Yenilen pehlivan yönetim kuruluna...
Liyakatin tamamen tedavülden kaldırıldığı bir dönemde her sorunun çözümünü liyakatte aramak yerine liyakatin içinde bulunduğumuz şartlarda kim tarafından nasıl kullanıldığına bakmak daha iyi olacaktır
Fotoğraf: Jeremy Lishner/Unsplash
Alişan DOĞAN
İTÜ
Türk Dil Kurumu’nun sitesinde liyakat kelimesi şöyle tarif ediliyor: “Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu.”. Geçtiğimiz günlerde Hamza Yerlikaya’nın Vakıfbank yönetim kuruluna atanması epey tartışma yarattı. Elbette burada Hamza Yerlikaya’nın bir güreş sporcusu olduğunu ve bu işe görevlendirilmesinin liyakat tanımındaki iş verilmeye uygun olup olmadığını tartışmaya gerek yok fakat AKP Adana milletvekili Tamer Dağlı mecliste yaptığı konuşmasında konuyu vatan sevgisiyle açıklaması aslında bizlere pek çok şey sunuyor. Tek adam tek parti rejiminin, özellikle 2016’daki darbe girişiminden sonra kamunun bütün alanlarında hızlıca bir tasfiye girişimi başlattığı ve boşalan kadrolara kendisine bağlılığından en az şüphe duyduğu kişileri yerleştirdiği bir gerçek. Bu yerleştirmelerde ise liyakatten ziyade tek adam tek parti rejimine bağlılığın daha ön planda tutulan bir faktör olduğunu görüyoruz. Tamer Dağlı’nın vatan sevgisi diye tarif ettiği şey tek adama bağlılıktan başka bir şey değil. Burada belki bu dediğimize şöyle örneklerle karşı çıkılacaktır: “Yıllardır eğitimcilik yapan Ziya Selçuk bu hükümette Milli Eğitim Bakanı oldu. Yıllardır sağlıkçı olan Fahrettin Koca bu hükümette Sağlık Bakanı oldu.” Bu isimlerin birer eğitimci ve sağlıkçıdan ziyade aslında eğitim ve sağlık sektörlerinin patronları olduğu ve bu isimlerin bakan yapılarak aslında eğitim ve sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılmasının hızlandırılma adımlarının atılması bir yana, tek adam tek parti rejiminde herhangi bir göreve alanında dünyanın en yetkin kişisi bile atansa son tahlilde kararların tek adama bağlı olduğu bir sistemde yaşıyoruz.
İŞSİZLİK KİMİN ESERİ?
Hatırlayalım CNN Türk ekonomi servisinde çalışan Cem Seymen genç işsizlik oranından dolayı gençleri suçlamıştı. Daha fazla yabancı dil, daha fazla program öğrenmediğimiz için, daha fazla sertifikamız olmadığı ve kendimizi daha fazla geliştirmediğimiz için işsiz kalıyormuşuz. Yoksa memlekette kalifiye alanlarda yüzbinlerce iş aslında biz gençlerin o işlere layık olmasını bekliyormuş gibi. Oysa görüyoruz ki bir iktisat öğrencisi kendisini ne kadar geliştirirse geliştirsin, ne kadar dil öğrenip sertifika alırsa alsın -ki ülkemizde bu anlamda yetkin birçok iktisatçı vardır- gene de Vakıfbank yönetimine Hamza Yerlikaya atanıyor. Elbette burada tartışmamız salt bu göreve layık olan birinin atanması ve sonra dertsiz tasasız hayatımıza devam etme tartışması değildir. Liyakat denilen şeyin kapitalizmde her zaman burjuvazinin çıkarlarına göre tercih edilmesi veya edilmemesidir. Bu sadece Türkiye açısından değil, bütün dünyada böyledir.
LİYAKAT İŞİN NERESİNDE?
Peki sorunumuz sadece liyakate dayalı görevlendirme yapılması mıdır? Nisan ayında genç işsizlik oranı %24.5 olarak açıklandı ki buna artık umutsuzluktan dolayı iş aramayan, okumayan ve hiçbir yerde çalışmayan yüz binlerce genç dahil değil. Üniversite mezunu her 3 gençten ise 1’inin işsiz olduğu bir gerçeklik var. Tüm bu koşullar içerisinde kapitalizm biz gençliğe karanlık bir gelecekten başka bir şey vadetmiyor. Çalışan işçi ve emekçi gençler açısından ise daha ağır çalışma koşulları, daha düşük ücretler ve artan anti-depresan kullanımı dışında bir şey vadetmiyor. Bunu pandemi sürecinde de çok net bir şekilde gördük. “Evde kal” çağrısı yapıp, 20 yaş altı gençlere sokağa çıkma yasağı ilan edenler 20 yaş altında olup çalışan gençlere çalışmaya devam edin ve kapitalist çarkı döndürüp karımızı arttırmaya devam edin dediler. Lise ve üniversite öğrencilerinin online eğitim sırasında yaşadığı sorunlar ve ekonomik sorunları ise dergimizde mektuplarla yazılarla bolca ifade edildi. Yani kapitalizm ve onun Türkiye’deki temsilcisi tek adam tek parti rejimi gençliği işsizliğe ve geleceksizliğe mahkum ederken mevcut alanlar için de tüm söylemlerinin aksine ne kadar kendinizi geliştirirseniz geliştirin bize sadakatle bağlı değilseniz hak edebilseniz dahi hak ettiğiniz yerlere gelemezsiniz diyor.
ZORUNLULUKLARIN ÖTESİNDE BİR GELECEK İÇİN
Tüm bu koşullarda gençlik olarak nasıl bir konumda bulunuyoruz sorumuza geri dönecek olursak, maalesef bu cendereden bireysel bir şekilde kurtulma olanakları artık yok denecek kadar azaldı. Her gün kendimizi ilerde yaşamak istediğimiz yaşam koşulları için bir şeyler yapmak zorunda hissetsek de ulaşmaya çalıştığımız mevkiler ancak o mevkileri biçimlendiren sistemsel ilişkileri yeniden üretebildiğimiz ölçüde bize yakın konumda bulunuyor. Her ne kadar yüksek hedefler ile yola çıkmış olsak da aldığımız eğitim ve eğitim harici çabalarımızla gelebileceğimiz bir mevkide tutunabilmek için önemli olan birincil öncelik kendimizi ne kadar geliştirdiğimiz değil içinde bulunduğumuz pozisyonunun kapitalizm içerisindeki işleyişine yaptığımız katkı ile ölçülür durumda. Bunun içinde Türkiye’de binlerce iktisat ve ekonomi mezunu, çok iyi yerlerde eğitim almış birey bulunuyor olsa da bugün açısından sistemin gereklerini daha rahat yerine getirecek ve sömürü çarklarının çok daha rahat dönmesini sağlayacak olan kişiler sistem tarafından tercih edilir durumda. Buradan sonra artık bir tercih meselesi çıkıyor karşımıza ama bu tercih büyük ölçüde bizim tercihimiz değil sistemin bir yerlerde bazı mevkileri doldurabilmek adına yaptığı bir figür tercihi. Karını artıracak hamleleri ve aksaklıkları ortadan kaldırmayı vaat eden bir tercihi arıyor kapitalizm. Bu tercih bizim içinse bir zorunluluk, bugün içerisinde yaşadığımız şartların daha da kötüleşeceği ve daha çok köşemize sıkıştırılacağımız bir geleceğin içerisine dahil olmak için bu tercihe uygun olma zorunluluğu; uygun olmadığımız takdirde ise yerimize güreşçilerin getirileceği bir zorunluluk. Ama temel sorun uymak zorunda kaldığımız bu zorunluluk geleceğimiz açısından tek seçenek değil. Kendimizi ve geleceğimizi kapitalizmin sınırlarını çizdiği bir zorunluluk yerine bize insani özelliklerimizi kaybettiren bu kapitalist sistemi yıkıp insanca yaşayabileceğimiz sosyalist bir ülke için mücadele edebiliriz. Üniversitelerde, fakültelerde, sınıflarda, liselerde, iş yerlerinde, mahallelerde taleplerimiz için bir araya gelip öfkemizi bizi karanlık bir geleceğe mahkum eden sisteme karşı yöneltmek aslında daha iyi bir gelecek için bizim zorunluluğumuz.