28 Haziran 2020 00:00

İşsizlik ve hak gaspları salgını

Avrupa ülkelerinde pandemi sonrası “normalleşme” süreci devam ederken artan işsizlik ve kalıcı hak gaspları gündemde. Almanya'da ise ırkçılık tartışması Marx üzerinden ideolojik savaşa dönüştürüldü.

İşten çıkartılan Lufthansa Havayolu çalışanları geçtiğimiz hafta eylem yaptı | Fotoğraf: Abdulhamid Hoşbaş / AA

Paylaş

Avrupa ülkelerinde pandemi sonrası “normalleşme” süreci devam ediyor. Fransa’da da ekonominin tekrar canlanmasına yönelik kimi önlemler alınmaya başlandı fakat bu işsizliğin artması ve işten atmalara engel olmadı. Politis gazetesinde çevirdiğimiz yazı 2017’de Macron’un kanun hükmünde kararnamelerle işten atmaları kolaylaştıran ve işyerinde işçilerden büyük fedakarlıklar isteyen yasasının uygulanmasına dikkat çekiyor. Yazar birçok şirketin krizi işten atmaları hızlandırmak için fırsata çevirdiği belirtiliyor.

Karantinaya geç girerek dünyanın en yüksek ölüm oranlarından birine ulaşan Britanya, şimdi de karatinadan erken çıkarak ekonomik ve sağlık sorunlarını uzatacak görünüyor. İkinci bir pandemi dalgasını önleme konusunda yeterli önlem almayan hükümetin sağladığı finansal desteği de ekime kadar bitirecek olması işsizlik oranında büyük artışın habercisi gibi görülüyor.

Almanya’da ırkçılık tartışmaları Karl Marx’ı pespaye bir ırkçı ilan eden bir yazı yüzünden ideolojik bir savaşa dönüştü. Burjuva ideolojisini savunanlar ırkçılığın sınıfsal boyutunu göz ardı ederek sorunu sistem içinde çözülecek “insani” bir sorun olarak göstermeye çalışıyorlar. Marx’a saldırılar ise yeni değil ve amaç üzüm yemekten çok bağcıyı dövmek.

MAAŞLARI DÜŞÜRME SALGININA DOĞRU MU?

Erwan MANAC’H
Politis

İşten çıkartmamak için maaşları düşürme: Kovid-19 krizinin doğurduğu ekonomik krizden dolayı zor durumda olan şirketlerin başvuracağı çözüm bu olabilir. (Fransız) Çalışma Bakanı Muriel Pénicaud birkaç haftadır, kanun hükmünde kararnamelerle kurulduğu 2017’den bu yana az kullanılan Kolektif Performans Anlaşmasını (APC) sallıyor. Bu anlaşma modeli, iş verene ekonomik zorlukları ispat etme zorunluluğu olmaksızın iş sözleşmesinin kalbini değiştirme; yani ücretleri, çalışma süresi hacmini ve işçiler için coğrafi ve görev değişikliği yapmas olanağı veriyor. Tam bir “esnekleştirme” silahı.

Bugüne kadar iş yerinde çoğunluğu elinde bulunduran sendikanın imzasını ya da iş yerinde tüm işçilerin referandum yapmasını gerektiren bu anlaşmalar basında çok da tartışma konusu olmadı. Geçici bir bilançoya göre (…) anlaşma sayısı son iki yıl içinde hızlıca artmış: İki yıllık uygulama süresinde Çalışma Bakanlığına göre 350 APC uygulanmış. Kovid-19 krizi bu eğilimi hızlandırdı. 12 Haziran’da Airbus’ın taşeronlarından Derinchebourg şirketi, 700 kişinin işten atılacağı tehdidini savurarak Blagnac şehrindeki fabrikasında bir APC imzalattı ve 1600 işçinin on üçüncü ay maaşı ile yol ve yemek masraflarını karşılamayı iptal etti.

Günlük Equipe gazetesinde de (maaşların yüzde 10 düşürülmesi ve 16 günlük birikmiş mesai izin gününün iptal edilmesi için) bir anlaşmaya varılması yönünde müzakereler yürütülmeye başlandı ve Ryanair’de pilot ve yardımcı pilotların yüzde 27’sinin işine son verme tehdidi ile ücretleri düşürmeye yönelik bu fırsatı değerlendirmeye çalışıyor.

Bu anlaşmalar daha önceki anlaşmalardan farklı olarak, bu fedakarlıklar karşılığında hiçbir şey sunmuyor. İşveren, ne önerdiği ekonomik planın uygunluğunu ispat etmek zorunda ne de daha sonra işten atmayacağının garantisini vermek.

Dolayısıyla imzalanmış APC’lerin sadece yüzde 10’u bu fedakarlıklar karşısında istihdamı koruyacağını belirtiyor. Ama Derinchebourg’da olduğu gibi bu işten atmama sözü sahtekarca verilebiliyor: Airbus’ın taşeronu 2022 Haziran’ına kadar ekonomik nedenlerden dolayı kimseyi işten atmama vaadinde bulundu, fakat bu vaat havacılık sektörünü olumsuz etkileyecek hiçbir “mücbir sebep” olmaması “şartıyla” uygulanacak.

Son olarak ise anlaşmayı imzalamayı reddetmek ise işten çıkarmak için, mahkemeye başvurmasını engelleyen makul bir neden kabul ediliyor ve ekonomik nedenlerden dolayı işten çıkarmalarda olduğu gibi işçiye başka bir iş teklifinde bulunma, ya da yeni bir iş bulmasında ona yardımcı olma gibi zorunluluklar da ortadan kaldırmış oluyor.

Dolayısıyla APC iki tarafı da keskin bir kılıç gibi; zira işçilerden isteyebileceği fedakarlıklar o kadar uzağa gidebiliyor ki kimi işçiler kötünün iyisidir diye anlaşmayı reddedip işten çıkarılmayı tercih edebiliyor.

Derichebourg fabrikasında ücretlerinin yüzde 20 düşürülmesi ve reddetme şansı olmadan evden çok uzak bir yere çalışmaya gönderilme (üstelik yol masraflarının bir kısmı karşılanmadan) riskine karşı kimi işçiler işten çıkarılmayı tercih ediyor.

İş Hukuku uzmanı Doç. Dr. Josepha Dirringer’ye göre “Bu kolektif performans anlaşmalarının rolü, ekonomik nedenlerden dolayı işten çıkartma durumda (işçi lehine uygulanan) iş yasasını uygulamamaktır”.

Bu anlaşmalar, dolayısıyla, korkunç bir silahtır ve ona karşı tek korunma ise işçi temsilcileri ve işçilerin, işten atma şantajına karşı direnme kapasitesidir. Fakat iş kararnameleriyle sendikaların temsiliyet olanakları da büyük oranda kısıtlandı (işçi delege kurumlarının birleştirilmesi, iş mahkemelerinde kıdem tazminatına bir üst sınır getirme, yasal olmayan işten atmaları durdurmanın imkansızlaşması, müzakere süresinin kısıtlanması).

İşverene değerlendirebilmesi için istediği gibi olanak sunan bir iş yasası sayesinde kriz patronlar için zengin fırsatlar sunuyor.

(Çeviren: Deniz Uztopal)

BRİTANYA HÜKÜMETİ UYKUSUNDA İŞSİZLİK KRİZİNE YÜRÜYOR

Larry ELLIOTT
The Guardian

Ekonomi için can alıcı noktaya geldik. İngiltere hızla kısıtlamaları kaldırmaya başladı; 4 Temmuz’dan itibaren oteller ve publar da açılacak. Her şey plana uygun giderse son üç aydır evde para biriktiren halk, büyük bir harcama dalgasına sebep olacak ve barlar, mağazalar ve restoranlar iflasın eşiğinden dönecek.

Fakat hükümetin koronavirüs döneminde bugüne kadar attığı hiçbir adım güven vermiyor. Kişisel korunma malzemesi eksiklikleri, Ulusal Sağlık Sistemi’nde (NHS) kapasite yetersizliği, yaşlı hastaların hastanelerden ölüm tuzağına döndürülen bakımevlerine boşaltılması… Karantinaya hem ekonomi hem de toplum sağlığını büyük oranda etkileyecek şekilde geç girilmişti. Hani nerede ‘dünyanın en iyi’ test ve takip sistemi?

İkinci bir dalga şu an en büyük risklerden birisi. Dikkate almaya değer, çünkü bir ülkeyi uzun bir süre kitlenmiş koşullarda tutmak imkansız. Ekonomi son 300 yılın en büyük küçülmesine doğru ilerliyor; bundan en çok etkilenecek olan da yoksul ve genç nüfus. Kovid-19 ölümleriyle, evde kalmaları istendiği için tedavi alamayan kanser hastaları, giderek artan intihar ölümleri, çocuk tacizleri, ev içi şiddet ve ruh sağlığı sorunları oranlarının dengelenmesi gerekiyor. Kovid-19 ölümlerinin düştüğü bu dönemde diğerlerine yoğunlaşmak yerinde bir adım.

Daha az gündeme gelen diğer büyük bir risk ise -eğer hükümet ekonomik toparlanmayı eline yüzüne bulaştırırsa yaşanacak olan- işsizlikte devasa bir artış. Kriz sürecinde itibarı artan ender kabine bakanlarından bir olan Maliye Bakanı Rishi Sunak’ın ne yaptığını bildiği ve doğru karaları vereceği varsayılıyor.

Fakat, Sunak gelir yardımını serbest meslekte çalışanlara kadar genişlettikten sonra bile bir milyon çalışan kapsam dışı kalmıştı. Bankaların, desteği ulaştırmakta ağır kalması üzerine Sunak küçük işletmeler için yüzde yüz garanti sağlamak zorunda kaldı. Bunlar Sunak’ın güvenilirliği için büyük birer tehdit oluşturmuyor fakat hükümetin her sektörde maaşların büyük bölümünü yüklendiği finansal destek (kısa çalışma benzeri bir uygulama) uygulamasını erken sona erdirmesi sonucu sonbaharda işsizlik yüksek oranda artarsa durum değişir. Maaş destekleri ağustostan itibaren azalacak ve ekimde son bulacak.

2020’nin 2008-9 ekonomik kriziyle aynı olacağını düşünmek büyük bir hata; o dönemde ekonomi yüzde 6 daralmış fakat istihdam oranı sadece yüzde 3 düşmüştü. İş piyasası uzmanı Paul Gregg, Britanya’da durumun daha çok üretimde düşüş yüzde 3 iken istihdamda düşüşün yüzde 4,5 olduğu 1990’ların ilk yıllarına benzeyeceğini söylüyor.

Bu seneki daralma ise ikisinden de çok daha fazla olacak. IMF iyimser şekilde yüzde 10 diyor. İş kayıpları emek-yoğun sektörlerde daha çok olacak ve dolayısıyla istihdamda yüzde 10 ya da daha fazla düşüş görülebilir. Merkez bankasının işsizliğin yüzde 5’ten 9’a çıkacağı öngörüsü düşük; işsizlik yüzde 14-15 seviyesine, işsiz sayısı da 4 milyonun üzerine çıkacak gibi görünüyor.

Ürkütücü bir öngörüde bulunan Gregg şöyle diyor “Hükümet şirketleri ve iş olanaklarını korumak için çok para savurdu, şimdi bu programı erken bitirirse bunları boşa yapmış olacak. Dahası, sonuçları büyük olur; yaygın iş kaybı ya da korkusu arttıkça resesyon çok daha derin ve uzun sürecektir”

Uykusunda sağlık sorununa yürüyen hükümet şimdi de uykusunda işsizlik krizine yürüyor. 2008-9’da bankaların neredeyse batmasına sebep olan temel sorunları çözmemiş aynı model, güvencesiz milyonlarca iş açmak gibi, yara bandı maiyetinde çözümlerle devam ettirilmişti.

Uzun vadede yeni bir ekonomik model zorunlu. Kısa vadede ise atılacak adım mümkün olduğunca çok kişiyi iş sahibi tutmak olmalı.

Birçok seçenek mevcut: Kolay etkilenecek sektörlerde kısa çalışma uygulamasının devam etmesi; tüm kurumların yarı-zamanlı çalışan işçilerini daha uzun süre bu sistemde tutabilmesi; işverenlerin sosyal sigorta katkılarının azaltılması. Aksi takdirde bugünkü coşku yerini en karanlık kış aylarına bırakabilir.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

MARX VE IRKÇILIK

Elisa NOWAK
Der Freitag

Irkçılık, dünyanın her yerinde gündemde kalmaya devam ediyor. Hem ABD ve dünyanın değişik ülkelerinde polisin uyguladığı ırkçı şiddetle hem de ABD’de Black Lives Matter hareketi, diğer ülkelerde de gençlerin başını çektiği ayaklanmalar sayesinde.

Ama kimse ırkçı olduğunu kabul etmiyor; ırkçılık her zaman başkasının sorunu, örneğin “ABD’deki ırkçılık bizde olmaz, komşum ırkçıdır ama ben değilim”. Irkçılığın öldürmeyle başladığını düşünenler de var. Halbuki ırkçılık, günlük yaşamda bazı tepkilerin, bazı ifadelerin normal görülmesiyle başlıyor. Bunu sağlayan da toplumsal sistem. Bu nedenle ırkçılık karşıtlığı sistem karşıtı eleştiriyle birlikte bir anlam taşıyor. Burjuva ideolojiyi doğru ve en iyi bulup ırkçılığa karşı olduğunu söylemek inandırıcı değil. Sistemi sorgulamadan ırkçılığa karşı olunamayacağı ise solun sürekli vurguladığı bir şey. 

İşte bu nedenle sola iftira atmak, ırkçılığın sistem sorunu değil, insan sorunu olduğunu vurgulamak burjuva ideologlarının ve medyasının sürekli başvurduğu bir yöntem.

16 Haziran’da NTV’de Haftanın Şahsiyeti köşesinde Karl Marx’ı tanıtan Wolfram Weimar, onu en pespaye ırkçılardan biri ilan etti. Bu tür suçlamalar ilk değil,Weimar’ın bu konuda yazdığı ilk yazı Marx’ın 200. doğum gününde yayımlandı. Karl Marx ve Friedrich Engels’in mektuplaşmaları ve Karl Marx’ın ilk eserlerinden olan Yahudi Sorunu’na atıfta bulunan Weimar, bağlantılardan, konuşulan konu ve varılmak istenen hedeften bağımsız alıntılarla Marx’ın ‘pespaye ırkçılardan biri’ olduğunu kanıtlayacağını sandı. Halbuki Yahudi Sorunu, Bruna Baauer’in gerçekten Yahudi düşmanı olan tezlerine karşı yazılmıştı , Marx, Yahudi düşmanlığı ve Antisemitizm yapmadan, Yahudi asıllı insanları dinlerini özgürleştirmeye ya da dinden özgürleşmeye çağırmaktaydı. Marx’ın din konusunda düşüncelerini bilenler, sorunun Yahudi düşmanlığı değil dinin hedefi, kimin hizmetinde olduğu ve yoksulları ne hale getirdiğini ifade etmek olduğunu bilirler. Kapitalizmle din arasındaki bağı sorgulayanlar da Marx’ın Yahudilerin bir sermaye iktidarı kurmasından değil, sermayenin egemenliği için Yahudi dininin de insanları köleleştirmek için kullanılmasından söz ettiğini kavramışlardır. Onun kapitalizm eleştirisi, Yahudilerin yok edilmesini içermez, ezilmekte olanların onları atıl bırakan her türlü bağlarından kurtulmasını hedefler. Çünkü Marx, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak burjuvazinin antisemitizmini çok iyi bilmektedir.

Friedrich Engels, 1890’da bu iddialara karşı “Anti-Semitizm Üzerine” yazsını yazarak solun antibemitizme ve büyük çoğunluğu ezilen işçi olan Yahudi halkının sömürüye karşı mücadelesine atıfta bulundu. Ancak Wolfram Weimer, 2018 yılında Alman faşistlerinin Yahudi karşıtlığı ile Marx arasında bağlantı kurmayı başardı. Bu kesinlikle eleştirel bir tartışma değil, algısında son derece seçici olan ideolojik bir mücadele.

Weimer gerçekten ırkçılık ve antisemitizm eleştirisi ile ilgilenseydi solla uğraşmak yerine kendi referanslarına bakardı. “Muhafazakâr Manifesto”nun yazarı olarak ve “muhafazakâr değerleri” savunduğunda, kendi dillerinde Marx’tan daha az radikal olan ve bariz bir bağlamda hemen antisemitizm veya ırkçılık önermeyen ama Yahudi ve ezilen insanlar açısından Marx ve Engels arasındaki yazışmalardan çok daha tehlikeli olan bir ideolojiye bağlı olan filozoflara atıfta bulunmaktaydı. Muhafazakârlığı savunurken, diğerleri arasında Immanuel Kant, Max Weber ve Friedrich Nietzsche’den alıntılar yaptı.

Tüm felsefe öğrencilerinin sözde dokunulmaz filozofu Kant’ın ünü, özellikle son birkaç gün içinde sorgulandı. Tarihçi Michael Zeuske, Kant’ı “Avrupa ırkçılığının kurucusu” olarak tanımlıyor. Sosyolog Max Weber’in durumu daha az belirgin. Her ne kadar açıkça ırkçı ve Yahudi karşıtı bir iddiada bulunmasa da, özellikle son yıllarında Alman otoriterizmine yönelik eğilimi ırkçılık ve nihayetinde antisemitizm olmadan değerlendirilemez. Friedrich Nietzsche’nin tarihi ise hâlâ tartışmalı ve açıktır. Weimer, Marx’ın yazılarını Alman faşizmine ideolojik bir yakınlık olarak göstermeye kalkışsa da Nietzsche’nin metinleri faşistlerin bir kısmı tarafından coşkuyla kutlanmıştı.

Ama olayın özü nedir? Kant gibi ırkçılara atıfta bulunan bir yayıncı, diğerlerindeki ırkçılığı mahkum edebilir mi? Tabii ki, çifte standart varsa yapabilir. Ancak Marx, Kant, Weber ve Nietzsche ile karşılaştırılamaz. Belirleyici olan fark öznel söz değil, savunulan gerçek felsefe ve siyasettir. Karl Marx, Yahudi halkının din ya da antisemitizm tarafından ezilmediği ve öldürülmediği bir toplum için yazarken, Immanuel Kant ve Friedrich Nietzsche felsefelerinde insanlığı farklı kategorilerde gören baskı mekanizmalarını onayladılar. Onlar öldürücü ayrımcılığı yaratan ve canlı tutan bir toplumu ve ideolojiyi savunurken sol görüşlü teorisyenlere antisemitizm veya ırkçılık suçlamasında bulunmak, göz ardı edilemeyecek bir ikiyüzlüliktür. Karl Marx’ı pespaye bir ırkçı olarak nitelemek için bağlantılarına, yazıldığı döneme bağlı olmadan alıntılar yapan biri aslında ciddiye alınmaya bile değmez ancak bu türden saldırılar tekrar tekrar gelecek ve saldırganları nadiren ikna edecek olsa da, geçersiz kılınması gerekecektir.

(Çeviren: Semra Çelik)

ÖNCEKİ HABER

Urfa’da bir günde 72 ev karantina altına alındı

SONRAKİ HABER

Yabancı yeni dünya

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa