Gazeteci Mehveş Evin: Basın özgürlüğü halkın haber alma hakkını savunmayı içerir
Gazeteciler üzerindeki baskıları ve basının durumunu değerlendiren Gazeteci Yazar Mehveş Evin, basın özgürlüğünün halkın haber alma hakkını da savunmayı gerektirdiğini belirtti.
Fotoğraf: TGS
Mehveş EVİN
Gazeteci - Yazar
Basın özgürlüğünde Türkiye yıllardır en son sıralarda seyrediyor. Birkaç basamak geri veya ileriye gitmesi haricinde pozisyonunu koruyor diyebiliriz. Mesela 2019’u değerlendiren Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) endeksinde 180 ülke arasında 154’üncü sıradaydık, bir önceki yıla göre üç basamak yükselmişiz. Geriye dönüp baktığınızda 2013’te de aynı seviyedeydik.
Bunun en büyük nedeni, hapisteki gazeteci sayısında elden bırakılmayan rekor (Çin’den sonra ikinciyiz). Ayrıca ana akım medyanın neredeyse tamamen iktidarın eline geçmiş olması ve internet alanında getirilen engeller.
Hal böyleyken iktidarın son yıllarda daha sık başvurduğu ekonomik ve adli yaptırımlar, sansür, hele otosansür çok daha az konuşuluyor. Tıpkı kadına şiddette yoğun, hatta ölümcül fiziksel şiddetin öncelikli olması gibi, basın özgürlüğündeki aciliyet, gazetecilerin hapse tıkılması, adil yargılanamaması, özgürlüğünden haksız yere mahkum edilmesi.
Aynı anolojiden devam edersek kadına psikolojik, ekonomik şiddetin, tacizin yıkıcı etkileri ömür boyu sürebiliyor. Basın özgürlüğünde de benzer bir durum söz konusu: İlan kesmekten basın kartını bir ideolojiye dönüştürmekten, sansürün ve basının propaganda aracı haline gelmesine, gazeteciliği zorlaştıran, hatta imkansız hale getiren pek çok araç, sürekli kullanımda.
Bir gazetecinin, yaptığı haber veya görüşü nedeniyle hapse atılabilmesi, her gazeteciyi ister istemez “Benim de başıma gelir mi, aman dikkatli olayım” tedirginliğine sevk ediyor. Her gazeteci bunu farklı derecelerde yaşıyor, bu psikoloji doğrudan halkın haber alma hakkını, yani basın özgürlüğünü engelliyor. Tekrarlamakta fayda var: Basın özgürlüğü, sadece gazetecilerin özgürlüğünü değil, halkın haber alma hakkını savunmayı, kamuyu ilgilendiren her haberin özgürce yayımlanmasını içerir.
GEÇEN YILA KIYASLA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Bu yıl, basın özgürlüğü alanında geçen yıla göre ne farklıydı derseniz, birkaç başlık sayabilirim:
- Birbiriyle bağlantısı olmayan, hatta birbirine zıt yayın çizgilerine sahip gazetecilerin “casusluk” suçlamalarıyla bir torbaya konulup hapsedilmesi, (OdaTV, Yeni Yaşam, Yeni Çağ’dan gazetecilerin MİT yasasından tutuklanması)
- 2020’nin başında, sınırlara gönderilen mültecileri haberleştiren gazetecilerin gözaltına alınması ve birinin hâlâ tutuklu olması,
- COVID-19 salgınıyla birlikte devletin izin verdiği, yayımladığı bilgilerin haricinde bilgi, görüş paylaşan gazetecilerin de gözaltına alınması... Sağlık alanında da bilginin tekelinin sağlamlaştırılması,
- Yine COVID-19 salgını nedeniyle dünyanın pek çok yerinde tutuklular tahliye edilirken, Türkiye’de risk grubundakilerin, gazeteciler dahil olmak üzere siyasi tutukluların hapiste tutulması. Buna karşılık organize çeteler ve adam yaralama gibi suçlardan hüküm giyenlerin salıverilmesi,
- Halen ulusal yayın yapabilen (Malum, darbe girişimi sonrasında yüzlercesi kapatıldı) bir avuç farklı muhalif yayına yönelik yayın cezaları, karartma ve ekonomik yaptırımların artması. Bir anlamda “yelpaze”nin daha genişletilmesi, baskıların çeşitlendirilmesi,
- Sosyal medyada troller ve bir takım siyasi figürler eliyle daha organize ve tehdit içeren saldırıların yoğunlaşması,
- Pandemi döneminde Erdoğan’ın İletişimcisi Fahrettin Altun’un kaçak yapısı haberlerine getirilen yasaklar, haber yapan gazeteci ve siyasetçileri hedef göstermeler yetmedi, “itibar suikastı” diye bir kavram uyduruldu.
BASIN AHLAKI MI DEDİNİZ? HANGİ AHLAK?
Basın ahlakı, aslında ve ne yazık ki gazetecilerin bile pek üzerinde durmadığı, sahip çıkmadığı bir kavram. Türkiye’de basının “ahlakı” yani basın meslek ilkelerine göre davranması, bu iktidardan önce de sorunluydu, bunu bir kenara yazalım.
“Basın Ahlak Yasası”ndaki pek çok hüküm, muğlak tanımlarla belirli. Misal, “Ahlaka aykırı yayın yapılamaz”. Kimin ahlakı, sınırları ne? Belli olmayınca gelen iktidar da istediği gibi yorumluyor.
Kaldı ki bu hükümlere -mesela dinin istismarı, yanıltıcı bilgi verilmemesi, suçsuzluk ilkesinin ihlali, şiddeti özendirecek yayınların yapılmaması gibi- ne kadar uyulduğunu anlamak için bir günlük televizyon kanalı zaplaması ve gazete manşeti taraması yapmak yeter.
Örneğin kadınların cinsel obje olarak gösterilmemesi konusunda 20 yıl öncesine göre daha düzgün davranılması, tamamen iktidarın İslami muhafazakarlığıyla alakalı. Kadının temsili ise medyada “yok” derecesine indi.
“Hiç kimse ırkı, cinsiyeti, dini inancı ve sosyal düzeyi sebebiyle aşağılanamaz” hükmü Türkiye’de sadece iktidarı temsil eden kesimler için uygulanıyor. Dink Vakfının yıllık “medyada nefret söylemi” raporu, azınlıklara ve ötekilere karşı nefret söyleminin ne kadar yaygın ve pervasızca kullanıldığını ortaya koyuyor.
Pandemi sürecinde pek çok otoriter yönetimin daha fazla keyfi yasa ve uygulamaları devreye soktuğunu gördük. Türkiye zaten her demokratik norm ve evrensel ilke bakımından geriye düşüşünü sürdürüyor, artık dünyanın en otoriter, gelişmemiş ülkeleriyle aynı ligde anılıyor. Hukuk devletinin üstünlüğünden barış endeksine, toplumsal cinsiyet eşitliğinden basın ve ifade özgürlüğüne, her alanda büyük yıkım yaşadı, yaşıyor.