23 Haziran 2020 23:00

Putları yıkıyoruz!*

Protestocular, bugün meydanlarda bulunan kapitalizmin toplumsal önderlerini, figürlerini şehrin meydanlarından söküp atmak istiyor.

Fotoğraf: Wikimedia/Tony Webster, CC BY 2.0

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

MSGSÜ

Bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi Avrupa’da da kapitalizmin içinde bulunduğu krizin güçlendirerek derinleştirdiği ırkçı söylemlerin baş göstermesine ve akabinde özellikle mülteci karşıtlığı üzerinden büyütülen milliyetçi politikaların birçok hükümet tarafından uygulanmaya başladığına şahit olmuştuk.  Bunun karşısında ise halklar öncelikle Floyd’un polis tarafından katledilmesine gösterdiği refleksle eyleme geçerken, ırkçılık ve giderek yerleşmeye başlayan şoven politikaların toplamına dair de dinamikler barındıran bir tepkiyi sokak eylemliliğine dönüştürdü.

EYLEM ALANINDAKİ BEDEN

Siyahların ABD sınırları içerisinde “nefes alamamakla” özdeşleştirdikleri kelimeleri, Floyd’un son sözleri olmalarının ötesinde hem diğer siyahların hem de diğer halk kitleleri içinde, kıtalar arasında kulaktan kulağa dolaştırabilecek güçte kılan şey neydi? Nefes alamamak, “içinde yaşanılabilir bir hayata sahip olamamak” anlamına geliyordu. Bedene dair en temel fiziksel işlem olan nefes almak ve içinde yaşadığın yerin hayatta kalmana elverişli bir organizasyonunu sağlamak olarak özetleyebileceğimiz iki hayati fonksiyonu göz önüne aldığımızda, başta siyahlar olmak üzere bütün (azınlık olmayan) azınlıkların, devletin sağlamakla mükellef olduğunu söylediği bütün hak ve özgürlüklerden, yargıdan başlayarak sokakta polisin ve diğerlerinin dikkatini çekmeden ve potansiyel suç teşkil etmeden yürüme gibi gündelik bir işleme kadar her andan “mahrum” olduklarını gözlemleyebiliyoruz. Şehrin devamlı olarak dışına itilen ve bu yolla da gettolaşmayı zorunlu olarak yaşayan, mevcut sosyo-ekonomik koşullarda ülkelerin en alt gelir seviyelerine yine ittirilen akabinde potansiyel suçlu kimliğini de taşımak zorunda bırakılan ABD’de siyahlar, burada Romanlar şurada İrlandalılar, Aborjinler… İsimler sürüp gidebilir. Baki kalan ise yaşadığı hayatın organizasyonunu sağlama üzerindeki yetkisi neredeyse yok denecek kadar az olan, mevcut düzende şiddet kullanma ve yargılama vesayetini devlet tekeline bırakarak bir sözleşme imzalayan modern toplum insanının, bugün hâlihazırdaki kapitalist örgütlülük biçimi altında toplumsal ve psikolojik olarak sürdürmekte zorlandığı hayatını, fiziksel olarak da nefes alamadığı bir boyuta erişmiş bulduğunda mücadelenin okyanusları geçmesinin de kaçınılmaz hale gelmesidir. Siyahlerin yaşam koşulları ve talepleri üzerinden yapılan okumaların, etnisite ve beden kavramlarından yükseldiğine şahit oluyoruz.  Siyahlar ve ezilen halkların mücadelesinin her daim kendini tarihsel olarak farklı bir yerde konumlandırmayı gerektirecek öznellikte olmasının yanı sıra; eylem alanına sürüklediğinin kendi bedeninden fazlası olduğunun farkındalığını taleplerde, dövizlerde ve nihayet, yıkılan heykellerde ortaya koyduğunu gözlemliyoruz.

PUTLAR ÖLÜRSE YERLERE DÜŞER

Siyahların devlete duyduğu öfke farklı muamele ile sınırlı kalmıyor. Rengi, dini, ırkı üzerinden derinleşen çelişkileri ve insan olarak yaşama talebini, sistemin yalnızca kendisini “ötekileştirmesi” üzerinden anlatmayı tercih de etmiyor. Dünya ülkelerine de yayılan Floyd hareketi, örneğin İngiltere’de ele geçirilen bir polis merkezinin “halk evi” veyahut “kültür evi” olarak kullanılması talebiyle birleşiyor; öte yandan henüz faşizmin yarattığı tahribat hafızalardan silinmemişken yükselen ırkçılığa karşı bir refleks göstermek zorunda hisseden Almanya halkları Floyd’la birlikte ırkçılığın kendi ülkesindeki kurbanlarının da yasını tutuyor. İlginçtir ki, siyahlara karşı eşitlik talebini yükseltirken ve siyahlara uygulanan polis şiddetine karşı susmanın da bir şiddet olduğu vurgusunu yaparken, devletin “kendilerine” o “Avrupalı” bedenleri üzerinde uyguladığı şiddeti de anımsıyor. Sistemin siyah insanlara karşı olduğu sloganı neyi işaret ediyor? Beyaz insana karşı olmayan bir sistemin varlığını mı? Bu sorunun cevabı zorunlu olarak hayır. Almanya’da Münih, Berlin ve Düsseldorf şehirlerinde 150 bin insanın eylemlere katılması, yükselmekte olan ırkçı politikaların Avrupa halklarındaki karşılığını işaret ediyor. Siyahların ve beyazların kaderlerini ortaklaştırdığına, eylemlerin Avrupa’daki örgütlerin ve komitelerin beklentilerinin çok üstünde bir katılım olmasından daha iyi bir delil olabilir mi?  İngiltere’de dört haftadır süren eylemlerde ırkçılık karşıtı gösterilerin talepleri ile birçok ülke halkının ortaklaştığı ve farklılaştığı yerler var. Mesela Fransa halkı, Paris Adliye’si önünde Sarı Yeleklilerle birlikte 2016 yılında katledilen bir siyah için yaptığı gösterilerde “adalet” talebini barışmanın tek koşulu olarak dayatıyor.

DEVLETİN MESULİYETİ

Özellikle şehrin büyük meydanlarında, devlet binalarında ve adliyelerinde gösterileri düzenleyen Avrupalı halklar böylelikle karşıtlığını bizzat devletin karşısına konumlandırıyor. Devlet karşısında muhatap olarak bulunmak istiyor ve yaşananların mesuliyetinin bizzat devlet tarafından üstlenilmesini bekliyor. Ancak bunun yanında bugün meydanlarda bulunan kapitalizmin toplumsal önderlerini, figürlerini şehrin meydanlarından söküp atmak istiyor. Kapitalist devletin putlarını büyük bir coşku içinde yere sererken böylelikle adeta devlete duyduğu öfkeyi ve onun karşısında mukavemet göstermek için sahip olduğu gücü gösteriyor. Kurucu, kurtarıcı siyasi figürlerin yani aslında devlet organın özü itibariyle beslendiği ırkçılığa, köle tacirliğine dolayısıyla sınıfsal karaktere koyduğu tepkiyle hareketin nispeten zayıf da olsa radikal bir dönüşüme kapı aralayan nüveler barındırma potansiyelini besliyor. Belçika’da, İtalya’da, İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da, kapitalizm ve ırkçılığın meydanlarının bekçileri olan kapitalizmin sonsuza kadar yaşayacağını simgeleyen heykeller, hareketin ve değişimin gücüyle alaşağı ediliyor.

Floyd Hareketi, koronanın bizleri birbirimizden uzaklaştıracağı, insan temasına duyacağı güvenin yitirileceği analizleri birkaç ay öncesine kadar yankılanırken, yaşamın ve onun değişime dönük diyalektik bağlarının kanıtını sunuyor. Virüs kadar tehlikeli bir sistemin varlığı kaçınılmaz olarak hayatı her gün örgütlemeye devam ederken, bunun karşısında Avrupa halkları ABD halklarının başlattığı yerden, nefes alabildiği bir yaşamı kurup kuramayacağının merakı içinde.

* Nazım Hikmet’in Resimli Ay mecmuasında eski edebiyata karşı başlattığı hareketin adına ithafen

 

ÖNCEKİ HABER

İstinaf mahkemesi, Canan Kaftancıoğlu'nun cezasına yapılan itirazı reddetti

SONRAKİ HABER

Maden ilçesi, heyelan riski gerekçesiyle taşınmak isteniyor, yurttaşlar "rant" diyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa