"Haber köprüsü" her gün bir ayağını kaybediyor
Gazeteciler üzerindeki baskıları konuştuğumuz ‘Press in Arrest’ Çalışması Editörü Sinan Tartanoğlu "Gazeteciler ile toplum arasındaki ‘haber köprüsü’ neredeyse her gün bir ayağını kaybediyor" dedi.
Fotoğraf kaynağı: Sinan Tartanoğlu
Sinan TARTANOĞLU
‘Press in Arrest’ Çalışması Editörü
Basın Araştırmaları Derneği tarafından yürütülen “Press in Arrest” Çalışması, Türkiye’deki gazeteci yargılamalarını izliyor, belgeliyor, gözlemleri ile birlikte raporlayarak, pressinarrest.com adresi üzerinden kamuoyu ile paylaşıyor. Çalışma, ayrıca; hangi ilde kaç gazetecinin hangi kanun maddeleri üzerinden suçlanıp, hangisi üzerinden cezalandırıldığından ne kadar zaman iddianamesiz olarak tutuklu kaldığına kadar çeşitli bilgilerin yer aldığı kapsamlı bir veri tabanı oluşturuyor.
Türkiye’nin gündemi çok hızlı değişiyor. Toplum neredeyse her sabah, yeni bir tartışma ortamına uyanıyor. Bu ortamda hepimizin göreceği zararı en aza indirmenin formülü ise sağlıklı işletilen bir basın özgürlüğü hakkı. Siyasal iktidarların ya da büyük sermayenin çıkar ilişkilerinin etkisinden bağımsızca yazılabilen her haber, toplumsal krizlerin tüm tarafları için etkili bir ilaç aslında.
Basın özgürlüğüne yönelik sistematik baskı, rakamlarla açıkça kendisini gösteriyor.
Press in Arrest; 2019 yılında, 11 ilde gazetecilerin yargılandığı 223 duruşma izledi, raporladı, belgeledi. Haziran ayı sonu itibarıyla, 2020 yılının ilk 6 ayında ise 10 ilde gazetecilerin yargılandığı 134 duruşma izledi.
GAZETECİLER 223 DURUŞMADA MESLEĞİNİ SAVUNMAK ZORUNDA KALDI
Yani gazeteciler, 2019 yılında 223 duruşmada, 2020 yılının sadece ilk yarısında ise 134 duruşmada, mesleğini savunmak durumunda kaldı. Bu sistem, bu hızla işlemeye devam ederse; 2020 yılı sonunda gazeteciler 2019 yılından çok daha fazla duruşmada “Gazeteciliğin suç olmadığını ispatlamaya” çalışacak.
Press in Arrest veri tabanına göre ocak 2019 ile haziran 2020 tarihleri arasında en az 55 gazeteciye en az bir yeni dava açıldı.
Yani, 1.5 yılda en az 55 gazetecinin yargılanması, bir ayda ortalama üç gazeteciye yeni bir dava açılması anlamına geliyor.
Bugün Türkiye’de, toplumun tek tek tüm bireylerinin güvenliğinden sorumlu bir bakanın, sosyal medya hesabında tepki gösterdiği bir gazeteci ertesi hafta tutuklanıyor. Akıl almaz suçlamalar, ağır hapis cezası istemiyle perçinleniyor. Herhangi biri tarafından hedef gösterilen bir gazeteci de ya tutuklanıyor ya da ağır bir lince maruz kalıyor. Bu linç, bazen fiziki şiddete bile dönüşebiliyor.
SOSYAL MEDYA HESAPLARI DİDİK DİDİK EDİLİYOR
Savcılıkların basın büroları, terörle mücadele büroları, anayasal düzene karşı işlenen suçlar büroları; gazetecileri, kurumlarını ve sosyal medya hesaplarını didik didik ediyor. Gazetecilerin adım adım gözlendiği bu kurgu; siyasetçilerin veya ilişkili büyük şirketlerin avukatlarının mahkemelere taşıdıkları suç duyuruları ile tamamlanıyor.
Gazeteciler ile toplum arasındaki ‘haber köprüsü’ neredeyse her gün bir ayağını kaybediyor. Gazetecilik faaliyetlerini yakın markajla kontrol altında tutarak ve istedikleri şekilde sınırlandırarak bu kayba neden olanlar iddianame sayfalarında kimi zaman “mağdur” veya “Suçtan zarar gören,” kimi zaman “gizli tanık,” kimi zaman isimsiz, imzasız bir ihbar mektubu olarak kendini gösteriyor.
Haber alma hakkı; yargılama süreçlerinin sonunda “Kamu adına verilen kararlarla” o hakka hizmet eden gazetecileri cezalandırarak işlemez hale getiriliyor.
Ancak, toplum olarak bizler, bağımsız habercilik ve rasyonel eleştirinin karşısında her zaman sadece siyasetçileri ve bağımsızlaşamayan yargı erkini görmüyoruz. Bu karşıtlar bazen Basın İlan Kurumunda, evrensel basın ahlak ilkelerini kendi ihtiyaçlarına göre yeniden tarif etmeye çalışan bir bürokrat olarak çıkıyor karşımıza. Onları bazen, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu aracılığıyla ‘Evlerdeki televizyonların alıcılarıyla’ oynarken buluyoruz. Bazen de, haber yapmak için gazetecileri yürütme tarafından verilecek basın kartına mahkum edip, sonra kendi koyduğu şartı eşit olarak uygulamayan yetkilileri…
Basın özgürlüğü hakkının temellerini çürüten bu kurguyu savunanların arasında gazetecileri de görmek hayrete düşürüyor. Gazeteciliğin temel ilkeleri gözetilmediği için kendilerine yöneltilen eleştiriler; suçlamalarla dolu, iddianame diliyle yazılmış metinler ya da özel bir şirket avukatının savunması benzeri açıklamalarla karşılık buluyor.
EVRENSEL İLKELERİ TANIMAYAN SİSTEM
Basın özgürlüğüne yönelik sistematik baskı tüm bu unsurları ile durmadan işleyen bir mekanizmaya dönüşüyor. Evrensel ilkeleri tanımayan bu sistem; gazeteciliği, haber alma ve verme hakkını, basın özgürlüğünü ve bir bütün olarak fikir ve ifade hürriyetini giderek “nitelikli bir suç” haline getiriyor. Tek bir hakkın kullanımına yönelik tüm bu engeller, tüm temel hak ve özgürlüklerin nefesini kesiyor.
Basın özgürlüğüne yönelik baskı son bir yılda ortaya çıkmadı. Bu sorunlar sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Dünyanın pek çok yerinde gazeteciler, yüzyıllardır; “Kamusal hakların korunması için” gözaltına alınıyor, yargılanıyor, cezalandırılıyor hatta öldürülüyor. Siyasi, hukuki ve ekonomik baskı ve tehdit altında kalıyor. İlkeli habercilik karşısında kurulan bu sistem, elindeki tüm güç ve araçlarla insanların haber alma ve verme haklarını eritme çabasında direniyor.
Fakat basın özgürlüğü için ısrarla çalışanlar, haber ve eleştiri ihtiyacının ne olursa olsun tükenmeyeceğini biliyor. Habere olan ihtiyacın yerine getirilmesi için her türlü riski göze alan gazeteciler de haber ve eleştirileri ile bu mücadeleye güç katıyor.