29 Haziran 2020 00:16

Arap Coğrafyasında Geçen Hafta | Libya’ya müdahale ve Arap milliyetçiliği

İsrail’i resmen tanıyan Camp David anlaşmasını imzalamasıyla Arap dünyasındaki önder konumunu kaybeden Mısır'ın, Libya'ya yönelik açıklamaları "Eski rolüne geri mi dönüyor?" yorumlarına neden oldu.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Ali KARATAŞ

Türkiye’nin Libya iç savaşına müdahalesinin ortaya çıkardığı sonuçlar birçok boyutuyla tartışılmaya devam ediyor. Bu çerçevede yaşanan en önemli gelişme şüphesiz Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin konuyla ilgili çok daha aktif bir rol oynamaya başlamasıydı. Mısır, haziran ayı boyunca bir yandan Libya sınırına yığınak yaparken diğer yandan yayımladığı Kahire Bildirgesi’yle süreçte daha aktif bir rol üstlenmeye başlamıştı. En son Sisi’nin, Mısır’ın batı sınırında yer alan Sirte ve Cufra’nın “kırmızı çizgileri” olduğunu ifade etmesi, Arap medyasında tartışıldı.

Cemal Abdulnasır döneminde Arap milliyetçiliğinin en önemli merkezi olan Mısır, Enver Sedat’ın 1978 yılında İsrail’i resmen tanıyan Camp David anlaşmasını imzalamasıyla Arap dünyasındaki önder konumunu kaybetmişti. Lübnanlı Akademisyen-Yazar Muhammed Nureddin, Sisi’nin son dönemdeki çıkışlarının Mısır’ı eski rolüne döndürebileceğini yazdı. Nureddin, Sisi’nin Türkiye hükümetinin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümetine karşı çıkışının, Arap dünyasında memnuniyetle karşılandığını belirtti, “Mısır hareket ettiğinde, Arap dünyası dalgalanıyor. Rolü ortadan kalktığındaysa, Mısır ve Arap ulusal güvenliği birçok tehlikeye maruz kalıyor” dedi.

LİBYA’DA MISIR VE TÜRKİYE

Al Araby al Cedid gazetesinden Mervan Kablan, Libya’daki çatışmalarda hem Türkiye hem de Mısır’ın güçlü ve zayıf yanlarına değindi. Kablan, “Türkiye’nin daha iyi askeri ve ekonomik yetenekleri var, NATO’da büyük bir güç. Suriye ve Libya’da çok etkili olduğu kanıtlanmış, özellikle insansız hava araçları alanında sofistike bir askeri sanayi var. Mısır, Libya ile1200 kilometre uzunluğunda bir kara sınırına sahip, bu da onu daha iyi bir konuma sokuyor ve onunla müttefik Libya’daki doğu kabilelerine derinlik ve tedarik hatları sağlıyor. Siyasi olarak Mısır, Türkiye’nin rolünü sınırlamak isteyen çok sayıda aktörün desteğine sahip. Bunlara İsrail, Yunanistan, Suudi Arabistan, BAE, Rusya ve Fransa dahildir” dedi.

MISIR’IN KIRMIZI ÇİZGİSİ

Aynı gazeteden Issam Abdulşafi ise Sisi’nin Sirte ve Cufra’yı kırmızı çizgi ilan etmesini eleştirdi. Abdulşafi, “Sirte ve Cufra kırmızı çizgi ilan etti. General üç yıl önce Tiran ve Sanafir stratejik Mısır adalarından feragat etti, onları kırmızı bir çizgi olarak değerlendirmedi. Generalin siyonist güçlerin Sina Yarımadası’na girmelerine izin verdiği bir zamanda, insansız hava uçakları ve doğrudan operasyonlarla Mısır vatandaşları öldürülürken Sina kırmızı bir çizgi olarak kabul edilmedi” dedi.

Buna mukabil Mısır’ın yarı resmi gazetesi al Ahram yazarları, Sisi’nin Libya’yla ilgili son çıkışlarından övgüyle söz ettiler. Muhammed İbrahim el Desuki “Sisi’nin konuşması tarihi bir konuşma olarak nitelendirilmeyi hak ediyor. Her zaman önemli bir belge olacaktır, ayrıca bölgenin gerginliklerinin ve risklerinin doğru ve derin bir resmidir” dedi.

Ahmet Abdultavab da, “Libya’da Türkiye şoku!” başlıklı makalesinde Türkiye’nin ve müttefiklerinin son çıkışla şoka uğradığını yazdı.

Libya’daki gelişmelerle ilgili dikkat çeken bir diğer makale Şarkul Avsat’ta yayımlandı. Al Araby televizyonun Eski Genel Yayın Yönetmeni Abdurrahman Raşid, “Libya’yı Mısır’daki Müslüman Kardeşlere (İhvan) alternatif bir ülke yapmak, Libya’yı Müslüman Kardeşler’in karargahı haline getirmek” olduğunu söyledi. Türkiye’nin Libya’yı İhvan devleti haline getirmek istemesinin nedeninin  “Mısır ve Sudan’daki kayıplarını telafi etmek” olduğunu ileri sürdü.


MISIR VE ARAPLAR ... VE TÜRKİYE’NİN MEYDAN OKUMASI

Muhammed NUREDDİN
al Halic

Mısır hareket ettiğinde, Arap dünyası dalgalanıyor. Rolü ortadan kalktığındaysa, Mısır ve Arap ulusal güvenliği birçok tehlikeye maruz kalıyor. Arap dünyası her zaman dış müdahale ve açgözlülük kavşağında olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraya kadar istikrar, bağımsızlık ve ulusal egemenliği bilmiyordu.

Arapların çoğunluğu ülkelerini vatandaşlık, eşitlik, fırsat eşitliği, ifade özgürlüğü ve seçim temelinde nasıl inşa edeceklerini bilmedikleri için; siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda çoklu geri kalmışlık içine düştüler. Bölgesel güçler arzularını gerçekleştirmek için zayıflık ve bölünmeden yararlanmaktan çekinmediler.

Türkiye; Suriye, Irak ve Libya’daki Arap topraklarında sanki içinde yaşayan bir nüfus yokmuş gibi coğrafi genişleme olarak görmenin model ülkeliğini yapıyor.

Mısır Libya’daki Türk müdahalesini kınamak için ilk kez sesini yükseltmedi. Ancak Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ilk kez Sirte ve Cufra’nın kırmızı çizgi olduğunu belirterek Türk ordusunu tehdit etti. Silahlı kuvvetleri, gerektiğinde Mısır sınırları dışında görevlere hazırlanmaya çağırdı.

Sisi’nin çıkışı Arap dünyasının birçok yerinde memnuniyetle karşılandı. Memnuniyetin sebebi Türkiye’nin müdahalesine bir son verebileceği için değil, çünkü bu, tüm Arap çabalarının uyumlu olduğu bir süreç gerektiriyor. Memnuniyet, Sisi’nin çıkışının Mısır’ın Arap liderliği rolüne geri dönebileceği yönündeki umudu geri getirmesi nedeniyledir. Mısır hareket ettiğinde Arap dünyası dalgalanıyor ve rolü ortadan kalktığında, Mısır ve Arap ulusal güvenliği birçok tehlikeye maruz kalıyor.

Hiç kimse Mısır’ın ekonomik olarak tükenmiş imkanlarının Libya bataklığında tükenmesini istemiyor. Ancak Libya’daki Türk hareketi neredeyse Mısır’ın batı sınırındaki hedefine ulaşmış durumda. Türkiye’nin Libya’ya müdahalesi çok tehlikelidir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi en tehlikeli olanı, Arap ulusal güvenliğinin kalbine, Mısır’a vurmasıdır. Mısır Camp David sonrası oluşan zincirlerini kırabilir ve geri dönebilir mi? Arap dünyasına öncülük etmesi için her özgür Arap’ın isteği budur.


ALTERNATİF ÜLKE LİBYA*

Abdurrahman RAŞİD
Şarkul Avsat

Bölgenin dışından Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’yle aynı görüşte olmayanlar bile öfkesini ve sabrını kontrol edebilme yeteneğini kabul ediyorlar.

Libya savaşı üç yıl önce Mısır’a meydan okuma olarak patlak verdi. Libya içerisinden Mısır’ın batı sınırından ülkeye sızan silahlı gruplar da bu sorunlardan bir kısmını oluşturuyor. Ancak Kahire, sızıntıları kovuşturmak için sınır muhafızlarını arttırıp güçlendirerek başa çıkmayı tercih etti.

Katar Emiri, müttefiki olan Müslüman Kardeşler’in yönetimden uzaklaştırılması hakkında yorum yaparken “Bir tur kaybettik, önümüzde çok sayıda tur var” demişti. Hemen bitişikteki ülke Libya’da savaş hedeflerinin değiştiğini gözlemliyoruz. Libya’da bir hükümet kurulması için savaş artık hedeflerden biri değil. Görünüşe göre hedef artık Libya’yı Mısır’daki İhvan-ı Müslimin’e (Müslüman Kardeşler) alternatif bir ülke yapmak, Libya’yı Müslüman Kardeşler’in karargahı haline getirmek…

Ulusal Mutabakat Hükümeti ise yalnızca bu alternatif ülkenin dekoru olarak kalacak. İmzalanan anlaşmalar, Türk askeri varlığı ve unsurların Libya’yı Türk yönetimi altında Mısır muhalefetine ev sahibi haline dönüştürmeyi hedeflediğini gösteriyor. Bu nedenle Ankara, başkent Trablus kuşatmasını kaldırmak için doğrudan müdahale etti.

Hatta Mısır sınırındaki petrol bölgelerine gitti. Söylemleri ise Fayiz es-Serrac hükümetini müttefik olarak desteklemekten UMH adına konuşmaya dönüştü.  Libya’yı Türkiye’ye bir ek ve İhvan-ı Müslimin’e alternatif bir vatana dönüştürme projesini göz ardı etmememiz gerek.

Şu anda İstanbul’da ikamet eden Mısır muhalefeti, -ki muhaliflerin Mısır’a girmediğini biliyoruz- sokağı devlete karşı harekete geçirmeyi başaramadı.

Türkiye’nin Libya’yı neden İhvan-ı Müslimin devlet projesi haline getirmek istediğine gelince, amaç Mısır ve Sudan’daki kayıplarını telafi etmek.

* Şarkul Avsat Türkçeden kısaltılarak alınmıştır.


LİBYA’DA FRANSIZ POLİTİKASI VE ‘BEYİN ÖLÜMÜ’ TEORİSİ

Al Kuds al Arabi
Başyazı

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Türkiye Libya’da, Berlin Konferansında verdiği tüm taahhütlerle çelişen tehlikeli bir oyun oynuyor” dedi. Birkaç gün önce bir Türk firkateyniyle bir Fransız gemisi arasında meydana gelen deniz olayı, NATO’nun “beyin ölümü” hakkında aylar önce açıkladığı şeyin en çarpıcı delillerinden biri.

Libya dosyasındaki Fransız konumunun açık bir şizofreniden muzdarip olduğu bir sır değil. Bir yandan Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve NATO kararlarına dayanarak “Ulusal Mutabakat” hükümetinin meşruiyetini tanıyor. Ama öte yandan akıl hocası olduğu darbeci General Halife Hafter’i destekliyor. Ordusunu askeri, güvenlik ve keşif ekipmanlarıyla donatıyor. Başkent Trablus’a doğru devam eden harekatını destekliyor. Nisan 2019’da dört çeker arabalarla kara sınırlarını aşmaya çalışan 13 silahlı Fransız’ı tutuklayan kesinlikle Tunuslu yetkililerdi. Fransız büyükelçiliği, bu askerlerin Tunus-Libya sınırındaki Ras Cedir bölgesinde bulunmalarının nedenini açıklamadan, büyükelçiliğin koruması olduklarını belirten bir açıklama yapmak zorunda kaldı.

Fransa’nın bugün Hafter’i ayakta tutan yanlış hesaplar için ağır bir bedel ödediği açıktır. Rekor sürede elde edilebilecek kolay bir zafer üzerine bahis oynadı. Ondan sonra “ulusal uzlaşmada” ortaya çıkan zemine uygun bir şekilde  teslim olmaya yakın bir siyasi çözüm müzakeresi yürütecekti. Durum şimdi tamamen tersine döndü. Hafter ve Mısır, Emirlikler (BAE), Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya’daki destekçileri müzakerelere devam etmek istiyorlar. Onu destekleyenler Mareşal’in Moskova toplantılarından çekildiğini, ateşkes anlaşmasını imzalamayı reddettiğini ve Berlin müzakerelerinde uzlaşmaz olduğunu unutmamalılar.

Macron’un, askeri güçlerin dengesindeki rolü ve meşru Libya ordusunun inisiyatifi yeniden kazanmasına yardımcı olması nedeniyle Türkiye’ye karşı hoşnutsuzluğunu ifade edeceği anlaşılıyor. Batı bölgelerinin çoğu kurtarıldı ve Hafter güçleri ağır kayıplara uğradı. Ancak Fransız Cumhurbaşkanının Libya’daki başarısızlığını NATO’nun “beyin ölümü” teorisine bağlaması anlaşılmaz. Çünkü Almanya ve İtalya gibi ittifakta aktif olan ülkeler, Hafter’in Trablus’a doğru ilerlemesini desteklemediler. Bu yüzden bugün onu düşüşten kurtarmaya hazır değiller.

Macron politikasının “beyin ölümü”nün belki de en belirgin kanıtı, Fransa gibi prestijli bir demokrasi ve insan hakları ülkesi olmakla övünürken; her ne pahasına olursa olsun vahşi, güce aç bir generalin yanında durması. Bu general sivilleri hastanelerde bombalıyor. Onların içme suyunu kesiyor ve güçleri toplu mezarların içine düzinelerce insanı gömmekte tereddüt etmiyor. Bu Paris’te ahlaki bir düşüşün ifadesidir. Hafter’in desteklenmesi herhangi bir siyasi, güvenlik veya askeri iddia ile haklı görülemez.

ÖNCEKİ HABER

RTÜK ATV'ye "tatlı", muhalefete "sert"

SONRAKİ HABER

Stuttgart'ta ırkçılığa karşı mücadele devam ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa