Bilimsel eğitim ne kadar mümkün?
Bugün, bazı tartışmalarda eğitimin niteliksizliği devletin beceriksizliğine indirgenmiş bir şekilde karşımıza çıksa da bu niteliksizliğin kapitalizmin sürekliliği için elzem olduğunu unutmamak gerekir
Patrick Tomasso/ Unplash
Hacettepe Üniversitesinden bir öğrenci
Bilim ilkin toplumların ortaya çıkmasıyla birlikte belli bir metot ya da amaç olmaksızın ilerlemesi, tesadüflerle şekillenmesi haliyle karşımıza çıkıyor. Toplumların ilerleyişindeki değişimden elbette nasibini alan bilim, yine aynı şekilde toplumların belirli özelliklerine göre de şekilleniyor denilebilir. İlk çağlarda insanlığın evreni anlama çabası ve gözlemlerinin birleşmesiyle birlikte yaşamsal araçların üretimine hizmet eder bir konumdayken özü itibariyle değişimin başlıca unsuru olan bilim, bu haliyle sınırlı kalmayacaktır. Toplumun gelişim seyrinin üstünde bir hız kazanması ona daha bağımsız bir hal kazandırır. Sadece olan duruma yanıt veren ya da herhangi bir gücün amaçlarına hizmet eden değil yol gösteren, belirleyen bir hale bürünür. Bilimin 17. Yüzyıla doğru “kendiliğinden” ilerleyişinde daha büyük bir hızlanma olacağını söylemek mümkündür. Çünkü bu bağımsızlaşma yine de toplumların ilerlemesinden bağımsız bir halde olamaz. Üretimdeki ilerlemelerle birlikte birçok koldan gelişen bilimin karşısında bilimin belli güçlerin tekeline geçmesiyle sınırlandırılan bir toplumsal ilerleme arasındaki çelişki bu dönemde daha da belirginleşecektir.
BİLİMİN ULAŞILABİLİRLİĞİ
John Bernal, Tarihte Bilim kitabında bu bağımsızlaşmayı geçici bir dönem olarak tarif ettiği durumu şu şekliyle özetler: “Belki de gelecekte bilimsel bilgi ve yöntem toplumsal yaşamın tümüne öylesine nüfuz edecek ki, bilim bir kez daha tek başına ayrı bir varlık olmaktan çıkacaktır.”
Elbette ki toplumun gelişimini belirleyen kapitalizmin karşısında gelişimine engel olunamayan bilime ulaşmak ancak toplumun gelişimini sınırlayan unsurların ortadan kalkmasıyla birlikte mümkün olacaktır. Hatta bu ilerleyiş birbirini o denli sınırsız besleyecektir ki toplum öncü konuma geçecektir.
Ancak günümüzdeki konumuna geri dönersek bilimin daha kurumsal bir yapı haline gelmesini 20. Yüzyıla doğru görüyoruz. Artık ortaya çıkan birçok meslekle doğrudan ilişkili olan bilim yine bu gelişmeyle birlikte eğitimin başlıca unsuru haline gelir. Ancak bu birliktelik o kadar pürüzsüz olmaz. Bilimdeki kurulmaya çalışılan himaye eğitim üzerinde de şekillenecektir. O yalnızca “öğreti” ile sınırlı kalmayıp hakim sınıfın yerini koruyan hatta bu yeri sağlamlaştırma adına toplumun her alandan ilerleyişini belirleyen bir araç haline gelecektir, gelmiştir de.
Öyle ki sadece eğitimin içeriğine dair değil ulaşımına dahi sınırlama koyulsa de eğitim-bilimsel eğitim mücadelesi yüzyıllardan beri süre gelen bir zamanı kapsar. Günümüzde de hala en güncel halini koruyan bu mücadelenin ülkemizdeki geçmişine bakacak olursak 1930 ve 40’lı yıllarda köy enstitüleri üzerinden yapılan müdahaleler ve ilerleyen süreçteki “Devrimci Eğitim Şuraları”yla şekillenen eğitim mücadelesini yakın gelecekteki 12 Eylül darbesi sonucu şekillenen “İslamcı müfredat” uygulamalarının karşısında laik eğitim talebi izlemiştir.
Günümüzde ulaşılabilirliği açısından büyük öneme sahip olması bakımından “parasız”, yine aynı şekilde ulaşılabilirliğini de kapsayarak eşitliği ve anlaşılırlığı bakımından “anadilde ve demokratik” eğitim talepleri ile birlikte müfredat uygulamaları, eğitimin giderek iktidarın politikaları üzerinden propaganda yapan hale gelmesi ve bu durumun belirginleşmesi, sermaye adına harcanan eğitim harcamaları ve özellikte üniversitelerde bu amaca uygun eklenen dersler gibi birçok örneğin de getirisi olarak “bilimsel eğitim” talebi, mücadelesiyle birlikte büyümektedir.
BİLİMSEL EĞİTİMİN NİTELİĞİ
Bilimsel eğitim talebinin tartıştırılması ya da bu talebin somutlaştırılması adına ortaya koyduğumuz ezbere dayalı olmayan müfredat, uygulamalı dersler ağırlıklı öğretim programı, sınavsız bir eğitim sistemi, dinin değil bilimin temel olduğu ve sermayeye değil toplum adına yarar sağlayacak ders içerikleri gibi talepler bugün açısından öncelikli ve kazanıldığı taktirde bilimin, egemenlerin elinden bağımsız gelişim seyrini daha da hızlandıracak taleplerdir. Ancak tartışmaları ve talepleri salt burayla sınırlandırmak kazanımı geciktireceği gibi kazanıma ve mantığına dair inancı köreltebilir.
Bilimsel eğitim nedir, nasıl olmalıdır? Sorusunu cevaplarken ve yukarda bahsettiğimiz tartışmaları “derinleştirirken” iki temel meseleye verilecek cevap burada yol gösterici olabilir.
Bilimsel Eğitimin içeriği nasıl olmalı?Eğitim kime-neye hizmet etmeli? (Bu kısım genellikle tartışmalarda eksik bırakılan kısım olmakla birlikte aslında eğitimin şu anki durumunu ve çözümünü cevaplayacak sorudur.)
Eğitimin içeriği olarak yine ikili bir ayrıma gidebiliriz: İlk olarak ders saatleri, oturma biçimi, sınav sistemi gibi eğitimin veriliş şeklinin biçimine dair bir inceleme, ikinci olarak ise verilen eğitimin ders ve konu içeriğine dair inceleme.
Ülkeler üzerinden bir inceleme yaptığımızda; OECD (Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü)’in yayımladığı son listeye bakalım. (Tabi buradaki listeyi kıstasa almamakla birlikte ortaya koyduğumuz ikinci maddeyle de ilişkili olduğunu atlamamak gerek. Bu listenin kriter olarak ekonomik kalkınma ve temel sınavlar üzerinden uygulanan bir test olduğunu unutmadan hareket etmek gerekli.) Listenin başında yer alan Singapur’un eğitim sistemine dair en çok bahsedilen şey matematik ve fen derslerine verilen önem. Matematik öğretmekte görseli arttırmaya yönelik uyguladıkları yöntemin başarılı olduğunu iddia ediyorlar. İyi birer girişimci yetiştirmeyi temel alan bu sözde eğitim sitemine göre elbette yeterli ve doğru bir uygulama olacaktır. Ancak “görsel kullanarak öğrenmeyi kolaylaştırma” anlayışı eğitimin bilimselleşmesine hiçbir katkı sunmayacağı gibi “kolay ezberletme”nin güzellemesinden öteye gidemez. Bilimsel eğitimin ya da bilimin ne olduğuna dair yapılan tartışmalarda sürekli tariflenen; bilimin ilkin gelişmesi, sonra toplumu geliştirmesi mantığı burada da karşımıza çıkar. Verilen eğitim hem bilimi hem de bilimle birlikte toplumu geliştirmediği sürece bilimsel olmaktan uzak olacaktır. Bilimin keşfedilen yanını ezberleten ve bunu sonrasında mesleki hayatına uygulanmasını hedefleyen ve sınırlayan bir eğitim sistemi bilimin bağımsız ilerlemesindeki makası açacaktır. Bilimin yöntemine dair verilen bir eğitim ve eğitimin her alanında bunların yaşama uygulanabilmesini sağlayan bir sistem hem bilimin gelişme hızına toplumu yaklaştırır hem de eğitimin hizmetinin oklarını toplum yararına çevirir. Yani amaç matematik formüllerini öğretmekten öte, bilimin aracı olan matematiğin hem somut hem soyut incelenmesi, onun yöntemine dair bilgilerin temel alınarak diğer bilimler üzerinde de bir ufuk açmayı sağlamak olmalıdır. Bunu diğer temel bilimler üzerinden de tartışabiliriz ancak sadece bu bilimlerle de sınırlı kalmayan toplumsal olaylarda yorum ve analiz yeteneği geliştiren derslerin de olması gerekliliği bilimsel bir eğitim için temel olacaktır.
EKSİK PARÇA: TOPLUM
Burjuva eğitim anlayışı bu noktada eğitim ve öğretim olarak eğitimin toplumsal yönünü ayıran bir yöntem izlese de olması gereken bir öğretiden öte eğitim alan kişilerin toplumsal işleyişteki konumlarına dair de bir yön ortaya koymak olmalıdır. Yeni eğitim ve öğretim iki ayrı kategori değil bir bütün halinde sunulmalıdır. Bu yönüyle de incelendiğinde bu burjuva anlayış kapitalizmin ortaya çıkışında sürekli kullandığı “özgürlük” kavramıyla da ilişkili olarak ilerleyen süreçte “özgür birey” adı altında bireyciliği ön planda tutan bir “öğretim” anlayışı izleyecektir. “Herkesin kendi işiyle uğraştığı” bir meslek tanımı ve eğitim anlayışı bilimin bireylerin bağımsız çabalarıyla ilerlemesine hizmet eder (güncelliği bakımından bugün topluluklara yapılan müdahaleler de buna hizmet eder niteliktedir) ve bu bütünlükten uzak ilerleme yine bilimin ilerlemesindeki duvarlardan biri olacaktır.
Yapılması gereken kolektif bir toplum anlayışının eğitim sürecinde yerleştirilmesi ve bütünlüklü olarak bilimin ilerletilmesi olmalıdır. Bunu başarmak buna dair dersler verilmesiyle elbette sınırlı kalamaz. Eğitim süreci ne kadar toplum temelli ilerlerse bu eğitimi alanlar da kolektif ilerlemenin unsuru haline gelir.
Günümüz eğitim sistemi bu bahsedilenin çok uzağında yer almaktadır. Hâkim sınıfın kendi yerini sağlamlaştırma adına bilimi kullanmasıyla birlikte günümüz eğitim sistemi birbirini tamamlayan konumdadır. Yani kendi karını arttırmak, sistemini sağlamlaştırmak için bilimi kullanan kapitalizm; bugün devlet eliyle bunu eğitim üzerinden toplumun her yönünden garanti altına almayı hedefler, doğrudan düşünce sürecine müdahalede bulunur. Bu hamlelerin ne kadar bilinçli olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bugün, bazı tartışmalarda eğitimin niteliksizliği devletin beceriksizliğine indirgenmiş bir şekilde karşımıza çıksa da bu niteliksizliğin kapitalizmin sürekliliği için elzem olduğunu unutmamak gerekir. Ezberci eğitimin sonucu düşünme yeteneğini sınırlandıran, hem biçimi hem içeriği ile birlikte bireyi tekleştiren, var olanı ideal saymayı hedefleyen ve değişimin üstünü örten bir eğitim sistemi elbette ki kapitalizmin işine yarayacaktır. Ve bu noktalarda kendi aleyhine yapılacak her değişim elbette onu bir o kadar yıkılmaya da götürecektir. Bilim için yapılan bu mücadele kapitalist sistemin yıkılması adına yapılan mücadeleyle her noktadan ortaklaşacaktır. İşte bu noktası itibariyle eğitimin bilimselliğini savunmak oldukça önemlidir. Bu talebin yalnızca yapılan bir müdahaleye karşı bir tepkiden öteye geçmeyen bir boyutta kalmaması gerekmektedir. Bu talep daha derinlemesine tartışılarak bilimsel eğitim tanımı daha net ortaya konmalıdır ki bilim azınlığın çıkarına hizmet etmek yerine toplumun yönetimine geçsin, toplum yararına kullanılsın. Ancak o zaman yalnızca bilimle gelişen değil, aynı zamanda bilimi geliştiren sınırsız, sınıfsız bir toplumdan bahsedebiliriz.