Yabancı yeni dünya
Bakkal ve iki arkadaşım dışında kimseyle yüz yüze görüşmedim. Dört ayın sonunda ise ilk defa Kadıköy’e gitmeye karar verdim…
Fotoğraf: Anıl Yurdakul
Anıl YURDAKUL
Tüm dünyada koronavirüs sebebiyle evde kalmalar ve kısıtlamalar, maddi sorunların yanı sıra ruhsal hastalıkları da beraberinde getirdi. Bana göre, gözle görünen ilk ruhsal problem evde kalmanın getirdiği asosyallik ve arkasından “yabancılık”. Yabancılık, toplumları özellikle genç nesli daha da bireysel hale getireceğe benziyor. Peki, yabancılık bir insanı nasıl etkiler?
“Yabancılık” faktörünün etkilerini anlamak için ‘Normalleşme’ kararları iyi bir fırsattı. Dört ay boyunca dışarıya sadece temel ihtiyaçlarım için sokağımda bulunan bakkala gitmek için çıkmıştım. Bu satırları yazdığım esnadaysa hâlâ toplu taşımayı kullanmamıştım. Bakkal ve iki arkadaşım dışında kimseyle yüz yüze görüşmedim. Dört ayın sonunda ise ilk defa Kadıköy’e gitmeye karar verdim. Ve hâlâ Avrupa kıtasına geçebilmiş değilim.
AYLAR SONRA KADIKÖY’DEYİM
Kadıköy’e gitmeye karar verdiğimde kitaplığımda duran fotoğraf makinemle yüz yüze geldim. Dört aydır tek bir kare fotoğraf çekmemiştim. Yaşama amaçlarımdan biri olan fotoğrafı unutmuştum. Makinemi kontrol ederek yola çıktım. Otobüs durağına geldiğimde hava otuz derecenin üzerinde hissediliyordu. Kadıköy’e yürümek ise kırk dakika sürüyordu. Yürümeyi seçtim. Nedeni ise fren ve gaz manevralarıyla sarsılmak istememek ve toplu taşımanın basık gelmesiydi…
Henüz maskesiz sokağa çıkma yasağı gelmediği halde, maskesiz yürümekten çekiniyordum. Birinin beni uyaracağı tepkisinden çekinmeme rağmen dört ayın sonunda birinin benimle iletişime geçme ihtimali ve oluşacak durumdaki tepkimi ölçmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünerek maske takmadım. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi önünden geçerken, geçtiğimiz yıl heyecan içerisinde sınav kazanmış gençleri düşündüm. Ne de mutluydular! Emeklerinin karşılığı alınmış, ergenliğin en kötü günleri sona ermiş, kendi geleceklerini hazırlama heyecanı içerisindeydiler. Peki, ya şimdi? Gelecek belirsiz…
FOTOĞRAF MAKİNESİNİ KULLANMAYI UNUTMUŞUM
Bana doğru yürüyen Afrikalı bir işportacı gördüm. İletişime geçmekte kararsız kaldım ve yanımdan geçip gitti. Aniden kararsızlığım geçiyor ve tanışmaya hatta röportaj yapmaya karar verdim. Geri dönüp seslendim. Selamlaşmamızın ardından fotoğraflarını çektim. Çektiğim fotoğrafları görmek istiyor. Aksilik, makineyi kapatmışım. Makineyi tekrar açmak ve fotoğrafları bulmak, beni dahi sıkan bir şekilde uzun sürüyor. Tam bulacağım sırada, Afrikalı işportacı; “Sıkıntı yok kanka” diyor ve hızlı adımlarla geldiğim yola doğru gidiyor. Şok oluyorum. Makineyi kullanmayı unutmuşum. Daha da kötüsü dört ay sonra yüz yüze tanıştığım ve dört ay sonra ilk defa fotoğrafını çektiğim kişinin ismini bile öğrenememiştim. Kendisine yetişmek yerine yoluma devam etmeye karar veriyorum.
Söğütlüçeşme’ye ter kan içerisinde varıyorum. Semtin iç sokaklarına giriyor, çok yönlü ve üretken bir ressam olan Musa Akdaş’ın atölyesini ziyaret ediyorum. Ellerimi yıkadıktan sonra sohbete koyuluyoruz. Boyalar, fırçalar, radyo, kahve ve kedilerle iç içe olan atölye atmosferinde huzur buluyorum. Şehir biraz gürültülü gelmişken, atölye yardımıma koşuyor.
KARANTİNADA TURGUT UYAR ŞİİRLERİNE RESİMLER YAPMIŞ
Musa Akdaş, yaşamımızın her anında virüsler olduğunu, yaşam mücadelesinin başlı başına bir virüs olduğunu söylüyor. Sokağa çıkma yasakları döneminde üretmeye devam etmiş. Bazen ev ortamı yarı bir hapis gibi gelse de kalemi ve fırçası yardımına koşmuş. Akdaş, Turgut Uyar şiirlerine resimler yapmış ve kendi şiirlerini yazmaya devam etmiş. Oluşturduğu dünyayla kısıtlamaların getirdiği karamsar dünyadan kaçmayı başarabilenlerden. Konuşma esnasında sıklıkla dikkatimi kaybetmem, konuşurken isimleri hatırlamakta zorluk çekmem dikkatimi çekiyor.
Bir sonraki rotam, Yeldeğirmeni oluyor. Mekanlar dolmaya başlamış. Kendimi bir yabancı gibi hissediyorum. Bir kafede soluklanıp kahve içmek en sevdiğim şeylerdendi. Kahvelerin önünden geçerken her nedense bu istek oluşmadı. Sebebi, hastalanma korkusu değildi. Sadece, mantıksız geldi... Flaneur Kitabevine uğruyorum. Burak Türker İnandı’nın hoş gülümsemesi ve sohbetiyle karşılanıyorum. Burak aynı zamanda eski bir mahalle fotoğrafçısıymış. Adıyaman’da mahalle fotoğrafçısı olduğu dönem yaptıkları çalışmaları anlatıyor. Beni çok fazla heyecanlandırmasına rağmen bu anıların üzücü bir yanı var! Hiçbir negatif ya da fotoğraf saklanmamış. Gerçekten üzülüyorum. “Bugünün böyle olacağını bilemedim” diyor. Ama ne anılar… Kitabevinden palyaçolar hakkında kapsamlı bir kitap alırken İnandı’ya virüsün kitabevine getirdiği sorunları soruyorum:
"İNSANLAR KİTAPLARA DOKUNURKEN ÇEKİNİYORLAR"
“Mart ayının başında insanlar içeri girmeye tereddüt etmeye başlamıştı zaten. 16 Mart tarihinde de vaka sayıları ve alınan tedbirlerden dolayı biz de kilit vurduk. Yayınevi de olduğumuzdan Instagram üzerinden kampanyalar yapıp okurlara ulaşmaya çalıştık. Üçte iki oranında bir düşüş oldu haliyle. Mayıs ayında hafta içi bazı günler ve kısa zaman dilimlerinde kitabevini açmaya başladık. Bu haftadan itibaren (Yine de eski çalışma saatlerinden daha az) kitabevi daha uzun süreler açık fakat insanlar kapalı alana girmeye halen psikolojik olarak hazır değiller. Kitaplara dokunurken çekiniyorlar ve internet üzerinden alışveriş yapmaya daha meyilliler. Bu durum yaz boyunca sürer diye düşünüyorum, belki daha da uzun.”
DÖRT AY SAÇ SAKAL TIRAŞI OLMAMIŞTIM
Akşam yemeği için bir esnaf lokantasını seçiyorum. Bu sefer yanımda getirdiğim maskeyi takarak içeri giriyorum. Yemek alıyor, masama oturuyorum. Dükkandaki tek müşteri benim. Biraz acele yediğimi yemekten sonra fark ettim. Son durağım ise bir berber oluyor. Dört ay boyunca saç, sakal tıraşı olmamıştım. “Neredesin sen ya” diyerek karşılıyor Berber Nazmi. Üzerime bir poşet geçiriyor. Şaşırıyorum. Dört ay boyunca haberleri minimum düzeyde takip ettiğim için berberlerde havlu yerine poşet kullanılmaya başlandığından haberim olduğunu söyleyemem. Berber Nazmi de virüs döneminden olumsuz etkilenenlerden. Berberler kapalı olduğu dönemde ev sahibi ısrarla kirasını istemiş…
Tıraştan sonra eve gitme isteği doğuyor. Moda’ya gitmek uzak ve sıkıcı geliyor. Dönüş yolumda Söğütlüçeşme’de polis tarafından çevriliyorum. Kimliği göstermeden numaranızı söyleyerek kontrol dönemi başlamış. Eve yürüyerek dönüyorum. Cadde boş, trafik hiç olmadığı kadar azdı. Eve vardığımda bacaklarım da ruhum da yorgun. Bir fincan kahve içiyor ve düşünüyorum. Sosyal yaşama dönmeli miyim? Anlamsız geliyor. Peki, ya fotoğraf? Bilmiyorum... Bilgisayarın başına isteksiz bir halde geçiyorum. Hislerimi yazdığım notlara bakıyorum: İsteksizlik, temastan kaçınma, konuşmama isteği, sosyal medya bağımlılığı, çaresizlik, baskı altında olmak ve gelecek korkusu not aldığım hallerim. Nine Inch Nails’in “Hurt” parçası çalarken yazmaya koyuluyorum: Yabancı Yeni Dünya…