"Vatan haini" ile milli olmak arasında gazetecilik
Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu Sözcüsü Ayşe Güney basın özgürlüğünün halkın özgürlüğü anlamına geldiğini belirterek ‘Vatan haini’ ile milli olmak arasında gazeteciliği yazdı.
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Ayşe GÜNEY
Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu Sözcüsü
Almanya’da Hitler 1933’de iktidara geldiğinde yıllık 4 bin 700’ün üzerinde gazete yayımlanıyordu. Bunların bir kısmı günlük bir kısmı ise haftalıktı. Almanya bir basın ülkesiydi ve ardından yaşananlar basını tamamen tekleştirerek Nazi hizmetine soktu. Elbet direnen onurlu gazeteciler vardı fakat topluma hissettirilen korku bu gazetecilerinde güçlü sahiplenilmesinin önüne geçti. Basından istenen, “Alman ulusunun çıkarına göre yayın yapması” gibi masum bir talepti. Bu “makul” talebe hayır deme cesaretini gösteren gazeteciler de “vatan haini” ilan edildi ve Hitlere bağlı “milli basın” oluşturmak için ne gerekiyorsa yapıldı. Hitlerin yaşamına son verdiği o ana kadar da “milli basın”, cephede ki askerden daha büyük bir azimle çalıştı. “Vatan haini” ilan edilen gazeteciler kurşuna dizildi, sürgün oldu, tutuklandı. Bu 20’nci yüzyılın en kanlı dönemlerinden birinde bundan 87 yıl önce basının yaşadıklarıydı. Yazının girişindeki tarih ve ülke atlarını değiştirdiğimizde bugün yaşadıklarımızla nasıl ortak paydaları olduğunu daha iyi görebiliriz. 2020’nin Türkiye’sinde biz gazetecilerin yaşadıklarını da sıralayacak olursak bundan farklı bir tablo açığa çıkmayacaktır herhalde.
"GAZETECİ HALKIN YANINDA VE ONUN SESİDİR"
Gün geçtikçe basına uygulanan baskıların arttığı Türkiye’de basın ve özgürlük kavramlarını yan yana kullanmak dahi pek mümkün görünmüyor. Basının temel görevi haksızlığa uğrayan, yok sayılan, susturulan kesime ses olmaktır. Yani gazeteci tarafsız olamaz. Gazeteci halkın yanında ve onun sesidir. Fakat tablo bize bambaşka bir şey anlatıyor. Bugün gazeteciler tetikçi ya da trol gibi kullanılıyor. Evet, meslektaşlarım için “Kullanılıyor” gibi bir kavram kullanmak istemezdim ama vaziyet böyle. Gazeteci, bir ülkenin hafızasıdır. Bizlere uygulanan sindirme politikaları aslında toplumu hafızasız, belleksiz bırakma çabasıdır. Daha birkaç ay önce Erdoğan’ın “Türkiye bu medya ve siyaset virüslerinden kurtulacak” diyerek medyayı bir virüs gibi tehlikeli ve yok edilesi bulduğunu ifade eden sözleri aslında içinde bulunduğumuz antiözgürlük ortamını çok net tanımlamaktadır. Virüsse medya, o zaman yok edilmelidir. Peki nasıl? İçinde tehdit barındıran bu soru özellikle bölge kentlerinde gazetecilik yapan bizler açısından gerçekten merak uyandırıyor.
Genel olarak basına dönük özelde ise Kürt basınına dönük ciddi bir savaş politikası uygulanıyor. Baskı uygulanıyor diyerek yumuşatmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Özellikle son yıllarda artan tutuklama, gözaltı, basın kurumlarının kapatılması, uygulanan sansürün yanında güvencesiz çalışma koşulları birçok meslektaşımızı başka sektörlerde iş aramaya itti. Gazetecilik mesleğinin önündeki engeller Kürt coğrafyasında daha derinden hissediliyor tüm bunların yanında ölüm tehditleri, fiziksel ve psikolojik taciz, yasal hiçbir işlem yapılmadan kamera, fotoğraf makinesi gibi malzemelerimize el konuluyor. Yazdığımız her haber suç olarak görülüp, hakkımızda sayısız dava açılıyor. Türkiye’nin yakın tarihine tanıklık etmiş nice gazeteci gibi birçok arkadaşımız ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ HALKIN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR
Basın özgürlüğü bir toplumun ve halkın özgürlüğü anlamını taşıyor. Uluslararası sözleşmelerle bu güvenceye de alınmış durumda. Fakat buna imza atıp uymayan ülkelere herhangi bir yaptırım verilmemesi aslında basın özgürlüğünün sadece bir sözleşme maddesi olarak görülmesi anlamı taşıyor. Basın özgürlüğüne bu yaklaşımı, daha güçlü ve ortak sesle bertaraf edebiliriz. Basın özgürlüğünün, haber alma özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün ekmek su gibi bir ihtiyaç olduğunu ve buna da bir gün herkesin ihtiyaç duyabileceğini tüm topluma anlatmamız gerek.
Özgürlükte ısrar etmenin mesleki bir ilke olduğunu düşünüyorum. “Hain” olmak ile “milli” olmak arasında bırakılan gazeteciliğin üçüncü bir yolu var o da örgütlü olmak. Artık gazetecilik bir mücadele alanına dönüştü. Bu mücadeleyi cesaretle gerçeğin yanında olan gazetecilerin kazanacağına inancım her zamankinden daha fazla.