08 Temmuz 2020 00:00

Cübbeye düğme taktırmama mücadelesi kimlerin ellerinde?

Bugünün saldırıları birlikte mücadele ederek püskürtülebilir olmakla birlikte, birlik olmadığımız takdirde bizim için “yarının sorunu” olma ihtimalini de taşıyor.

Fotoğraf: Tingey Injury Law Firm/Unsplash

Paylaş

Mete Kaan YILDIRIM

İstanbul

Yargı erkinin bağımsızlığına dair tartışmalar AKP’nin 18 yıllık iktidarı boyunca sık sık gündeme geldi. İktidardan hukuk camiasına kadar geniş bir yelpaze, erkin bağımsızlığının her defasında Anayasa metniyle güvence altına alındığını ileri sürdü. 16 Nisan 2017’de gerçekleşen 18 maddelik Anayasa değişikliğini öngören referandumla yasama, yürütme ve yargı ayrılığının “yılmaz savunucuları” yürütmenin etrafında yasama ve yargıyı kenetleyerek dolayısıyla işlevsizleştirerek inşa edilmek istenen yeni bir rejimin kapılarını aralamak istemişlerdi. Anayasa değişikliğiyle yargının üç sacayağından ikisi olarak bahsedebileceğimiz Hakimler ve Savcılar üzerinden yargının bağımsızlığına dönük ilk şiddetli müdahale gelmişti.

SAVUNMA ARKASINA ATILAN TOPLAR

Geçtiğimiz aylarda gündeme gelen yargı reformu paketinin ardından Avukatlık Kanunu’ndaki değişikliği öngören teklif ile saldırılar yoğunlaştı. AKP ve MHP ittifakının uzlaştığı 27 maddelik bu teklifte öne çıkan ve tartışmaların odağı olan mesele “çoklu baro sistemi” oldu. 5 bin üyesi bulunan il barosunun 2 bin imzacısı olmak koşuluyla içinden bir veya birden çok baronun kurulmasının önü açılmak isteniyor, İstanbul, Ankara ve İzmir barolarına parmak sallanıyor. İstemin keyfi bir istem olmadığı aşikâr ancak çoklu baro sisteminin neden savunulması gerektiğinin gerekçeleri AKP ve MHP ittifakı açısından keyfileştiriliyor. Üç büyük ilin barolarının baro seçimlerinde -üye oranı gereği- tayin edici olmasının demokrasinin zedelenmesine sebebiyet verdiği iddia ediliyor. Gerekçenin keyfiliğinin yanında düzenlemenin politik bir hamle olduğu su götürmez bir gerçek haline geliyor. Demokratik kurum ve kuruluşlara, meslek örgütlerine dönük saldırıların da arttığı bir dönemden geçtiğimizi düşündüğümüzde burjuvazi ve onun hükümetinin baroları bölme hamlesi açıkça yeni bir rejimin inşasında geri adım atmak istemediği bir hamle olarak gözüküyor.

SAVUNMA SÜRÜYOR VE BÜYÜYOR

Baroların büyük bir çoğunluğu, Avukatlık Kanunu’ndaki değişikliğin reddine dönük eylemlilik sürecini başlattıklarını ilan etmişti. Bir yandan baro başkanları kendi illerinden adalet, demokrasi ve hukuk talepleriyle Ankara’ya yürürken; diğer yandan İstanbul Barosu ilanına “tarihsel sorumluluk” atfederek önce İstanbul Barosu’nun önünde eylem çağrısı, ardından Çağlayan Adliyesi’ne “Savunma Mitingi” çağrısı yaptı. Ankara’ya yürüyen baro başkanları anayasal, demokratik haklarını kullanırken “kamu düzenini bozma” gerekçesi ileri sürülerek yürüyüş Ankara’da ablukaya alındı. Ancak halkın yoğun desteği ve baro başkanlarının iradesiyle abluka dağıtıldı. İstanbul’da ise gerek baro önündeki eylemlerde gerekse Savunma Mitingi’nde genç avukatların çoğunluğunu oluşturduğu binler, savunmaya ve barolara dönük saldırıya karşı bir hattın oluştuğunu ve bu hattın savunulacağını kanıtladı. Sürecin toplamında -her harekette var olduğu gibi- zayıf olan, güçlendirilmesi gereken kritik noktalar elbette var. Eğer bu hareketin demokrasi mücadelesinde önemli bir mevzi tuttuğu/tutacağı iddiasında bulunuyorsak saldırının sadece bir mesleğe yönelik bir saldırı olmadığını; halkın savunma hakkına yönelik de bir saldırı olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir. İşçilerin, kadınların, gençlerin bugün bulundukları alanlarda yükselttikleri eşitlik, özgürlük ve demokrasi talepleriyle birleşme gerekliliği “savunma hattına” zorunlu bir görev olarak düşmektedir.

Bu görev süresince barolar ve baroların gençlik komisyonları çağrılarında geleceğin avukatlarını es geçmiş olmalarına rağmen hatırı sayılır sayıda hukuk öğrencisi, kendisini bu çağrıların bir parçası yapmıştır. Hukuk fakültesi öğrencileri, teklifin meclisten geçtiği koşullarda ilerleyen senelerde karışılacaklarını gayet net görmektedirler. Üye oldukları baroların iktidar tarafından marjinalize, terörize edilip hedef gösterileceğinin yine üye oldukları barolara göre bir yargılama süreci yaşayacaklarının, adliyelerde ona göre muamele göreceklerinin farkındadırlar. Toplumun kırmızı çizgi çektiği davalarda verilen “vicdan parçalayan kararlarla” büyüyen yargıya olan güvensizlik, savunma makamının alacağı yaralarla birlikte derinleşmekle karşı karşıyadır.

RAKAMLARIN GÖSTERDİĞİ GELECEK

Türkiye gençliğinin bugününü ele aldığımızda işsizlik oranları, kayıp nüfus oranları, çalışma koşulları karanlık bir tablo olarak karşımıza çıkıyor. Okurken, çalışırken hem okuyup hem çalışırken yarın kaygısı gitgide büyüyor. Geleceğin meslekleri olarak göklere çıkarılan mesleklere hem gençler hem de aileler umut bağlıyor. Uzun bir süredir de Hukuk Fakülteleri bu nedenlerle birlikte popülerliğini artıyor. Fakülteye girmek, 4 sene sonunda “herkesin maddi anlamda önünün açık olduğu piyasada” yer almak cazip hale geliyor. İşin aslı pek de cezbedici sayılmaz. İş bulan mezunlar, uzun iş günü, esnek çalışma ve düşük ücretlerle işe başlamak zorunda kalıyor. Gün geçtikte “işçileşen” mesleğin şirketleşen büroları, bir yandan bahsettiğimiz düzeyde reva görülen çalışma koşullarında genç avukatları çalıştırırken diğer yandan kendinden daha küçük büroları geleceğini belirliyor. Alandaki tekelleşme, genç avukatlar ya da fakülte öğrencileri için ciddi boyutlara doğru ilerliyor.

TEK BİR ADIMLA YETİNMEYELİM

Bugün, geleceğin avukatları veya genç avukatlar için mesleki anlamda kazanılmış haklara veya mesleğin geleceğine karşı yapılan her hamlede baroların öz örgütleri olarak mücadele alanı haline getirilmesi önem arz ediyor. Ancak nitekim Türkiye gençliğinin geleceğini karartanlar hayatın her alanına müdahale etmekten geri durmuyor. Birbirinden bağımsız olmayan ve her an karşımıza çıkan mesleki, sosyal, ekonomik sorunların karşısına sadece bir mevziden dikilmek, sorunların çözülmesinin ertelenmesine neden oluyor. Birlikte elde edeceğimiz, her defasında daha da büyütebileceğimiz kazanımlarımızı da erişilemez bir hayaller bütünü haline getiriyor. Bugünün saldırıları birlikte mücadele ederek püskürtülebilir olmakla birlikte, birlik olmadığımız takdirde bizim için “yarının sorunu” olma ihtimalini de taşıyor. Saldırıları püskürtmek ile yarının sorunları haline getirmek arasında bir tercih yapacak olursak “Baroları sahiplenmek ancak bununla yetinmemek” tercihimizi belirlememizde etken olacaktır.

ÖNCEKİ HABER

TMMOB: İş güvenliğine ilişkin tüm düzenlemeler gözden geçirilmeli

SONRAKİ HABER

Uludağ’da bin 500 çam ağacının kesilmesi Meclis gündeminde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa