı renkte gösterilmiş Cumhuriyetçi seçmenlerin ağırlıkta olduğu eyaletlerin Mavi Demokratlar ile birbirine girdiği bir paylaşımda bulunmuş: merak ediyorum kim kazanacak diye yazmıştı. Aklıselim Amerikalılar bu iç savaş çağrısına tepki gösterdiler. Haklıydılar, zira “Bir tarafın 8 trilyon mermisi var diğer taraf ise hangi tuvaleti kullanacağını bile bilmiyor” diye eklemişti çünkü. King bir meczup, bir provokatör olabilir ama bunlar, kokuşmuş kanaatlarını ulu orta söyleyebilsinler diye meydanı boşaltan iktidarın kanatları altında gereken konfora da sahipler. Bu kanaat ordusunun başını da doğal olarak yine Trump çekiyor. Göçmenlere bok çukurundan geldiklerini söylüyor, Kongrenin göçmen kökenli kadın üyelerine kendi ülkelerine geri dönmelerini buyuruyor, karakolda polisten dayak yiyen bir siyahı gülünçleştirerek taklit etmek suretiyle eğleniyor.
Bir zamanlar boşaltılan sanayi kentlerinde sahipsiz, işsiz ve yoksul beyaz seçmenlerin can havliyle sarıldığı yeniden büyük Amerika vaadini sosyal güvenlik sistemi ile istihdam politikalarını şahlandırarak değil kof şişinmelere tahvil ederek karşılamaya çalışan mali sermayenin sadık ama sosyal olarak en maliyetli başkanı olarak Trump’ı sığınağa kadar kovalayan ayak seslerinin sahipleri şimdi ne sadece Demokratlar ne de siyahlar. Mesele ırkçılık olmaktan bile çıktı; şiddetin, yoksulluğun, pandemi sırasında göre göre ölüme terk edilmenin, geleceksizliğin birbirine benzeştirdiği her renkten nefessizler ortak bir öfkeyle yürüyorlar. Bazı polislerin apolet attığı, bazı kolluk güçlerinin ölenin ardından diz çöktüğü yerde Trump’ın şimdiye kadar en yakınındakileri bile eleyip işten atarak gidermeye çalıştığı ama kapatamadığı iktidar çatlakları da büyüyor sayılır.
‘Şiddeti sizden öğrendik’ diye haykıran bir siyah kadın aktivistin gür sesi, şimdiye kadar hiçbir gönül ve can kırığına bu kadar duyarlı olmayan medyanın ve liberallerin kırılan cam seslerine, yağmalanan dükkanlara hayıflanmalarını bastırdı bile. Yoğun bakımdalarsa orada, değillerse o korkuyla, bir parça nefes için entübe edilmenin acısını hep hissedebilsinler ve hatta ondan başka bir şey düşünemesinler diye pandemiyi bir sopa yahut 8 trilyon mermi gibi bir silah haline getirmenin; salgın ile yoksullara karşı bir tür iç savaş başlatmanın bedelini yağmalanmış bir dükkanla bile ödemeye yanaşmak istemeyen mali sermayenin konforu yoksul nefeslerin gücüyle sarsılıyor.
HAKSIZ HUKUKSUZ İNSAN
Auschwitz toplama kampından sağ kurtulduktan sonra anılarını yazan Primo Levi, Bunlarda mı İnsan kitabında her an ölüm tehdidi altındaki, bir saat sonra sağ kalıp kalmayacaklarından emin olmayan tutukluların davranışlarını anlatır. Küçük stratejiler, sessiz dayanışma hesapları, maddi ve manevi alışverişler yapmadan hayatta kalmanın mümkün olmadığı mekanda her şeyden vazgeçmiş, tepkisiz ve beklentisiz; yerde yiyecek ararken secdedeki birine benzetildiği için ‘Müslüman’ diye anılanların bu ağır baskı koşullarının müstesna bir mamulü olduğunu yazar. Primo Levi’nin anılarından yola çıkarak ‘çıplak hayata’ indirgenmiş varoluş tarzını inceleyen Agamben, koronavirüs salgını başladığında bu kavrama geri dönmüş ve bir tartışma da başlatmıştı. Çıplak bir hayat idame ettirmekten başka bir şeyle ilgilenmedikleri için artık birer canlı cesede dönüşmüş “Müslüman” figürünün nevzuhurunu uzak görmüyor, bunu pandemi ile bir nedensellik ilişkisi içinde yeniden gündeme getiriyor, ‘insanların çıplak hayat’larıyla ilgili kaygılarının yoğunlaşmasını eleştiriyordu.
BU BİR SINIF SAVAŞI
Agamben’in tespitleri dikkat çekicidir. Biyolojik ihtiyaçlarını en asgari düzeyde karşılayarak ölüm ile yaşam arasında duran insan yapımı faşizmin bir alameti farikası değildir sadece ve aslında. Trump’ın mali sermayesinin de dünyanın öteki kapitalistlerinin de bilinçaltında her an uyanmaya hazır bekleyen sinsi bir hevestir bu. Pandemide, yönettikleri halkları ilan edilmiş ya da edilmemiş sürü bağışıklığına terk eden liderlerin çoğu ‘çıplak hayat’larına mahkum edilen insanların temel odaklanma noktasının, ölüm korkusu içinde, bütün dikkatlerinin nefes aldırmayan bir hastalığa yakalanmamaya çalışmak olduğunu bilirler. Bu durum hakların ikinci plana atıldığı hukukun keyfiyete kolay teslim edildiği bir vasat oluşturmayı mümkün kılar.
Ne var ki pandemi gelip geçicidir. İnsanların bu süreçte edindikleri; azami talebin ayakta ve hayatta kalmayla sınırlanması, beklenti standartlarının düşürülmesi gibi alışkanlıkları hiç zorlanmadan sürdürebilmeleri ne büyük nimet olacaktır Trumpgiller için. Ama öyle olmadı; bir polisin, boynuna dayalı dizinin altında 45 dakika nefes alamayan George Floyd’un görüntüsü bu çok zavallı hayali patlattı. Sekiz trilyon mermi zoru artı pandemi sopasıyla en alttakilere; olağan şüpheli siyahlara, işsizlere ve işçilere çıplak hayat dayatmasını ekleyenlerin camları çatladı: One two three four, This is Class War.*
Bu daha başlangıç belki de. 10 yıl önceki yüzde 99’un hareketi olarak ortaya çıkan Occupy! (İşgal et!) eylemlerinin çarçur edilmeyen birikiminin soluğu bugünkü eylemlerin üzerinde hâlâ. 2008 krizinden sonra Arap ülkelerinde başlayan birinci dalga ‘bahar’ eylemleri kendisini 2019 sonbaharında daha büyük bir coğrafyada ortaya çıkan halk hareketlerine ulamış ve arada Sarı Yelekliler gibi ön haberciler, artçı sarsıntılar, türevler vb. yaşanmışsa burada da kalmayabilir büyük olasılıkla. Siyahların ve beyazların, göçmenlerin ve yerlilerin, sarı, siyah, beyaz derililerin kendileri için küçülmüş bir dünyayı büyütmek isteyen nefessizlerin yeni normali Trumpgillerin umduğu normal olmayacak, görünüyor. B.k çukuruna çekin gidin dedikleri emekçilerin, ta enselerinde hissetikleri soluğundan kaçacak bir sığınakları bile olmayabilir bir gün.
* Bir iki üç dört, bu sınıf savaşıdır…