Şair A. Corduk: Onca yangına rağmen fidan dikmeye, su dökmeye devam
Şair A. Corduk “Peş” ve “Yama” isimli kitaplarını anlattı: Umutsuz da olsak yaptıklarımız bir şeylere yetemese de emek harcamayı bırakmamak gerek. Onca yangına rağmen fidan dikmeye, su dökmeye devam.
A. Corduk/ Fotoğraf: Şairin kişisel arşivinden alınmıştır.
Ege KARACAN
Şair A. Corduk, son dönemde “Peş” ve “Yama” kitaplarını okurla buluşturdu. Toplumsal sorunlara uzak durmayan Corduk’un şiirlerinde yoğun bir acı hakim… Ama saf bir acıyla karşımıza çıkmıyor, şiirlerinde bireyi ve toplumu yüzleşmeye çağırıyor. Corduk, “Yüzleşmemek, tekrar ve tekrar yaşamak demek. Yapılan her haksızlık, her adaletsizlik, her eziyet bana yapılmıştır. Banane deme şansım yok. İnsan olarak yok, hele de şiir yazan olarak hiç yok.” diyor.
“YAMAMAK, ONARMAK, TEKRAR TEKRAR KULLANMAK”
Şiir kitaplarının isimleri hep ilgimi çekmiştir. İki kitabı birden sormak istiyorum. Neden “Peş” ve “Yama”…
İki kitabımın ismi de içindeki şiirlerin birer dizesinde geçiyor. Herkes yaşamında bir şeylerin peş’inden gider. Bu kimi zaman iştir, yaratıdır; kimi zaman sevdadır; kimi zaman tüm insanlığa dair bir özlemdir, umuttur, kimi zaman da ömrünün geri kalanını adamak zorunda bırakıldığın kayıp bir delildir. Şiir de peş’inden beni sürükleyen, peş’ine takıldığım yaşamımdaki değerlerden bir tanesi.
Yama’nın bir yerinde “yamayarak ilerlemek”ten bahsetmiştim. Yamamak, onarmak, tekrar tekrar kullanmak. Bu, önemli bir kısım insanın yabancısı olmadığı bir durum. Bir de yaşamda karşına dikilen her haksızlık, her eziyet, belki her yokoluş ve tekrar tekrar tekrar doğrulma, devam etme...Yani aslında “umut” bu, inatla umut.
“Peş” kitabının ardından “Yama” okurlarla buluştu… “Yama”, “Peş”in devamı mıdır ya da içerik ve biçim olarak farklılığı nelerdir?
Mutlaka bir şeyler bir şeylerin devamı. Hayat devam ediyor, şiir de yazılmaya devam ediyor. Ben ağır ağır değişiyorum, o da ağır ağır değişiyor. Daha detaya inersem, Peş’teki şiirlerin çoğu oluştukları zaman bakımından uzun bir döneme yayılıyor. Fakat özellikle son bölümlerinde, son altı yedi senede ortaya çıkan şiirlere yer verdim. Bu vakitler yazılmış şiirlerin bir kısmı da Yama’da yer aldı. Bu bakımdan içinde Peş’teki şiirlere devam denebilecek şiirler yer alıyor. Yama’da ayrıca çok yeni şiirler de var. Bunlarda şekil ve içerik yönünden biraz değişiklik seziyorum. Bu hoşuma giden bir değişim. Tabi bu değerlendirmeyi en iyi okuyucu yapacaktır, ben objektif olamayabilirim. Ancak yine de örneğin Yama’da kimi konulardaki eleştirel yaklaşımın daha belirgin olduğunu söyleyebilirim. Dili oldukça sade kullanmaya özen gösteriyorum, bir okuyan gözüyle baktığımda Yama’da daha da sadeleşmiş olduğunu hissettim.
“GÜZEL HERKESE GÜZEL DEĞİL, SANCI DA HERKESE SANCI DEĞİL”
Şiirleriniz geniş bir coğrafyada geçiyor. Şiiriniz nasıl bir coğrafyanın ürünü?
Yaşanılan, gidip görülen yer diye bakmazsak, acısını sevincini duyumsadığımız her coğrafya şiirin konusu. Yani güzel ve sancılı bir coğrafyanın ürünü. Güzel herkese güzel değil, sancı da herkese sancı değil elbet. Ötelerdeki insanı, olduğunuz yerde duymuyorsanız, dünyanın neresini dolaştığınızın, neresinde yaşadığınızın bir anlamı yok. Ötelerdeki insanı duyup da dibinizdekini duymuyor, görmüyorsanız bunun da bir anlamı yok. Kimse değilse bile yazanlar görmeli, anlatmalı; güzelliği de zorluğu da acıyı da umudu da.
Toplumsal meselelere uzak durmayan bir şiiriniz var. Bu şiirlerde yoğun bir hüzün hakim… Şiirinizde hüzün sanki bir yüzleşme ya da yüzleştirme aracı… Neler söylemek istersiniz?
Toplumsal meselelere uzak duramam ben zaten. İlk şiirim 1991 tarihli, savaş üzerineydi (sanırım Körfez Savaşı). İnsan şiir yazmak için yaşamaz herhalde, yaşar sonrasında bundan şiir çıkar, resim çıkar, heykel çıkar. Ne yaşıyorsa onu yazar sanırım. Ben hayal edip de şiir yazamıyorum. Yani şiir yazmak için şiir yaz(a)mıyorum. Belki de bu şiir adına iyi bir şey değildir. Bir şeyler oluyor, peş’inden şiir yazıyorum. Bir çeşit haber gibi.
Hüzün de var ama daha ziyade acı var. Yüzleşme ve yüzleştirme evet. Güzel tariflemişssiniz. Acıyı anlatmalıyız, belki daha da çok anlatmalıyız. Hüzün sezildiyse eğer o, her acıyı bedenime aldığım ve taşıdığım için sezilmiştir. Herhangi bir acıya başkasının acısı diye bakmadığım içindir. Yüzleşmemek, tekrar ve tekrar yaşamak demek. Yapılan her haksızlık, her adaletsizlik, her eziyet bana yapılmıştır. Banane deme şansım yok. İnsan olarak yok, hele de şiir yazan olarak hiç yok. Çiçeği böceği çok severim. Vaktim oldukça da onlarla vakit geçirmeyi tercih ederim. Fakat ben şiirimde daha ziyade insanı, insana yapılanı önceliyorum. Bunu birilerinin yapması gerek, her alanda. Yanlış anlaşılmasın çiçeğe böceğe eziyet ediliyorsa onları da yaz(/ş)ıyorum elbet.
Şiirlerde “ölüm” imgesi çok fazla var… Ölümü sık sık işlemenizdeki nedenleri sizden dinleyebilir miyiz?
Bu eleştiri olarak yakın çevremden de geliyor. Ölümü çok işlemem konusu. Yama’da buna dair açıklamalar da yaptım. Ölümü çok işlemek demek yaşamı sevmediğim anlamına gelmez/gelmesin. Tam aksine...
Ölüm yaşamımızın çok içine sokuldu. Ölüm derken, ölmek ve öldürülmek ayrımı yapıyorum. Sıradan olmayan ölümler, hem sıklaştırıldı hem sıradanlaştırıldı. Ölümü yazmaya kaçınmıyorum. Önceki söylediğiniz yüzleşme-yüzleştirmeyle bağlantılı. Yazılmalı. Hatırlatılmalı. Unutturulmamalı. Şiirin hep konusu olmalı bu. Hatta zaman oluyor ki, ölümler haber bile olmuyor. İşte bu yüzden de yazılmalı.
Tabi bir de madde döngüsü olarak da ölüm var şiirimde. Bu da ölümü yaşamın bir parçası olarak çok doğal, sakin karşılamamdandır.
"YENİLGİ VE HÜZÜN İNSANI TOPYEKÜN UMUTSUZLUĞA GÖTÜRMEMELİ"
Son dönemde toplumsal meselelere duyarlı şairlerin kaleme aldığı şiirlerde yenilgi, hüzün ve umutsuzluk hakim… Aslında bu 12 Eylül sonrası şiirimizde sıkça karşılaştığımız bir durum… Nesnelliği olmakla birlikte sizce bu durum tek yönlü bir yaklaşım değil mi? Şiirlerde neden hep yenilgi ve acı var?
Toplumsal meselelere duyarlı şairler olması bile sevindirici. Ne yazık ki çok şiir üretilse de, yaşamın ta içinden şiirlere pek az rastlıyorum, sanki şairler toplumdan ayrı varlıklarmış gibi (kullanılan dil de bu düşüncemde etkili olabilir). Yanılıyorsam ne iyi. Diğer yazanları bilemem ama benimki çok da “umutsuzluk” diyemeyeceğim. Yenilgi, hüzün evet. Fakat bu insanı topyekün umutsuzluğa götürmemeli. Mutluluk da öyle, bireysel anlık mutluluk beni toptan mutlu edemez. Diğer büyük çoğunluk insanın da mutlu olmasıyla gerçek mutluluğuma kavuşabileceğim. Şiir peşinden gittiğim değerlerden biri demiştim. Yaşamımın tamamı değil. Benim işim “şairlik” değil diyebilirim aslında. Uğraşılarımdan biri. Başka bir deyişle şiir yazmak için yaşamıyorum veya yaşadıklarım, hissettiklerim, üzüntülerim şiir olsun diye değil, gerçek oldukları için böyle yansıyor söze. Yaşadıktan sonra bir kaç cümleyi kağıda dökme isteği, dürtüsüyle ve de çalışmayla da şiir haline geliyor.
Son zamanlarda insanı çok yıpratmış olabilirler, özellikle de “umutlu” insanları. Tabi şair ne kadar hüzünlü, yenilgili şiirler yazsa da umutsuzluğu önermemeli. Şiirlerimde, satır aralarında çokca umut ışığına da rastlayacaksınız. Bir de, her yerin çok aydınlık olması, her şeyin apaçık, çırılçıplak görünür olması çok umutlu olunacak zamanlar olmayabilir. Yakın tarihte de bunu çokca deneyimledik. Umudun fazlasına, gereksiz, yersiz umuda da mesafeliyim tabi. Bu da fazlaca, insanı tembelleştirme, etkisizleştirme, eylemsizleştirme riski barındırıyor.
Yama “diktiğim el kadar fidan, döktüğüm bir bardak su” dizeleriyle bitiyor. Umutsuz da olsak yaptıklarımız bir şeylere yetemese, yetişemese de, emek harcamayı bırakmamak gerek. Onca yangına rağmen fidan dikmeye, su dökmeye devam...