09 Haziran 2020 23:00

Polis şiddetine karşı olmanın dayanılmaz hafifliği

ABD’de başlayan ırkçılık karşıtı gösterilere sebep olan polis şiddetinin beslendiği kaynaklara ve bunu var eden devlet yapısına karşı yaşam hakkını savunmak...

Fotoğraf: Pikist

Paylaş

Şiar ARGIN

İstanbul

Siyah ABD vatandaşı George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle meydana gelen ırkçılık karşıtı protestolar büyüyen ve farklı sosyo-ekonomik taleplerle birleşen bir sosyal patlama halini alıyor. ABD halkının yaşam koşullarındaki sıkışmışlığının patlaması olarak da değerlendirilen protestolar başka ülkelere de yayılıyor. Özellikle ABD’de giderek büyüyen siyasal kuşatmaya, devlet aygıtlarının işleyişine ve alenen “polis” gücüne karşı bir itirazı da içinde barındırıyor.

Gerçekten de kapitalist birikim modelinin sınırlarının açıktan görülmeye başlandığı, yeni dünya krizinin tartışıldığı ve bunu aşacak yeni çözümlerin ortaya konulmakta zorlandığı, üstüne de salgının yarattığı dönemsel tahribatın tetiklediği böylesi toplumsal kriz dönemlerinde; ayrıcalıklı sınıflar, en azından sürekliliği sağlamak için kemer sıkma programları, yeni vergilendirme yöntemleri, kurtarma paketleri, bölgesel paylaşım-fiziksel işgaller vb. bütün hamlelerini sahaya sürüyor. Bunun zorunlu sonucunda emekçi halklarda ekonomik ve siyasal öfkenin parladığı ve sınıf çatışmasının şiddetinin yükseldiği böylesi dönemlerde kapitalist devletler; sınıf çatışmasındaki pozisyonunu tahkim etmek üzere güçlü yürütme erkleri, yetkileri minimize edilmiş yasama-yargı organları, baskıcı-kısıtlayıcı hukuk normları ve aşırı güç-yetki devredilmiş kolluk güçleri vb. stratejik adımlar atmaktan çekinmemektedir. Bunu kapitalizm tarihi boyunca görmek mümkündür.

Özellikle neoliberal ekonomik-politik kurumsallaşmanın işlediği 30-40 yıldır kapitalist devletlerin müdahaleci-otoriter rolünü güçlendirdiğini, görülmedik baskı yapılarını inşa ettiğini görmek mümkündür. Çünkü neoliberalizm, toplumsal yaşama dönük çok yönlü saldırısını koordine etmek ve ekonomi politikalarının en az tehditle uygulanmasını sağlamak amacıyla müdahaleci, baskıcı, güvenlikçi devlet biçimlerini bütün küresel kapitalist sistemin geleceği için zorunlu kılmıştır. Haliyle burjuvazinin siyasal-ideolojik sözcüsü ABD gibi bir ülkede, siyah bir işçinin polis tarafından öldürülmesi sonrası sosyal patlamanın ırkçılık karşıtlığıyla sınırlı kalmayıp ekonomik-siyasal-kamusal vb. talepleri içermesi sürpriz değildir.

ABD’NİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Federal hükümete bağlı aşırı yetkili polis gücü, federal hükümetin eyaletler-yurttaşlar özelinde müdahale alanını genişletmesi ve iç düşman (terörizm) üzerinden olağanüstü yetkili kurumlarla denetleme-gözetleme tekniklerinin ilk örneklerinin gündeme gelmesi bildiğimiz özgürlükler ülkesi ABD imajının görünmeyen yüzüdür. “Ayaklanma Yasası” vb. gibi ulusal muhafız-ordu güçlerini kolluk güçleri gibi konuşlandırma yetkisini yürütme gücüne veren yasaların, özgürlüğün kırıntısının olmadığı “İç Güvenlik” paketlerinin ilk defa ABD’de yürürlüğe sokulmasını da bize anlatılan tarihte pek duymayız. Devletin kapitalist toplumdaki pozisyonunun en profesyonel biçimde örgütlenmesinin örneklerinin ABD’den diğer ülkelere sirayet etmesi tesadüf değildir. Çünkü ABD özgürlüklerin değil her şeyden önce kapitalist birikimin eşiğidir.

Kapitalist devletin kendisi, sermaye güvenliği motivasyonuyla uzunca bir süredir sınır tanımaz, güvenlikçi, baskıcı, kısıtlayıcı, totaliter kurumlarla karakterizedir. Polis gücünün de bu “sürekli savaş” halinin en kritik kurumlarından biri olarak birçok ülkede şiddet-cinayet vb. yurttaşlar üzerinde bir korku sultası olarak şekillenmesi kapitalist devletlerin sınıf mücadelesinde aldığı pozisyonun doğal sonucudur. Tabii, polis eliyle işlenmiş her cinayetin sömürü düzenini tahkim etmek üzere işlendiğine dair indirgemeci bir sonuca varmıyoruz. Hatta ABD’de olduğu gibi bir polis memurunun işlediği cinayetin belki de sistemi tehdit edecek bir sosyal patlamaya yol açması gibi örnekleri de çoğaltmak mümkün. Ancak kolluk güçleri başta olmak üzere devletin; özel mülkiyet ve sermaye güvenliğiyle karakterize kurumlarına verdiği aşırı yetkinin işleyişinin ve sonuçlarının lineer olmasını beklenemez. Sermayenin güvenliği uğruna yurttaşlar üzerinde sınırsız bir etkinliğe sahip olan devlet gücünün, sosyal patlamalara yol açacak cinsten “yol kazaları” karşımıza çıkabilir ve çıkmaktadır. Bu, kolluk güçlerinin neoliberal kapitalizm ve devlet makinesi için bugün daha da vazgeçilmez bir kurum olduğu gerçeğini değiştirmez.

POLİSLİK HALLERİ ABD İLE SINIRLI MI?

Haliyle meseleye ABD’deki polis gücünün sınırsız yetkisini eleştirerek başlayan her söylemin kendi ülkesiyle kurduğu bağ, turnusol görevi görür. Kürt illerinde yatak odalarında girişilen “PÖH” gösterisinin, cesetlerin bağlanarak şehir turu yapılan polis araçlarının, zırhlı araçlarla kovalanan 8 yaşındaki engelli çocukların tokatlanarak güven tazelenen sokakların, karakollardan çıplak işkence fotoğraflarının servis edilmesinde beis görmeyen insan-dışılığın “görülmediği” her ulus-ötesi itiraz riyakarlıkla maluldür.

Salgın döneminde her gün 2-3 farklı versiyonuyla görülen polis şiddeti haberlerini normalleştirip ABD’nin devlet-polis terörü normaline şaşırmanın, sosyal medyadan fikir belirtmeye çekinilen baskı-korku atmosferine bir karşı-pozisyon örgütlemeden Trump iktidarında cisimleşen polis devletine yükselmenin pozisyonu tutarsızdır. Festus Okey’in Beyoğlu karakolunda işkenceyle öldürüldüğü bir ülkenin devlet aygıtının işleyişine, polis-asker yetkilendirmesine itirazı içselleştirmeden ABD’nin siyah-düşmanı polis gücüne ırkçılık-karşıtı bir meydan okumanın pek de bir anlamı yoktur.

Çünkü iç güvenlik aygıtları, üyelerinin bireysel özelliklerine, ulusal kimliklerine göre şekillenemeyecek kadar sistemin ekonomik-siyasal çıkarlarıyla kurumsallaşmıştır. “Bizim ülkenin polisi böyle değil” ya da “çürük elma” retoriğiyle işin içinden sıyrılmanın olasılığı yoktur. Çünkü kolluk kuvvetlerinin yetkisi ve motivasyonu çürük elmaları içermek, belli zamanlarda da dışa vurmak zorundadır. Lenin’in söylediği gibi devlet makinesi, “her zamankilerden” ibarettir; “[…] sürekli ordu, polis, pratik olarak görevden alınamaz, ayrıcalıklı, halkın üstüne konmuş memurlar topluluğu.”*

Mevzu, ulusal sınırlarına bakmadan, devlet aygıtı dahil kapitalizmin kurumsal yapılarına açıktan cephe alacak, ABD halklarının gösterdiği gibi devletin “sarsılmaz” imajının halk güçleri karşısındaki zayıflığını gösterecek türden bir örgütlenmenin zorunluluğundadır. Bu zorunluluk, bugün açıktan “suç” işleyen neoliberal düzenin ve devletin halk nezdinde “yasa-dışılaşmış” kurumlarına karşı yaşam hakkını savunmak için çok daha acildir.

*Lenin(2010), Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol Yayınları, sf. 45

ÖNCEKİ HABER

Anayasa Mahkemesi Başkanı Arslan, adil yargılama hakkı ihlallerine dikkat çekti

SONRAKİ HABER

Sağlıklı yaşam tehdit altında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa