George Floyd ve perspektif
"Dünya gençliği, perspektifindeki değişimle birlikte yeni bir sorgulama, kavrama ve eyleme geçme sürecinin ilk adımlarını atmıştır."
Fotoğraflar:AA
Gazi ATEŞ
Etkisi ve yol açtığı gelişmeler bir an için bir tarafa bırakıldığında, Afro-Amerikalı George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi, aslında ABD’nin “olağan vakaları”ndan biriydi. Katledilmesinin görgü tanıklarınca birebir kaydedilmesi ve insanı derinden etkileyen görüntülerin sosyal medyada yayılması da aslında bu “vaka”nın ayırdedici bir yönünü oluşturmuyordu. Nitekim öncesinde de bu tür tanıklıklar az değildi, sosyal medyada bu tür görüntülere az rastlanılmıyordu. Öyleyse, George Floyd olayında farklı olan neydi ki, bu denli bir toplumsal ve uluslararası infiale yol açtı?
Anımsayalım ki, görünür olanda görünmeyeni görünür kılmak sanatın temel bir özelliğidir. Bu ise, öncelikle bir perspektif sorunudur.
Bu bakımdan şunu diyebiliriz ki, “olağan“ George Floyd “vakası“na “olağanüstü“ bir tepki verilmesi (aslında olağan olan bu!), üstelik bu tepkinin siyahlarla sınırlı kalmayıp, toplumun çeşitli kesimlerinin kısa sürede protestolara iştirak etmesi ve daha önemlisi 47 yaşındaki (!) bir siyahın polislerce öldürülmesini protesto eden kitlelerin ana gövdesini ABD (ve dünya) gençliğinin oluşturması, işte bütün bunlar, bir perspektif değişiminin işaretleridir. Hiç şüphesiz, George Floyd olayı, polisin bir siyahı öldürmesinin protesto edilmesinden ibaret değildir. Olayı sadece bundan ibaret görmek, bizi, görünür olanda mevcut olup ama hemen birebir görünmeyeni görme çabasından uzaklaştıracaktır.
Özellikle gençlikte gözlemlenen perspektif değişiminin belirmiş olmasının gerisinde, çeşitli faktörlerin bir aradalığı durmaktadır. Bu bir aradalık, bir yönüyle, belli başlı olumsuz ekonomik-sosyal değişimlerin nicel olarak birikmiş olmasının bir sonucudur. Ama perspektifteki değişim, sadece olayların nicel olarak birikmesinden ibaret görülmemelidir.
Nitekim, George Floyd olayındaki büyük tepkinin tam da salgın koşullarında, daha doğrusu, büyük tarihi bir salgının; bir yandan doğanın talan edilmesinin ve canlı emek sömürüsünün tüm toplumsal çelişkileriyle birlikte had safhaya eriştiği ve öte yandan iletişim ve enerji teknolojisindeki imkanların bir süredir sanayinin yeniden biçimlenmesinde kullanılmaya başlanmasından doğan sorun ve belirsizliklerin arttığı bir dünya kapitalizmi koşullarında patlak vermesi bir tesadüf olamaz. Bu büyük salgın, toplumların algı ve psikolojisinde küçümsenmeyecek değişimleri tetiklemiş durumdadır. Sadece maddi yaşamın yeniden üretiminin önemi ve bu üretimin öznesi olarak işçi ve emekçilerin rolü daha net görülmedi. Toplumları adeta mecburi bir tefekküre sokan bu büyük salgın, ortaya çıktığı sosyal ve ekonomik koşullar itibarıyla, aynı zamanda, bildik olanı, çok tabii görüleni, olağan sayılanı, tam da toplumsal yaşam ve koşuşturmanın bizzat asgariye çekildiği bir ortamda yeniden değerlendirme ve sorgulamaya itmiştir.
Biliyoruz ki, ABD’de salgından ölen yüz bini aşkın insan arasında siyahlar başı çekiyor, onları Hispanik ve beyazlar izliyordu; fakat ortak paydaları yoksul ve dar gelirli olmalarıydı. 30 milyonu aşkın insanın sağlık sigortasının olmadığı ABD’de, salgın koşullarında yoksul olmak artık ölüme fiilen namzet olmaktı! Bu bakımdan sağlık sigortasından yoksunluk, yaşam hakkından yoksunluktu! Bu arada işsizlik hızla 40 milyonu aşıyor, geçim zorlaşıyor, yoksulların sayısı hızla kabarıyordu… Evet, vuku bulan, yeni değildi (yine bir siyah öldürülmüştü!), ama bu arada toplumsal bakış açısı bir değişim geçiriyordu. Ve bundandır ki, bildik olan, bu sefer ve bu ortamda, daha geniş ve farklı bir açıdan görülmeye başlandı. Görünür olanda içkin olup da o ana kadar görünmeyen bağıntılar ve hususlar daha açık, daha çıplak görünür hale geldi. Irkçılık sistematikti, eşitsizlik ile arasındaki bağıntı apaçık ortadaydı, eşitsizlik ile yoksulluk arasındaki de öyle. Siyahlar ile beyazlar arasındaki eşitlik, yoksulluktaydı. Siyahların maruz bırakıldığı adaletsizlik, adaletsizliğin kendisiydi. Adalet yoksa barış da yoktu! Adalet ise devletten istenebilirdi, o devlet ki çeşitli kesimlerden işçi ve yoksulları salgından koruyamadığı gibi, temsilcisi de (polis) acımasızca insan öldürüyordu!
Kısacası, on binlerce insanın hayatına mal olmakla birlikte, Covid-19 salgını, ekonomik ve sosyal bakımdan şimdiye kadar yol açtıkları ve daha da yol açacağı öngörüsü itibarıyla, sadece toplumların algı ve psikolojisini etkilemekle kalmamış, aynı zamanda orta ve alt sınıfların ve gelinen yerde de çok daha açık bir biçimde gençliğin de perspektifinde değişimleri koşullamıştır.
Değişim denildiğinde, gençliğin öne çıkması tabiidir. Doğası gereği yatkındır ona. Büyük salgın öncesinde, dünya gençliği; gelişmekte olan ülkelerde işsizlik, yoksulluk ve elverişsiz eğitim şartlarına karşı mücadelelerde öne çıkarken, ileri kapitalist ülkelerde son dönemde özellikle çevre ve iklim mücadelesinde kendinden söz ettirmekteydi. George Floyd’un katline karşı dünya ölçeğinde tepki veren gençlerin ana gövdesini bu mücadele ve hareketlerden gelen gençler oluşturmakla birlikte, gerek ABD’de gerekse dünyanın diğer bölgelerinde, aralarında şimdiye kadar hiçbir eyleme katılmamış gençler de olmak üzere, çok daha geniş bir gençlik kitlesi harekete geçmiştir. Üstelik önceki on yıllara göre çok daha yoksul olan bu gençlik, pek çok ülkede, hareketiyle belirli şeyleri değiştirebildiğini de deneyimleyebilmiştir.
ABD’deki hareket ne kadar sürer, değişimler şimdiden neden olduklarıyla mı sınırlı kalır vb. sorular bugünden kesin yanıtlanamaz. Ve elbette, gençliğin önünde, görünür olanda içkin olup ama ona henüz görünmeyen, fakat perspektifindeki değişimle birlikte keşfedeceği daha çok mevzu durmaktadır. Ama şu açıktır: Dünya gençliği, perspektifindeki değişimle birlikte yeni bir sorgulama, kavrama ve eyleme geçme sürecinin ilk adımlarını atmıştır.
Perspektif kavramı, Latincede “perspicere“, yani “bakışla arasından geçmek”, “bakışla yarmak”, bir tür nüfuz etmek anlamına gelir. Gençliğin perspektifinde beliren değişim, kapitalist dünyanın ve toplumun hayati ve yakıcı sorunları ve çelişkilerine odaklandıkça, onu sarmalayan burjuva ideolojisinin sis perdesini de yarmaya başlayacağı konusunda iyimser olabiliriz!