Şair Devrim Horlu: Gerçekle kurduğum ilişki şiirle kurduğum ilişkiden farklı değil
Devrim Horlu’yla yeni kitabını konuştuk. Gerçekle kurduğu ilişkinin şiirle kurduğu ilişkiden farklı olmadığını söyleyen Horlu “Gerçeğin bize dair olması için yaşarız" dedi.
Şair Devrim Horlu/ Kolaj: Evrensel
Ege KARACAN
Taştaki Dikiş İzi, Devrim Horlu’nun ikinci şiir kitabı… Horlu, şiirlerinde kentsel dönüşüme uğramayan, komşuluk ilişkilerinin sürdüğü, çocukların sokaklarda oynadığı emekçi mahallelerinden imgelerle çıkıyor karşımıza…
Devrim Horlu’yla yeni kitabını konuştuk. Gerçekle kurduğu ilişkinin şiirle kurduğu ilişkiden farklı olmadığını söyleyen Horlu “Gerçeğin bize dair olması için yaşarız, onu yaşadıkça yeniden anlamlandırır ve şekillendiririz.” dedi.
İkinci kitabın “Taştaki Dikiş İzi” okurlarla buluştu… Taşta dikiş izlerine neden olan yaralarla başlayalım… Söz sizde…
Yaşadığımız coğrafyanın, kurduğumuz ilişkilerin ve dahil olduğumuz toplumun bize dair olanı hırpaladığı açık. Tüm bunların yarattığı tahribatın yıkıcı olduğunu düşünüyorum. Bu yıkıcılık yeniden kurmak, onarmak ya da sağaltmak istediklerimizden yöneliyor bize üstelik. Yaşadığımız memleket için kavga ederken, sevdiklerimiz kendilerini yalnız hissetmesin diye çırpınırken ya da kitlelerin çıkarı için elimizi taşın altına koyarken sürekli bedel ödüyoruz. Yara meselesine buradan bakmak daha doğru olabilir. Taş metaforu ise mutlaka yine yara alacak olan insanla ilgili. Yarasına alışan ya da kabuğuyla barışık insanlar, tehlikeyi kanıksayanlar, apolitik sanılanlar, boyuna kanayan ama ölmeye niyeti olmayanlar… Şiirde sadece kişisel olanı anlattığımı düşünmedim hiç. Kendimden yola çıktım fakat sadece kendimi değil arasında yaşadığım insanları da anlattım. Yaşadıklarını bir de benim sezdiğim yerden sezsinler diye yazdım. İsim biraz da bu anlattıklarımı içersin diye Taştaki Dikiş İzi oldu.
"GÜNCELLİĞİNİ BÜTÜNÜYLE YİTİRDİĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM"
Bir mahalle atmosferi hakim şiirlerde… Kentsel dönüşüme uğramayan, komşuluk ilişkilerinin sürdüğü, çocukların sokaklarda oynadığı emekçi mahallelerinden imgeler çıkıyor karşımıza… Bende bıraktığı ana izlenim bunlar… Neden böyle bir mahalle atmosferini anlatma ve şiirleştirme ihtiyacı hissettiniz?
Edip Cansever, “İnsan yaşadığı yere benzer” diye yazmış Mendilimde Kan Sesleri şiirinde. Doksanlı yılların ortalarına denk geliyor çocukluğum. Üç farklı mahallede tecrübe ettim bu safhayı. Anadolu yakasının girişi sayılabilecek Pendik’in bir mahallesi olan Güllübağlar ve herkesin aşağı yukarı bildiği Gazi Mahallesi ile Okmeydanı. Beni oluşturan, bakış açımı ve sezgilerimi şekillendiren yerlerin benimle yaşaması olağan. İlk kitabım Gölgeler Çürürken de oralardan izler taşır. Buraları anlattım çünkü benim gerçeğin elini oralardan tutmam gerekiyordu. Mahalleler birçok ilişkiyi barındırır içinde. Özellikle iki farklı kutuptan sayılabilecek insanların yaşadığını söyleyebileceğimiz mahallelerde bu daha da belirginleşiyor. Muhafazakâr insanların ve devrimci geleneği bir anlamda tecrübe etmiş insanların nabzını tutma imkanım oldu. Bu insanların ortak noktası işçi sınıfına dahil olmalarıydı. İstanbul için bu durum yavaş yavaş değişse de Anadolu hâlâ bozulmamış mahallelerle dolu. O bakımdan güncelliğini bütünüyle yitirdiğini düşünmüyorum. O ilişkiler, sokaklarda oynayan çocuklar, yaş almış insanların suladığı ağaçlar ve emekçiler hep oradalar. Benim şiirim bütünüyle değilse de çoğunlukla oradan seslenir okura.
Bu mahalle atmosferi sadece romantik ve nostaljik bir boyutta karşımıza çıkmıyor. Bu mahalledeki dönüşümleri hissettiren gelişmeler şiirlerde kendine yer buluyor… Örneğin kadına şiddet sahnesini okuyoruz ya da ansızın bir polis karşımızda beliriyor … Şiirle gerçek arasındaki çatışmanın sizde bıraktığı etkileri dinleyebilir miyiz?
Benim gerçekle kurduğum ilişki şiirle kurduğum ilişkiden çok farklı değil. Gerçeğin bize dair olması için yaşarız, onu yaşadıkça yeniden anlamlandırır ve şekillendiririz. O değişmiyor olsa da bizdeki yansıması değişir. Şiir de bir anlamda böyledir. Çok kişisel bir alandan doğarak çoğalır ve kendi kişisel çıkış noktasında şekillenip köklenir. Okur bu kökün düşe doğru mu toprağa doğru mu büyüdüğünü sezer. O seziştir şiirle kurduğu ilişkiyi belirleyen. Yazdığım şiirde gerçeği apaçık göstermektense okurun bulmasını yeğlerim. Çünkü yazmak kadar okumak da emek isteyen bir süreçtir. Hem şiirin muhtevasında var bu. Somut şiirde dahi kullandığınız objelerle bambaşka mesajlar vermeye çalışırsınız. Tüm bunların yanında şahit olduğum ya da işittiğim şeyler iyi de olsa kötü de olsa şiirimde kendine yer bulur. Kadına şiddet, polis şiddeti, savaş, açlık, sokak çocukları, simitçiler, çiçekçi kadınlar ve daha fazlası etiyle kemiğiyle vardır şiirimde. Çatışma noktası, tüm bu gerçeği sezgisel olana çekme çabasıyla başlıyor.
"ANNEM ‘NAÇAR’ DİYE KIZARDI"
“Naçar” kelimesi birçok şiirde karşılaşıyoruz. Şairler bazı sözcükleri ve imgeleri kendi imzasına dönüştürmek ister… “Naçar” sizin için ne anlam ifade ediyor?
Naçar kelimesini Cahit Irgat okuyanlar hatırlayacaklardır. Cahit Irgat, kendi toprağının dilini, söyleyişini kaybetmemiş şairlerdendi. Orta Anadolu şehirlerinde yaşayanlar ya da büyük şehirlere oralardan göç edenler bu kelimeye aşinadır sanıyorum. Benim ailem İstanbul’a Sivas’tan göç etmiş zamanında. Çocukken yer sofrasında yemek yediğimiz vakit, mutlaka birkaç damla dökerdim kaşıktan sofraya ya da üzerime. Annem “Naçar,” diye kızardı öyle olunca bana. Günlük konuşmamda da sıkça kullanırım bu kelimeyi. Elbette benim bir imzaya dönüştürmek niyetim yok bunu ancak Taştaki Dikiş İzi’nde bu kelime bazı şiirlerde geçer.
Sözcüklerden devam edelim… “Naçar”, “tanrı”, “taş”, “toprak”, “rüzgar”, “ağaç”, “oyun”… Bu kelimeler Devrim Horlu’da nasıl bir toplamı ifade ediyor?
İnsan zihni kelimelerle çalışıyor. Tüm bu kelimeler ve daha fazlası yaşadığım çevrenin, iletişimde olduğum insanların bendeki karşılığı bir anlamda. Tanrı kadar Allah da çokça geçer şiirlerde. Kitapta, Kemal Tahir’in bir cümlesi var. “Sen bu Allah sözünü beline silah etmeye çabalamaktasın ama bu silah bize hiç sökmez.” Benim kişisel olarak insanların inançlarına, ibadetlerine, dini ritüellerine sonsuz saygım var. Ben buna saygısı olmayanların zulümleriyle mücadele eden insanlardan biriyim aynı zamanda. Başka türlüsünü düşünmem mümkün değil. Ancak bugün siyaset “Allah” kelimesinin gölgesinde yapılıyor. Şiirimde bunu eleştirmek için çokça kullandım bunu. Doğaya ait olan her şeyin benim için ayrı bir yeri var. Sadece genel algının estetik gördüğü kuş, at gibi hayvanları tercih etmem söz gelimi. Kirpilerden yılanlara, böceklerden solucanlara, doğaya ait birçok canlı yer alır şiirlerimde. Çocukluk da şiirimin temel meselelerinden biridir ve haliyle o zamana dair olan da yer alır şiirimde. İnsana ve doğaya ait olan her şeye dokunmaya, onu seslemeye, onunla seslenmeye seviyorum.
"AŞKA DÜŞMEK OLARAK OKUMALI"
Kitaptan seçtiğim dizeleri bir soru gibi düşünüp sizden kısa yanıtlar istiyorum?
“çatlağım çıplak, çatlağım taze, çatlağım kara”: Acı, apaçık ve ilgi çekicidir.
“denize düşen yılana, toprağa düşen dikene sarıldı”: Bunu aşka düşmek olarak okumalı.
“bomboş bardaklar gibi duran ellerimizle bir başımızayız”: Bazen size dolmaları, katılmaları gerekir diğerlerinin.
“ağzımda çatır çatır kırılıp ağır ağır eriyor buz dağları”: Büyük büyük ve söylenmesi gereken cümleleri söyleyemiyoruz bazen.
“ellerimi bir gün fotoğrafımıza bakarsın diye yıkadım”: Birini hatırlamak bir anlamda yeniden el ele tutuşmaktır.