15 Haziran 2020 23:50

İstibdat Ahtapotu

Gazeteci Timur Soykan basın özgürlüğünü yazdı: “Başkanlık Sistemi’nde medyanın susturulması için eski kumpas yöntemlerinin yanı sıra pek çok koldan baskı uygulanıyor"

Fotoğraf Timur Soykan'ın Instagram hesabından alınmıştır.

Paylaş

Gazeteci Timur SOYKAN

Türkiye’de son 10 yılda basın özgürlüğü sistemli bir saldırı altında. 2000’li yıllarda dönemin iktidar ortakları AKP ve Fethullahçılar, kendilerinin kontrolünde yeni bir medya düzeni dizayn etmek için bir planı uygulamaya başladı. O dönemin ‘merkez medyası’nda çalışan gazeteciler olarak bu süreci çok net gözlemleyebildik. İlk dönemlerde AKP’nin medyadan sorumlu genel başkan yardımcıları, sözcüleri gazete yayın yönetmenlerini arayarak ‘Beyefendi’nin rahatsız olduğu manşetleri bildirmeye başlamıştı. Daha sonra medya patronlarını, gazete yöneticilerini siyaset kürsüsünden tehditler, yüksek vergi cezaları ile sansürün etkisi arttı.

KUMPASLAR

Özellikle 2010’un başlarında operasyonlar ve kumpas davalar ile gazetecilik üzerinde çok büyük bir baskı oluşturuldu. Medyada tasfiye süreçleri de başlamıştı. AKP ve Fethullahçılar’ın kavgasının başlamasıyla kumpaslar, sahte deliller ve medya dizayn planları ortaya döküldü. Ancak medya üzerindeki baskı bütün şiddetiyle devam etti ve sansür ile otosansür Türkiye medyasında sıradanlaştı, kök saldı. Bu sırada kamu kaynakları ve oluşturulan havuzlarla yandaşların medyada kapladığı alan çok artmıştı.

MERKEZ MEDYA ÖLDÜ

15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra medyanın sıkıyönetim koşullarında yayın yaptığını söylemek yanlış olmaz. O dönem halen ‘merkez medya’ iddiasındaki televizyon kanalları, internet siteleri ve gazetelerde iktidarın hırçın baskısına karşı direnç ortadan kalktı.

Doğan Grubunun Demirören Grubuna satılmasıyla Başkanlık Sistemi’nin medyasını inşa etme süreci büyük hız kazandı ve merkez medyanın tabutuna son çivi çakıldı. ‘Ana akım’ olmaktan çok uzaklaşmış medya mecraları iktidarın yayın organına dönüştü. Artık onlarca gazete, internet sitesi ve televizyonun büyük ölçüde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yönetildiği söylenebilir. Gündemin ve sansürün çerçevesi de aynı yerde, Saray’da belirleniyor. Birbirinin kopyası yayınlar sadece logo farkıyla halka sunuluyor.

Alternatif medya ise zaten uzun zamandır soruşturma, dava, tutuklama kıskacına alınmıştı. İktidarın hoşuna gitmeyen her haber ‘terör’ suçlamasına dönüştürülüyordu.

ZOMBİ GAZETELER

Bu istibdat süreci iktidarın istediği sonuçları belirli ölçüde verdi. ‘Eski Türkiye’de aylarca manşetlerden düşmeyecek onlarca skandal ortaya çıkmasına karşın artık gündem bile olmuyor. Hatta ekonomik kriz herkesin cebindeyken gazeteler ekonomik bir şahlanış rüyasını anlatabiliyor. Ama sokakta insanların açlıktan kendini yaktığı gerçeği gazetelerde haber olmasa da değişmiyor. Bu nedenlerle Türkiye bayilere konulan ama hiç satılmayan bir gazete mezarlığına dönüştü. Şişirme tirajlı, yaşayan ölülerden farksız bu yayınlar kamu kaynaklarının yağması dışında bir işe yaramıyor. Halk adına iktidarı denetleme misyonuna sahip olması gereken dördüncü kuvvet can çekişiyor. Gerçek için mücadele eden gazeteciler haberlerle direniyor.  

YILAN HALKA DOKUNUYOR

Son bir yılda Başkanlık Sistemi’nin tezahürata doymayan egosu şişmeye devam ederken toplum ekonomik kriz ve antidemokratik uygulamalar karşısında haber alma ve haber olma hakkının önemi ile yüzleşiyor. İstibdat yılanı artık halkın geniş kesimlerine çok daha fazla dokunuyor. Bu nedenle son günlerde sosyal medya ve haber verebilen alternatif yayın mecralarına yoğun bir yönelim gözlemleniyor. İktidar baskıladığı gerçeği yok edemediğini gördükçe korku duvarlarını büyütme yoluna gidiyor. Bunun için gazeteciler ‘kurban’ ediyor.

AKP iktidarı yıllardır gazetecileri susturmak için yargıyı bir sopa olarak kullanıyor. İktidar Fethullahçılarla ortak olduğu dönemdeki kumpas yöntemlerini kronikleştirdi. Bunun son örneği ise MİT mensubunun cenaze töreni hakkında haber yaptıkları için 6 gazetecinin tutuklanması oldu. Haberin bahane, asıl amacın gazetecileri susturmak ve korku iklimini canlı tutmak olduğunu anlamak için iddianameyi okumak yeterli. Covid-19 salgını nedeniyle cezaevlerini boşaltmak için yapılan infaz düzenlemesinde ağır suçlular tahliye edilirken gazetecilerin hapiste bırakılması da hakikatin üzerindeki baskıyı gösterdi.

BAŞKANLIK SİSTEMİ’NİN MEDYASI

Öte yandan Başkanlık Sistemi’nde gazetecilerin susturulması için cezaevine atmak dışındaki yöntemlere de çok sık başvurulduğunu görüyoruz. Örneğin Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın planlanan Kanalİstanbul güzergahında arazileri ortaya çıkınca hemen bir mahkeme içeriğin kaldırılmasına karar veriyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Boğaz’daki kaçak yapısı haber olunca da yargı aynı hızla çalışıyor. Bununla yetinilmeyip yandaş kanallar bazı gazetecilerin kaçak yapıları olduğu iddiasıyla talimatlı ve canlı intikam yayınlarına geçiyor. Gazete sayfalarını ise doğru haberlere rağmen mahkemelerce verilmiş tekzip kararları dolduruyor. Başkanlık Sistemi’nin taktiklerinden biri ise gazetelerin Basın İlan Kurumu ilanlarını kesmek oldu. Böylece alternatif medyanın gelirine el konuluyor. RTÜK ise ana akım medya yok olduktan sonra yıldızı parlayan televizyon kanallarına karşı bir kuşatma misyonu üstlendi. Özellikle Halk TV, Tele 1, KRT gibi kanallara sık sık yayın durdurma cezaları verilmesi medyanın önümüzdeki dönemi için çok karanlık bir tablo çiziyor. İktidar destekli patronların gazetecilerin haklarını gasbetmek için hoyratlaştığı da görülüyor. Hürriyet gazetesinden 45 basın emekçisi sendikalı oldukları için çıkarıldı. Üstelik tazminatlarına el konuldu.

Artık bir istibdat ahtapotu ile karşı karşıyayız. Gerçeğin susturulması için pek çok koldan basın saldırı altında ve kolların sayısı her geçen gün artıyor. Salgın günlerinde Cumhurbaşkanı’nın ‘Medyadaki virüsleri de temizleyeceğiz’ sözü önümüzdeki dönemin de gerçek gazeteciler için çok zorlu olacağını ortaya koyuyor.   

Sonuç olarak Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün 180 ülke bulunan basın özgürlüğü endeksinde Türkiye 157. sırada. Bangladeş ve Irak’ın gerisinde.

Tabii bu korkunç tablonun sonunda biz gazeteciler de öz eleştiri yapmalıyız. Örgütlü, sendikalı olsak meslek örgütlerimizi etkin kullansak gerçeğin savunuculuğunu çok daha etkili yapabilirdik. Mesleğimizin onurunu ve haklarımızı koruyabilirdik.  

ÖNCEKİ HABER

Mustafa Çallıca: Denizli’den Artvin’e mücadele birleşmeli

SONRAKİ HABER

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu: İran ile uçuşları 1 Ağustos'ta başlatmayı planlıyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa