11 Haziran 2020 00:05

Banu Tuna: Türkiye’de hiçbir evrensel gazetecilik normu geçerli değil

Gazeteciler üzerinde baskılar artmaya devam ediyor. TGS İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna sorularımızı cevapladı ve "Türkiye'de hiçbir evrensel gazetecilik normu geçerli değil" dedi.

Banu Tuna | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Gazeteciler ve bağımsız gazeteler üzerindeki baskılar devam ederken, halkın haber alma hakkı da yavaş yavaş yok edilmeye çalışılıyor. Ulusal ve uluslararası basın meslek örgütleri, gazeteciler ve televizyonculara Türkiye’deki basın özgürlüğünün son bir yılda nereden nereye geldiğini sorduk

Bugün Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna anlattı…

Türkiye basın özgürlüğü ve ahlakı konusunda son bir yılda nereden nereye geldi? Haber alma hakkı neler kaybetti, kaybediyor?

Hepi topu iki cümle ama o kadar hacimli ki bu soru… TGS Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bir rapor yayımladı. İçinde bulunduğumuz durumu tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. İlgilenen herkesin okumasını öneririm, web sayfamızdan ulaşmak mümkün. Elbette son bir yılda hiçbir şey iyiye gitmedi. Cezaevleri gazeteci dolu, hakkında soruşturma açılan veya gözaltına alınan gazetecilerin sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Basının yüzde 90’ı hükümet yanlısı iş insanlarının elinde. Diğerlerinin üzerinde ilan, basın kartı, dava, soruşturma, ceza baskısı var. Dijital platformlarda faaliyet gösteren bağımsız medya organları büyük kitlelere ulaşamıyor. Politikacılarımız zaman zaman Türkiye’nin ne kadar gelişmiş olduğunu küçümsedikleri bazı Afrika ülkeleriyle kıyaslayarak yapar ya, “Burası bilmem neresi mi?​” diyerek; biz basın özgürlüğü söz konusu olduğunda o Afrika ülkelerinin pek çoğunun gerisindeyiz RSF raporuna göre. Ne yazık ki bizde ilerlemenin ölçüsü dökülen beton ve asfalt miktarı.

"DEMİRÖREN AİLESİ TAZMİNATLARI REHİN ALDI"

Ana akım medya, yandaş patronların elinde yok oldu. Hükümetin propaganda bülteninden başka bir şey değiller. Dolayısıyla haber alma hakkını bu yayınlar üzerinden kullanmak mümkün değil. Bu patronların ne gazetecilik ahlakı var, ne de işveren ahlakı. Örneğin Hürriyet’ten sendikalı oldukları için eve gönderilen tebligatla atılan 45 kişi, yasal haklarından tek kuruş verilmeden ortada bırakıldı. Tazminatları Demirören Ailesi tarafından rehin alındı. Hemen arkasından salgın gelince başlattıkları yasal süreç de sekteye uğradı. Demirörenler salgınla mücadele kampanyasına milyonlar bağışlayacağına kuruma ömrünü vermiş gazetecilerin haklarını ödeyebilirdi. Ama bu bir tercih meselesi, ahlaklı olanı değil hükümet nezdinde makbul olanı yapmayı seçtiler.

Özellikle bahsetmek istediğim bir sorun da sosyal medyada kadın gazetecilere yönelik tecavüz dili. Bu yeni bir sorun değil, bize özgü de değil. Neticede ataerkil sözleşme insanlık tarihi kadar eski. Ancak son dönemde Türkiye’de bu dilde bir artış, bu dili kullananlarda da cezasızlıktan cesaret alan bir pervasızlık var. Hükümete yakın olduğunu ilan eden hesaplar üzerinden, fikir sahibi kadını bir tür “cezalandırma” yöntemi olarak geliyor bu tecavüz tehditleri.

Haklarımızı almayı beklemekle yetinebileceğimiz değil, haklarımızı talep etmek durumunda olduğumuz bir dönem yaşıyoruz. Talep mücadeleyi beraberinde getirir. Tamam biz gazeteciler olarak üzerimizdeki baskıdan, hak ihlallerinden, mesleğimizi layıkıyla yapamadığımızdan bahsediyor, haklarımızı talep etmekten vazgeçmiyoruz ama halkın da haber alma hakkına sahip çıkması lazım. Biz yazamazsak, onlar da bilemez.

GAZETECİLİK YAPIYOR’MUŞ’ GİBİ YAPAN MEDYA

Demokratik normlar ve evrensel ölçüler bakımından basın özgürlüğü nerede duruyor, Türkiye dünyadaki genel ortalama bakımından nereden nereye geldi?

Yine Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) verilerine döneyim. Türkiye 180 ülke arasında 154. sırada. Bu da bizi kötü durumda olan ülkeler kategorisine sokuyor. Şu anda Türkiye’de hiçbir evrensel gazetecilik normu geçerli değil. Bunu gazetecilere işlerini doğru yapabilmeleri için açılması gereken özgürlük alanı ve şeffaflık bakımından söylüyorum. Salgın sırasında bu eksikliği bir kez daha gördük. Gerçek vaka ve ölüm sayıları bilinmezken, açıklama yapan hekimler susturulurken, ekonomi kötüye giderken, sokağa çıkma yasaklarında polis şiddeti yaşanırken TV kanallarında haftalarca maskeden başka bir şey tartışılmadı. Türkiye’de gazetecilik yapıyor’muş’ gibi yapan ve azımsanmayacak kadar yaygın bir medya var. Sansür, otosansür hükümete yakın basın kuruluşlarında rutin haline geldi. Gazeteciler sistematik olarak itibarsızlaştırılıyor. Biz ’90’larda basın kartı meslek örgütleri tarafından verilsin, başbakanlığın gazetecisi olmaz derken, bugün basın kartı makbul gazeteci tespit aracına dönüştü. ‘Sicilini’ beğenmediği gazeteciye basın kartı vermiyor Cumhurbaşkanlığına bağlı Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü. Soruşturma ve davalarla susturamadıkları yayınları, ilan kesme cezaları üzerinden ekonomik olarak susturmaya çalışıyorlar. RTÜK üye yapısı ve aldığı kararlar ile bir parti organı gibi çalışıyor.  (MEDYA SERVİSİ)

ÖNCEKİ HABER

Tarım ve Orman Bakanlığına göre Türkiye, tarımda kendine yeten bir ülkeymiş

SONRAKİ HABER

HBO, "Rüzgar Gibi Geçti" filmini ırkçı ögeler içerdiği gerekçesiyle yayından kaldırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa