Avrupa'nın Gündemi: Fransa'da sosyal patlama yaklaşıyor
"Ne tecrübesini arttıran gençler, ne fedakarlık yapması istenen işçiler, ne de Macroncu dünyayı reddettikleri için sarı yeleklerini alarak sokaklara inenler eli kolu bağlı kalmaya devam edeceklerdir"
Fransa'nın başkenti Paris'te yapılan ırkçılık karşıtı protestolardan bir fotoğraf | Fotoğraf: Geoffroy Van Der Hasselt/AA
Pazar günü yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “normalleşme’’ sürecini hızlandırmaya karar verdi ve işçileri daha fazla çalışmaya ve “daha üretken olmaya” çağırdı. Artık eski işleyişin tekrar rayına oturtulması gerekiyordu. Fakat bir gün önce on binlerce ve ezici çoğunluğu banliyölerdeki emekçi mahallerinde yaşayan genç, polis şiddeti ve ırkçılığı lanetlemek için sokağa inmiş ve artık eski toplumu reddettiğini göstermişti. Keza salı günü de yine on binlerce sağlık emekçisi sokaklara inmiş ve hastaneleri vahim duruma düşürenlerden hesap sormuştu. Humanite Dimanche dergisinin Başyazarı Patrick Le Hyaric, bir sosyal patlamanın yaklaştığını yazdı.
Almanya’da yoksulların ve göçmenlerin toplu halde yaşadığı bir apartmanda koronavirüsün yayılması, önyargılı açıklamalar yanında apartmanda yaşayanların kişisel sorumluluk üstlenmedikleri suçlamasıyla karşılaşmalarına neden oldu.
İngiliz hükümetinin salgın ile ilgili aldığı kararlar, hem Britanya’da salgının tekrar yükselmesi hem de daha büyük bir ekonomik darbe riskini artırıyor. Güvenilirliğini yitiren ve ve kafasını kuma gömen hükümet, halkın sağlık ve refahı konusunda aldığı vurdumduymaz kararlardan sürekli çark ediyor. Bunun son örneği okulları tekrar açmaya çalışırken sürekli haklarından dem vurulan savunmasız ve yoksun çocukların yazın aç kalmaması için gereken adımı meşhur futbolcu Marcus Rashford’un medyada yürüttüğü kampanya sonucu atmasında görüldü.
İSYAN İÇİN ÇIKIŞ YOLU
Patrick Le HYARIC
Humanite Dimanche
PARİS’te 13 Haziran’da polis şiddeti ve ırkçılığa karşı düzenlenen gösteri bir dönüm noktası olacak. Binler; gençler, yurttaşlar, militanlar, adalete ve eşitliğe hasret kaldıklarını, gençliğin önemli bir kesimini sürekli kendi kökenlerine gönderen ayrımcılığı reddettiklerini haykırdılar.
Ertesi gün yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı (Macron), bu özlemlerden çok ama çok uzakta sonuçlar çıkardı ve isminden dolayı işe alınmayanlara ya da ten renginden dolayı sürekli polis kontrolüne maruz kalanlara yönelik hiçbir şey söylemedi. Bu kuşaksal ve halkçı haykırış dünya çapında yaşanıyor ve gücünü emperyalist egemenliğe dayandıran tüm ülkeleri şu veya bu şekilde etkiliyor. Yani insanlığı etkileyen bu uygarlık krizi konusunda önemli şeyler söylüyor. ABD’de bugüne kadar ya hiç irtibat içinde olmayan ya da çok az olan katmanların birlikte isyanları, siyahlar topluluğunu çokça aşıyor. Böylelikle bu ülke de, sayısı çok olan kendi hükümetlerine karşı isyan eden ülkeler listesine dahil oldu.
Bu fenomen, bu nedenle, emeğin ve doğanın sömürüsü ile insanlar arası rekabete dayanan dünya düzenine karşı ortaya çıkan isyanların daha geniş bir tarihsel dizinine dahil edilmelidir. Bu fenomenin evriminde salgının oynadığı rolün önemi konusunda şimdilik bir şeyler söylemek için çok erken. Fakat bir virüsün “evrenselliğiyle” halkların birbirine bağlanması ve emekçi sınıfların koşullarının evrenselliği konusunda gözle görülür bir örnek sunması bu süreci hızlandırabilir. Fransa’da bu, emekçi mahallelerinde çok zor koşullarda yaşanan üç aylık evden çıkma yasağından sonra ve ön belirtileriyle büyük kaygılar veren ekonomik ve sosyal bir krizden önce gerçekleşiyor.
Kaba şekilde “iş piyasası” diye adlandırılan istihdamın kapıları, bu yıl buradan girecek 700 bin gence yavaş yavaş kapanıyor. Ve bu söz konusu pazarın ayrımcı mantığı tamamen devreye girecektir; işe alınacak işçileri oturdukları adreslere hatta soy adlarına göre ayırmaya devam edeceğinden emin olabiliriz. Gençlerin tümü ise kapitalistlerin sürekli, özellikle de kriz dönemlerinde aşağıya çekmek istedikleri genel “iş gücü fiyatını” belirleme konusunda değişken unsur olarak kullanılacaktır. Kısa bir süre önce yapılan bir ankete göre 18-27 yaş arasında olanların yüzde 57’si, pandeminin yükünün en ağırının kendilerine ödetileceğini düşünüyor.
Cumhurbaşkanı, konuşmasında, Fransızların “daha fazla çalışmaları ve daha üretken olmaları” gerektiğini belirtti. Fakat bunu söylerken sadece, çalışmak isteyen bu genç ve işsizleri düşünmediğini herkes anladı.
Dolayısıyla bir sosyal patlama yaklaşıyor. Ne bugün yürüttüğü mücadelelerle tecrübesini arttıran gençler, ne daha fazla fedakarlık yapması istenen işçiler, ne de Macroncu bir dünyayı reddettiklerini göstermek için sarı yeleklerini alarak sokaklara inenler yarın eli kolu bağlı kalmaya devam edeceklerdir. 16 Haziran’da kamu sağlığını savunmak için gerçekleşen gösteriler bunun somut örneğidir. Devrimci nüveler toplumun sosyal yapısını sarsıyor. Bunlar siyasi destek bulmalıdır. (…)
(Çeviren: Deniz Uztopal)
YOKSUL GETTOLARINDA KORONA
Jens BERGER
NachDenkSeiten
Göttingen’deki bir apartman manşet oldu. Buradan yeni korona dalgasının yayıldığı kabul ediliyor. Prefabrik binanın çok sayıda sakini karantinaya alınmış durumda. Toplumsal izolasyon odağı olan bina epidemiyolojik bir odak haline geldi. Bu hiç de şaşırtıcı değil: Toplumun kenarında bulunan insanları gettolarda toplayan ve sonra kendi haline bırakanlar, onların kişisel sorumluluk üstleneceklerine güvenemezler. Halbuki şimdi, bu insanları yalnız bırakan politikalara değil, binada yaşayanlara öfke gösteriliyor.
Iduna Merkezi, Göttingen Üniversitesi’nin prestijli merkez kampüsünün tam karşısında harap bir prefabrik yapı. Burada yaşayanlar hayatın güneşli tarafında değiller, aralarında çok sayıda göç kökenli de olan çok sayıda uyuşturucu bağımlısı, alkolik ve toplumun kıyısındaki umutsuz varlıklara ek olarak, prefabrik bina esas olarak “sosyal vaka” denilen, finansal ve oganizasyon açısından daha iyi bir konut tutacak durumda olmayan insanları barındırıyor. Göttingen Iduna Merkezi gibi apartmanlar aramızdaki modern gettolardır. “Solcular” bile, bu tür binaların koşulları hakkında sessiz kalır. Bu anlaşılabilir bir durumdur, çünkü buralardaki hayatın sosyal romantizmle ilgisi yoktur.
Tuvalet ihtiyaçlarını düzenli olarak asansörde gideren alkolikler veya kendilerini koridordaki çöp boşluğuna taşıyabilecek dürtüye sahip olmadıkları için çöplerini pencerelerinden atan toplumsal dışlanmışlar buradadır. Burada şiddet vardır: Uyuşturucu satıcıları, hırsızlar, klan yapıları, kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve tam anlamıyla umutsuzluk egemendir. Polis ve haşeratla mücadele ekipleri de buradan eksik olmaz. Buraları çöp ve kir sayesinde, sıçan ve hamamböcekleri için bir ziyafet yeridir. Bütün bunlar Göttingen’de toplumun ortasında, gözleri önünde, gerçekleşir.
Üniversite, bölge mahkemesi ve ana tren istasyonuna çok yakın bir mesafede. Ama anlaşılır bir şekilde kimse acı veren ve kokan bir yere gitmek istemez. Daha iyi durumda olan vatandaşların çoğu, öğrenci kentinin ortasındaki binanın kapılarının ardında neler olup bittiğiyle ilgilenmez. Bunu mevcut korona patlaması gösteriyor. Virüsün konut kompleksine nasıl girdiği henüz bilinmiyor. Görünüşe göre şeker bayramı rol oynadı. Belediye sözcüsü salgın için “büyük aileleri” suçluyor. Suçlamanın muhatabı Romanların sözcüleri ise iddiaları reddediyor, yetkilileri ve medyayı suçluyor ve haberlerdeki yabancı düşmanlığından şikayet ediyor. Olması gereken oldu: Güvencesiz hijyenik koşullara sahip harap bir prefabrik bina ve sınırlı bir alanda yaşamak zorunda olan birçok soruna sahip, yüzlerce kiracı, sadece toplumsal değil aynı zamanda epidemiyolojik bir odak noktası haline geldi
Tam anlamıyla bir trajedi. Herhangi bir nedenle toplumumuz tarafından marjinalize edilen, yalnız bırakılan ve bir umutsuzluk gettosunda barındırılan insanlardan kişisel sorumluluk talep edilebilir mi? Toplum bu tehlikeli durumlara yol açan koşullarla şimdiye kadar hiç ciddi bir şekilde ilgilendi mi? Bir kişiyi toplumdan dışlayan bir gün onun bu toplumun kurallarına, ister kasten isterse bunu yapacak enerjiye sahip olmadığı için, uymamasına şaşırmamalı. Kişisel sorumluluk talep ettiğinizde, insanlara bağımsız hareket edebilmeleri için ihtiyaç duydukları araçları da vermelisiniz. Iduna Merkezi denilen apartman 1970’lerde inşa edildiğinde, prestijli bir sosyal konut projesi olarak kabul edildi. 50 yıl sonra, sosyal merdivenin tüm basamaklarındaki insanların ahenkli şekilde bir arada yaşama hayali sona erdi. Bugün neoliberal toplumun bir sembolü. Sonuçta sadece neoliberal ideolojinin bizi içine soktuğu durumun hasatını topluyoruz. Devlet ve toplum ne kadar geri çekilirse ve biz kişisel sorumluluk konusunda ne kadar ısrar edersek, yaşamlarını kontrol altına alamayanların sorunları o kadar büyük ve yaşamları o kadar güvencesiz olur. Bu çelişkinin gün ışığına çıkması için koronaya açıkça ihtiyaç vardı.
Büyük şehirlerde Iduna Merkezi gibi şehrin göbeğindeki yoksulların barındığı apartmanlar artık yüz karası olarak görülüyor. Problemler şehir merkezlerinden kıyılara, şehir dışlarına sürülüyor, ne demişler; gözden uzak olan gönülden de uzak olur...
(Çeviren: Semra Çelik)
MARCUS RASHFORD’UN ZAFERİ: BİR POLİTİK USTALIK DERSİ
The Guardian
Başyazı
Salı günü gösterdiği performans (Futbolcu) Marcus Rashford’un bu haftaki en iyi performansıydı. Pazartesi günü milletvekillerine yazdığı mektubunda Rashford, yoksul ailelerin çocuklarını doyurmaları için verilen yemek kuponları sisteminin yaz tatili sürecine uzatılmasını istemişti. Hükümet önce futbolcunun konumunu kullanarak “önemli konulara dikkat çektiği”ni söyledi, fakat Boris Johnson onun bu fikrini uygulamaya koymadı. Ücretsiz yemek uygulaması normalde sadece okul dönemlerinde yürürlükteydi.
Fakat Johnson “normal” koşullarda olmadığımızı yeniden öğrenmek zorunda kaldı. Salı sabahı ise hükümetin en yeni U dönüşü açıklanmıştı. Muhafazakar Parti milletvekillerinin Parlementoda bir isyanına engel olmak isteyen hükümet, ücretsiz okul yemeği hakkı olan ailelere sunulacak 120 milyon sterlinlik yeni bir yaz dönemi yemek kuponu programı kararı almıştı.
Ulusal Sağlık Sistemi’nde (NHS) çalışan yabancı hemşire ve bakıcıların kendi sağlıkları için ücret ödemesi zorunluluğundan Dominic Cummings fiyaskosuna kadar pandemi sürecinin her safhasında halkın hassas ve duygusal bulduğu konulara Johnson ve hükümetinin reaksiyonu duyarsızlık oldu. Görünen o ki yönetim tarzı beceriksizlik ve alaycılığın garip bir karışımı.
Aslında Rashford’un zaferi Downing Street’in seviyesiz hesaplarının çok ötesinde bir başarı. Manchester’ın en yoksul bölgelerinden birinde büyüyen bir gencin tüm ülkede kendisi gibi aynı koşullarda büyüyenler için ayağa kalkması; tutarlı, tutkulu ve becerili bir şekilde.
Rashford, yoksul nüfusa yardım için 20 milyon sterlin para toplayan FareShare vakfına bağış yapmış ve zaman ayırarak destek olmuştu. Yeteneğiyle kazandığı serveti takdire değer bir şekilde zaten diğerlerine yardım için kullanmaya çalışıyordu. Fakat Başbakan’a karşı ısrarcı olması ve hayır cevabını kabul etmemesinin önemi büyük: Rashford toplum içinde Muhafazakâr Parti’nin ilgisini çok az çeken bir gruba sahip çıkmış ve onlar adına zafer kazanmış oldu.
Verdiği mesaj basitti: Bir çocuğun hayatında kendi ailesini ayakta tutan saygı, şefkat ve müşterek ilgi -kahvaltı kulüpleri, Noel yemekleri, komşular ve gönüllülerin ilgisi- gibi vazgeçilmez destek şansa bırakılmamalı. Dahası, bu tür bir dayanışma politikanın en tepesinde ifadesini bulmalı; kendilerini en zor koşullarda bulmuş olan ailelere hükümetlerin sunduğu bir güvenlik ağı olmalı.
Kovid-19 döneminde, önümüzdeki zorlu aylarda karşımıza çıkacak sorunları çözmek büyük bir azim gerektiriyor. Rashford’un söylediği gibi, 1980’lerdeki gibi işsizlik yaşanacağının öngörüldüğü bu dönemde, yoksul hanelere yardım etmek için “sıradan” adımlar yeterli olmayacak. Aynı zamanda, siyah ve emekçi bir ailenin çocuğu olarak bizzat yaşadığı tarihsel yapısal eşitsizliklerin getirdiği zorlukların aşılması gerekli. Pandemi sürecinde milyonlarca çocuk o kadar geriye düştüler ki akranlarını yakalamaları için bundan sonra sürekli bir çaba gerekecek. Bu durumdan en çok etkilenecek olanlar dijital bağlantısı olmayan, kesintiler döneminde çevrelerindeki destek ağları yerle bir edilen aileler. Gıda desteği kadar eğitim desteği de önümüzdeki aylarda acil olarak gerekecek.
Rashford mükemmel bir performans gösterdi, hükümet bu kazanımın karşılığını vermeli. Sonra da kendi performansını yükseltmeli.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)