09 Haziran 2020 23:00

Sovyetlerde ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH)

Bu yazımızda Marksizm’in ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin savunduğu en temel ilkelerden biri olan ulusların kendi kaderini tayin hakkını inceleyeceğiz.

Fotoğraf: Pxfuel

Paylaş

Bu yazımızda Marksizm’in ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin savunduğu en temel ilkelerden biri olan ulusların kendi kaderini tayin hakkını inceleyeceğiz.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkını açıklamadan önce ulusun ne demek olduğuna açıklık getirmekte fayda var. Ulusu Stalin şu şekilde tanımlıyor: “Ulus; tarihsel olarak oluşmuş, ortak bir dil, toprak, ekonomik hayat ev kendini ortak bir kültürde bütünleyen ruhsal biçimleniş temelinde oluşan, istikrarlı bir insan topluluğudur. Şunu söylemeye gerek bile yoktur: Her tarihsel görüngü gibi ulus da değişim yasasına tabidir. Onun da bir başlangıç ve bir bitişten oluşan kendi tarihi vardır. Yukarıda belirtilen temel özelliklerden hiçbirinin kendi başına ulusu tanımlamaya yeterli olmadığı vurgulanmalıdır. Dahası bu temel özelliklerden tek bir tanesinin yokluğu bile, bir ulusun ulus olmaktan çıkması için yeterlidir. (...) Ulusun tek bir ayırt edici özelliği olmadığı açıktır. Bir ulusu diğerlerinden ayıran, daha önce sözü edilen özelliklerin toplamıdır. Uluslar karşılaştırıldığında bunlardan bazen biri (ulusal karakter) bazen diğeri (dil) bazen de bir üçüncüsü (ekonomik koşullar, toprak birliği) belirgin bir biçimde göze çarpar. Ulus, bütün bu özelliklerin birleşiminden oluşur.”

İlk ulusal hareketler kapitalizmin gelişmesiyle feodal iktidarlara karşı burjuva ulusal hareketler biçiminde ortaya çıktı. Emperyalizm çağında ise iki biçim aldı. Birincisi emperyalizmin sömürgeleştirdiği ülkelerde; ikincisi çok uluslu ve ulusal baskının olduğu ülkelerdeki burjuva ulusal hareketler olarak ortaya çıktı. Yani bir ulusun toprağının işgal edilmesi, başka bir ulus tarafından boyunduruk altına alınması ya da dil, kültür ve kendi kendini yönetmek gibi ulusal haklarını özgürce kullanamamasında temellendi. Geç kapitalistleşen ve dolayısıyla uluslaşma sürecinde geciken uluslar kendi devletlerini kuramadı. Bu halklar, kendi devletlerini kurmak istediklerinde egemen devlet tarafından şiddetle baskılandı.

SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE UKKTH PRATİĞİ

Yazımızın konusuna gelecek olursak ulusların kendi kaderini tayin hakkını şöyle açıklayabiliriz: Her ulusun kendi geleceğini belirleme hakkı sadece kendisine aittir; kimse ulusun hayatına zorla müdahale etme, okullarını ve diğer kurumlarını yok etme, gelenek ve göreneklerinyok sayma, dilini baskı altına alma ve haklarını kısıtlama hakkına sahip değildir. Bu elbette ki Marksistlerin her ulusun her türlü gelenek ve göreneğini destekleyeceği anlamına gelmez. Herhangi bir ulusun baskı altına alınması durumunda Marksizm buna karşı mücadele edecek ve ulusun emekçilere zarar veren gelenek ve kurumlarına karşı da çalışma yürütecektir. UKKTH’yi savunmak her ulusun, her bağımsızlık, özerklik ya da federasyon talebini desteklemek anlamına da gelmez. Ancak ulusun bunlardan herhangi birini seçebilmesi için referandum yapması fikrine destek olur. Örneğin; Ekim Devrimi’nden yaklaşık 2 ay kadar sonra Finlandiya SSCB’den ayrılmak istemiştir. Nihayetinde Finlandiya’nın sosyalist devrim gerçekleştirmiş bir ülkeden ayrılmak istemesi emperyalizmin yörüngesine yaklaşmasına anlamına gelmesine rağmen; Sovyet Rusya, Finlandiya halklarına ayrılmamaları gerektiği yönünde ajitasyon gerçekleştirmiş ancak referandum sonucu Finlandiya bağımsızlığını ilan etmek istediğinde Finlandiya’nın bağımsızlığını tanımıştır. UKKTH için mücadelede Marksistlerin amacı ulusal bilinci yükseltmek veya ulusal değerleri yüceltmek de değildir. Aksine tüm dünya proleterlerinin ulusal düzeyde eşit haklara sahip olmasını ve burjuvazilerine karşı uluslararası bir mücadeleyi yürütmedeki birlikteliklerini güçlendirmektir. Sınıf bilinçli proletaryanın politikasını, ulusal mücadeleyi şiddetlendirip alevlendirmeye, ulusal hareketi de sürdürüp keskinleştirmeye çalışan politikalardan ayıran temel yan budur. Bu sebeple sınıf bilinçli proletarya burjuvazinin ulus devlet sancağı altında toplanamaz.

UKKTH VE HALKLARIN İRADESİ

Çarlık Rusya’sı devrimden önce tam bir halklar hapishanesiydi. Bütün uluslar Rus milliyetçiliği altında eziliyor; kültürleri, dilleri, gelenekleri asimilasyona uğratılıyordu. Ekim Devrimi’nden sonra bütün ulusların ayrılma ve ayrı devlet kurma hakları tanındı. Azerbaycan ve Ermenistan’da Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Sosyalist Rusya’nın sınırları içindeki halklar, bölgesel özerklik temelinde örgütlendi. Özerk bölgelerin sınırları, ekonomik ve sosyal koşullar göz önüne alınarak bu bölgelerde yaşayan nüfusun kendisi tarafından belirlendi. Toprak sahipleri ve kapitalistlerin iktidarını deviren Rusya proletaryası, Rus olmayan halkların emekçi yığınlarının merkezi Rusya'da bulunan devletin gelişmişlik düzeyinin her coğrafyaya eşit yayılabilmesi için somut yardımlar yapmayı kabul etti. Rus ulusundan olmayan halkların kendi ulusal damgalarını taşıyan Sovyet iktidar biçimleri inşa etmeleri, kendi ülkelerinde kendi dilleri ve kültürleri ile donanmış yerli kadroların yetiştirmeleri, ana dilde basın, tiyatro, okul gibi eğitim kurumlarının kurmaları için olanaklar yaratıldı.

ULUSAL ÖZERKLİĞE KARŞI BÖLGESEL ÖZERKLİĞİN ÖNEMİ

Burada SSCB’de ulusal sorunun çözümü açısından ulusların kendi kaderini tayin hakkının kaçınılmaz olduğu Bolşevik Partisi tarafından belirtilmiştir. Sorunun tamamen çözümü noktasında Sovyetler Birliği’nin bir parçası olarak kalmak isteyen uluslar için ise ulusal özerklik veya federasyon yerine bölgesel özerkliğin en nihai çözüm olduğu belirtilmiştir. Ulusal özerklik yapaydır; yaşamın bir şekilde ülkenin farklı yerlerine savurduğu insanları yapay bir ulus içine çekilmesini öngörmektedir. Ayrıca ulusal özerklik kitleleri milliyetçiliğe çekmektedir. İşçi ve emekçilerde sınıf bilincinden ziyade ulusal bilinci ön planda tutmaya hizmet eder. Polonya, Litvanya, Ukrayna ve Kafkasya gibi belirginleşmiş birimlerdeki gibi bölgesel özerklik ise insanları uluslara göre ayırmaz, ulusal engelleri sağlamlaştırmaz aksine yıkar ve sınıflara göre bir ayrımın yolunu açmak için nüfusu birleştirir. Ayrıca bölgesel özerklik, merkezin kararlarını beklemeden bulunduğu bölgenin zenginliklerini en iyi biçimde kullanacak ve üretici güçlerin gelişmesini de en iyi tetikleyecek yönetim biçimidir.

ÖNCEKİ HABER

Hedef sadece meslek örgütleri değil gençliğin talepleri

SONRAKİ HABER

Derdimizin devasını bulduk mu?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa