Toplumsal mücadeleler merceğinden bugüne bakmak
ABD’de başlayan protestoların bize gösterdiği, dünyada ve Türkiye’de halkların üzerindeki baskının kırılabilmesi için mücadelenin en önemli yol olduğu.
Fotoğraf: Pxhere
Deniz VAROL
Sıla ALTUN
ODTÜ
26 Mayıs’ta Minneapolis’ten George Floyd’un cümlesi dünyada yankılandı: “Nefes alamıyorum.” Amerika halklarının işlenen cinayete tepki göstermek için pandeminin ortasında sokaklara dökülme cesareti Almanya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerine de sıçradı. Bütün dünya ırkçılık karşıtı protestolarla başta Donald Trump’ın baskıcı ve ırkçı tutumu olmak üzere, devlet destekli polis şiddetine, kirli ve despotik siyasete ve ayrımcılığın her türlüsüne karşı durmak için bir araya geldi.
2013’TEN 2020’YE DEĞİŞMEYEN ŞİDDET
Georg Floyd’un öldürülmesi ile toplumun içinde birikmiş baskının dışa vurması ve büyük çaplı protestolara dönüşmesi ile Amerika’daki eylemleri, yedinci yaşını kutladığımız Gezi Direnişi ile bağdaştırabiliriz. 28 Mayıs 2013 tarihinde Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların Topçu Kışlası yapma bahanesiyle kesilmek istenmesi üzerine toplumsal bir başkaldırı olarak şekillenen Gezi Direnişi; hükümetin baskıcı ve nefret içerikli söylemlerine, ayrıştırmaya karşı rant amacı güdülerek gözden çıkarılan yeşilin varlığını korumak için insanların bir araya gelip seslerini duyurma mücadelesi olarak şekillenmişti fakat polis şiddetinin acımasızca uygulandığı bir devlet-vatandaş savaşına dönüşmüştü. Amerika’da da örneklerini gördüğümüz protestoculara karşı takınılan acımasız tavır, “Polis vatandaşı korumak için değil vatandaşa şiddet uygulamak için mi var?” sorusunu akıllara getiriyor. Arkasında devletin tedarik ettiği göz yaşartıcı gazları, plastik mermileri ve tazyikli sularıyla insanlara acımasızca saldıran polisler, kendilerini korumaya çalışan vatandaşlara daha da sert biçimde saldırarak öç almaya çalışıyor. Orantısız polis şiddetinin sonuçlarını Gezi Parkı döneminde Türkiye’de verilen kayıplarla görmüş olduk. Bugün Türkiye’de, Amerika’daki ırkçılık karşıtı protestoları destekleyip polis şiddetini lanetleyenler, vaktinde kendi vatandaşları aynı muameleye maruz kaldığında arkasına yaslanıp keyifle izlemişlerdi. Üstelik ırkçılık ve ayrımcılık yalnızca ten rengine göre yapılır zanneden sözde barış elçileri, Türkiye’de yaşayan azınlıklara karşı kullandıkları nefret dilinin, Amerika’da siyahilere yapılandan farkı olmadığını kavramak istemiyor.
DÜNYA HALKLARININ ÖFKESİ
Oysa polis şiddetini de ırkçılık ve milliyetçiliği de kapitalist sistemin bir yansıması, burjuvazinin kendi çıkarlarını halkın genel çıkarı olarak göstermesinin aracı olarak değerlendirmek gerekir. Amerika’da pandemi ile birlikte sağlık sistemine erişimin yalnızca zenginlerin hakkı olduğunun gün yüzüne çıktığı, Trump’ın kadınları hedef alan cinsiyetçi söylemlerinin özellikle genç kadınlar arasında ciddi bir öfke biriktirdiği bir dönemde bir sene içerisinde neredeyse 500-600 siyah vatandaşın katledildiği koşullarda George Floyd’un ölümünün eyaletleri saran bir harekete dönüşmesi tesadüf değildi. Halkların; açlık ve yoksulluğun karşısında insanca yaşama arzusu, muhalif seslerin susturulmasına karşı düşünce ve ifade özgürlüğünü sahiplenmesi, çocuk istismarcılığına, şiddete ve tacize karşı eşitlik talebi ve daha niceleri kapitalist iktidarların sömürü toplumlarını yaratmak için bu taleplere saldırması ile birikerek ilerlerler. Tunus’ta 26 yaşında üniversite mezunu ve işsiz Muhammed Buazizi’nin kendini yakması bir halk hareketinin kıvılcımını yaratmıştı. Arap coğrafyasını saran Arap Baharı da kapitalist devletlerin izlediği politikalarının halk içerisinde biriktirdiği öfke patlaması sonucunda gerçekleşmişti; tıpkı 2013’teki Gezi Direnişinde Türkiye’deki halkların anti-demokratik uygulamalara ve özgürlüklerin kısıtlamasına karşı ayaklanması gibi.
GELECEĞİN KAZANIMLARI MÜCADELEDE
Türkiye’de muhafazakâr bir toplum inşası süresince iktidarın eğitimden, günlük yaşama kadar dinci-gerici bir yaşamı örgütlemek istemesine karşı sevgilisi ile el ele tutuştuğu için dövülen gençlerin, hedef gösterilen sanatçıların ve aydınların, demokratik ve özgür bir ülkede yaşama talebinin Gezi Parkı’nda sembolize olması da bu birikimden kaynaklanıyor.
Gezi eylemlerinden 7 sene sonra 2020’de Erdoğan-AKP iktidarı tek adam yönetimini sağlamlaştırmak adına baro ve meslek odalarını baskılamaya, Kürt illerinde belediyelere kayyum atamaya, işçilerin kıdem tazminatına göz dikmeye, çocuk istismarını meşrulaştıracak yasaları meclis gündemine getirmeye devam ediyor. Tek adam iktidarına karşı halk içerisinde biriken öfke irili ufaklı halk hareketleri içerisinde gözleniyor. Halk hareketinin sahip olduğumuz mücadele birikimi ile diyebiliriz ki Türkiye halkları ellerinden alınan demokratik haklara karşı kazanımları, toplumsal bir hak arama mücadelesi ile elde edebilir.