23 Haziran 2020 23:00

Tarihten payımıza düşenler kimin eseri?

Tarihi; sınıfların, halkın, insanların tarihi olarak değil de “büyük önderlerin”, “kahramanların” tarihi olarak ele almak geçmişi “şans” üzerinden okumaktadır.

Giammarco Boscaro /Unplash

Paylaş

Eren YÜCEBOY

İstanbul

Devlet tarafından eğitim hayatımız boyunca tarih eğitimi alıyoruz. Ancak, bu eğitim bize tarihi belirli bir perspektiften anlatmakla sınırlı kalan bir tarih anlayışının ürünü. Dolayısıyla, tarih dersi alıyor olmamızla tarih öğrenmeyi birbirinin anlamını karşılayan cümleler olarak kullanamıyoruz.

Görmüş olduğumuz tarih eğitimi bizim gelişkinliğimizi ne düzeyde sağlıyor? Almış olduğumuz eğitim, bizim ilgimizi besleyen, kendi gelişimimizi sağlamanın aracı olan bir eğitim değil. Öğrendiğimiz şeyler, bizde yeni ufuklar açmaktan, yeteneklerimizi keşfetmekten, yeni şeyler öğrenmeye çabalatmaktan çok uzakta. Eğitim ve sınav sisteminden dolayı aldığımız eğitimi yalnızca daha üst düzeyde bir eğitim kurumuna girebilmenin aracı olarak görüyoruz. Böylesi bir eğitimle de çoğu zaman, bir şey öğrenmek yerine bir şeyler ezberlemeye çabalıyoruz.

KİMİN TARİHİ?

MEB tarafından 2018 yılında yayınlanan Tarih Dersi Öğretim Programı da eğitimin niteliğinde yaşanan bu eksikliğin bakanlık tarafından kabullenildiğini görebiliyoruz. Çünkü program yalnızca tarih müfredatının içeriğindeki bir değişimi hedeflemiyor. İçeriğin hangi yöntem ve biçimde öğrencilere aktarılacağı, bu yeni yöntemle neyin hedeflendiğini de içeriyor. Programın amaçlar bölümünde şöyle bir ifadeye rastlıyoruz: “…programlarımızın gelişimiyle ve bilimsel, sosyal, teknolojik vb. ihtiyaçlarla koşutluğu sağlanmıştır.” 2018-2019 eğitim öğretim döneminde uygulamaya geçilen bu programla alakalı olarak programın güncellenmemiş halini ve mevcut halini deneyimlemiş öğrencilerle bir tartışma yürütülse, kaçı programın eski ve güncel hali arasındaki bu bilimsel ayrımı vurgulayacaktır?

Müfredatın içeriğine dönük güncelleme de çokça “gelenek”, “değer”, “öz” gibi kavramlar üzerinden açıklanmaktadır. Bu değerin, özün kaynağı olarak da aynı şekilde sıkça Türk-İslam kültürü vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, almış olduğumuz tarih dersi kendini zaten insanlık tarihinin evrensel değerlerini, birikimini öğrenme gibi bir misyonla var etmemektedir. Görmüş olduğumuz tarih derslerinin müfredatı, tek adam iktidarının tasavvur ettiği gençlik modeline yatkın, o gençlik modelini hedefleyen bir müfredattır.

KAHRAMANLARIN SINIFSIZ TARİHİ

Türkiye özelinde olmayacak şekilde ve müfredat dışında tartışmaya devam edecek olursak görmüş olduğumuz tarih anlayışının ilk kusuru olarak, sınıfsal, toplumsal sistemden uzak; hatta uzak olmakla da yetinmeyip çoğu zaman bunu inkâr eden bir tarih eğitimi olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişin sınıfsal özünü inkar eden bir tarih anlayışı, bunun yerine bir simülasyon tarih yaratmak zorunda kalıyor ve aldığımız bu tarih eğitiminin kendi yaşantımızda gerçeklik anlamında bir karşılığını bulamadığımızda tarihin kendisinden uzaklaşmış oluyoruz. Örneğin, 1. Dünya Savaşı’nı içeren bir tarih dersinde, en basit haliyle sömürgecilik yarışında İngiltere ve Fransa’nın gerisinde kalan Almanya’nın bu iki devlete karşı bir paylaşım savaşına girişmesi üzerinden okuyoruz savaşın kendisini. Halbuki, savaşın başlıca sebebi olarak sömürgecilik faaliyeti derken; sömürünün ne olduğunu, nasıl bir nitelik taşıdığını, kimlerin yani sınıfın hangi sınıflar tarafından sömürüldüğünü öğrenmiyoruz. Dolayısıyla böylesi eksik bir tarih, gerçeğin üstünü örten, ayrı ayrı devletlerin mevcut siyasi yöneticileri tarafından alınan karar doğrultusunda bir savaş görüngüsü yaratıyor bize. O siyasi idarecinin, burjuvazinin bir temsilcisi olduğu, kendi kişisel hırsından dolayı değil de kendi ulusunun burjuvazisinin azami karı için, burjuvazinin almış olduğu kararı sadece uygulayan bir temsilci olduğu gerçeği yalnızca üstü örtük bir şekilde bize öğretiliyor.

İkinci bir kusur da tarihi; sınıfların, halkın, insanların tarihi olarak değil de “büyük önderlerin”, “kahramanların” tarihi olarak ele alınmasıdır. Böylesi bir tarih anlayışı, geçmişi “şans” üzerinden okumaktadır. O büyük önderin, tam da o dönemde, tam da o sınırlar içerisinde dünyaya gelmiş olması bize öğretilen tarih anlayışına göre tamamıyla rastlantısaldır. Marksist tarih anlayışına göre ise tarihsel dinamizm bir zorunluluktur. Tarihsel eylem, tek bir insanın kendi fikri ve karakteri üzerinden açıklanamaz. Marx, insan fikrinin önemsiz olduğu, insanın tarihsel bir özne olmadığı gibi bir görüşe de sahip değildir. Fikirler, tarih üzerinde elbette ki belirleyicidir, bu fikirlerse iktisadi bir temele dayanmaktadır. Tarihsel eylem, bir zorunluluktur. Çünkü, fikrin eyleme geçmesi, yalnızca o anki dönem içerisindeki koşullar bağlamında, sınıfların ihtiyacını karşılayıp karşılamadığı oranda mümkündür.

TARİH İZLENECEK BİR DİSİPLİN OLMAMALI

Sonuca yaklaşırken, toparlamak adına genel bir özet geçmek gerekirse; Marksist tarih anlayışına göre, tarihin kendisi, geçmişteki bir eylem, iktisadi bir temele dayanmaktadır ve tarihin öznesi sınıflardır. Tarihsel herhangi bir eylem veya olguyu yalnızca iktisadi bir temelde açıklama çabası, Marksist bir tarih anlayışına mensup olunduğu anlamına gelmez. Belki de Marksist tarih anlayışında en hayati olan ve görmüş olduğumuz eğitimde en eksik kalan nokta burasıdır: İnsanlar, toplumsal koşullara bağlıdırlar, toplumun mevcut durumundan bağımsız değillerdir. Toplumsal hayatın kendisinde esas belirleyici olansa mevcut üretim ilişkileridir. Ancak, insan yalnızca koşullara bağlı, koşullardan etkilenen, edilgen bir nesne değildir. İnsan, içerisinde bulunmuş olduğu koşulları zorlayan, aşan, değiştiren bir öznedir. Görmüş olduğumuz tarih eğitiminde en yetersiz kalınan nokta burasıdır. Tarih eğitiminin, mevcut hali, bizlere yalnızca geçmişi izletmekle yetinmektedir. Ancak, geçmiş hala öğretmeye, bizi sınamaya, deneyim kazandırmaya ve bugünü değiştirmede bize araç olmaya devam etmektedir. Bugünümüz, geçmişin geleceği ve geleceğimizinse geçmişidir. Geleceğimizi bugünden yaratmak geçmişi yalnızca izlemekle başarılabilecek bir şey değildir. Dolayısıyla, tarihi öğrenmek de tek başına yeterli olacak faaliyet değildir. Tarih, bugün de yeniden var olmalı, bugün tekrar sınanmalı ve pratiğe geçmelidir. Tarih yalnızca okunup bilgisine sahip olunacak bir disiplin değildir. Yarının tarihini, bugünden inşa etmek gerekir.

 

Kaynak

Hill, C. (2017) Marksizm ve Tarih, (Hazırlayan: Toraman, A.) İstanbul: Kor Kitap

 

ÖNCEKİ HABER

Bilimsel eğitim ne kadar mümkün?

SONRAKİ HABER

ABC’ye karşı ÖTK’yi savunalım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa