Rıfat Doğan: Gazetecinin ahlakı kalemine çamur bulaştırmamaktır
Gazeteciler üzerindeki baskıları ve basının durumunu konuştuğumuz Artı Gerçek Muhabiri Rıfat Doğan Türkiye'nin gazeteciler için açık cezaevi haline dönüştüğünü vurguladı.
Fotoğraf, Rıfat Doğan'ın kişisel arşivinden alınmıştır.
Gazeteciler ve bağımsız gazeteler üzerindeki baskılar devam ederken, halkın haber alma hakkı da yavaş yavaş yok edilmeye çalışılıyor. Ulusal ve uluslararası basın meslek örgütleri, gazeteciler ve televizyonculara Türkiye’deki basın özgürlüğünün son bir yılda nereden nereye geldiğini sorduk. Bugün Artı Gerçek Muhabiri Rıfat Doğan anlattı…
"DÖNÜŞÜM AHLAKİ YOZLAŞMAYI GETİRDİ"
Türkiye basın özgürlüğü ve ahlakı konusunda son bir yılda nereden nereye geldi? Haber alma hakkı neler kaybetti, kaybediyor?
Geriye dönüp baktığımızda son bir yıl içinde dahi basın özgürlüğünde ciddi bir gerileme olduğunu görüyoruz. Son olarak kamuoyuna Libya ile ilgili bir milletvekili tarafından açıklanan bilgiler ve bir belediye basın görevlisi tarafından çekildiği öğrenilen MİT mensubunun cenaze törenine ait fotoğrafları haber yaptıkları için Oda TV’den Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç ile Yeni Yaşam Gazetesi’nden Ferhat Çelik ile Aydın Keser ve Yeniçağ Yazarı Murat Ağırel cezaevinde. Son olarak Müeyyeser Yıldız, yine yazmadığı bir haber gerekçe gösterilerek tutuklandı. Coronavirus günlerinde kadın katilleri ve mafya liderleri iktidardaki Cumhur İttifak’ının af yasası ile cezaevinden çıkarken meslektaşlarımızın hayatları hiçe sayıldı.
Bir yanda iktidar baskısı devam ederken öte yanda Gezi Parkı eylemlerinden sonra başlayarak önce iktidara yakın sermaye gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu “havuz medya”, ardından 2018 yılında Doğan Medya’nın Demirören Grubu’na satılmasıyla devam eden süreç Türkiye’de basının önemli dönüşümler yaşamasına neden oldu. Bu dönüşümün kendisi beraberinde bir ahlaki yozlaşmayı ve çürümeyi de getirdi. Ne yazık ki daha fazla iktidara yaranma hali basın etiğini de yok etti. Özellikle muhalefet karşı daha fazla sansür uygulandı, muhalif sesler bu kanallarda kendine yer bulamadı. HDP’nin uzun süre ana akımdan aforoz edilmesinin yanında CHP ve CHP’li belediyelere dönük sansür 23 Haziran seçimlerinden sonra arttı.
Çürümenin başka bir boyutunda gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, aydınlar ya konuşmaları nedeniyle ya da sosyal medyadaki paylaşımları nedeniyle kendisine gazeteci diyen ancak iktidarın tetikçisine dönüşen kişiler tarafından hedef gösterildiler. O da yetmedi savcılık soruşturması, dava derken hakim karşısına çıkanlar oldu. Gazetecinin ahlakı, ne olursa olsun kalemine çamur bulaştırmamaktır, o kalemini çamura düşürdüğü anda ne yazık ki ahlak yerini zamanla çürümeye bırakıyor.
"CİDDİ BİR DARALMAYA GİDİLDİ"
Eski tabirle ana akım ya da merkez medyanın giderek iktidarın kontrolüne girmesi, gazetecilik alanında ciddi bir daralmayı getirdi. Çok sayıda nitelikli ve iyi gazeteci bu ağır değişimin kurbanı oldu. Örneğin Hürriyet’te 45 arkadaşımız sendikalı oldukları için tazminatsız olarak işlerinden oldu. Bu sürecin kendisi aslında en temel anayasal haklardan biri olan haber alma hakkını da etkiledi. Örnek olsun eskiden siz ana akımda daha fazla çevre haberleri, hak ihlali haberleri görürdünüz, bugün ne kadar görüyorsunuz ya da bu medyada çalışan çevre muhabiri ya da hak ihlali haberi yapan muhabiri kaldı mı?
"ÜLKE GAZETECİLER İÇİN AÇIK CEZAEVİNE DÖNÜŞTÜ"
Demokratik normlar ve evrensel ölçüler bakımından basın özgürlüğü nerede duruyor, Türkiye dünyadaki genel ortalama bakımından nereden nereye geldi?
Hem RSF gibi gazetecilik meslek örgütleri hem de diğer gazeteci örgütlerinden takip edebildiğim kadarıyla Türkiye özellikle son yıllarda gazetecilere dönük baskı ve basın özgürlüğü konusunda ciddi anlamda gerileyen ülkeler arasında. Gazeteciler için adeta açık bir cezaevine dönüşen ülkemizde, iktidarın bir yandan kendine yakın kanalları mali olarak desteklemesi öte yandan bağımsız kalabilen ve eleştirel gözle bakabilen gazete ve TV’leri Basın İlan Kurumu ve RTÜK gibi kurumlar üzerinden baskı altına aldığını görüyoruz. Bir yandan Cumhuriyet, Evrensel ve BirGün gibi gazetelere BİK üzerinden verilen ilan cezaları öte yandan FOX, Halk TV ve Tele 1 gibi kanallara RTÜK tarafından kesilen para cezalarını düşündüğümüzde, iktidar karşısında gördüğü basını mali olarak boğmaya çalışıyor. Çünkü 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde de gördük, insanlar artık ana akım denilen kanallardan veya gazetelerden etkilenmiyor. Yukarıda sözünü ettiğim gazeteleri okuyor, TV’leri izliyor. İktidar, bu medyanın bir güç olmasını istemiyor, bu onun için aynı zamanda bir tehdit çünkü muhalefet de artık bu kanallar üzerinden kamuoyuna ulaşabiliyor ve bu kanalları tercih ediyor.
BASIN KARTLARI DEMOKLES KILICI GİBİ
Sadece bu kadar değil, sanki sadece gazeteciliğin temel ölçütüymüş gibi gösterilen sarı basın kartları, gazeteciler üzerinde Demokles kılıcı gibi sallandırılıyor. Bu kartlar, Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı’nın yani Fahrettin Altun’un iki dudağı arasında, çok sayıda gazetecinin sarı basın kartı iptal edilirken, çok sayıda başvuruya halen geri dönüş olmaması da gazetecilerin en temel haklarından mahrum kalmasına neden oluyor, alanda polisin baskısına daha fazla maruz kalıyorlar, kartları olmadığı için sıcak bir gündemi takip edemiyorlar. Sarı basın kartı olmayan bir gazeteci, gazeteci olduğunu nasıl kanıtlayacak? En büyük sıkışmalarımızdan biri de bu. Cumhurbaşkanlığı’nın keyfine kalmış bir karardan söz ediyoruz. TGS ve DİSK Basın İş gibi gazetecilik örgütleri internet haber sitelerindeki ve freelance çalışan üyeleri için uluslararası IFJ kartıyla bu engeli aşmaya çalışıyor. Kanımca bu sendikalar daha etkin bir çözüm için bir araya gelerek gazetecilere basın kartı vermek için bir çalışma başlatmalı. Dünyada bunun çok sayıda örneği var.