Sıla, Deniz, hatta hepimiz yalnız değiliz!
Medyasıyla, hukuk sistemiyle kadınlara yönelik şiddeti, tacizi, tecavüzü aklamaya çalışıyorlar, çalışacaklar da. Bu durumu ancak biz değiştirebiliriz.
Fotoğraf: Pngtree
Cemre KAVALA
Kocaeli
Koronavirüs salgınıyla “evde kal” çağrıları birçok insanı evde daha fazla zaman geçirmeye itti. Ücretsiz izin verilen, evden çalışmaya dönen, çalıştığı yer bir süre kapanan birçok insan birkaç ayını evde geçirmek zorunda kaldı. Üstelik çocukların ve gençlerin de eğitimleri online olarak gerçekleşiyordu. Tüm aile olarak sürekli evde kalma hali giderek arttı. Bu evde kalma halinin yükü en çok da kadınların omuzlarına yüklendi. Ev günün her saati dolu olduğu için kadının ev içi emek yükü kat kat daha artmış oldu. Bunlarla beraber sürekli evde olmanın yarattığı sinirliliğin, ruh hali değişikliğinin de hedefi kadınlar oldu. Bu yüzden pandemi döneminde kadına yönelik şiddette artış oldu. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu da açıkladığı verilerde mart ayında gelen çağrıların yarısından fazlasının fiziksel şiddet nedeniyle olduğunu belirtti. Bu veri sadece çağrıda bulunabilenler. Oysa şiddet anından sonra herhangi bir çağrıda bulunamayan, yardım isteyecek imkânı bulmayan birçok kadın olduğunu da biliyoruz. Bununla birlikte karakollarda da “virüs var” denerek hemen koruma kararları çıkartılamadı, kadına şiddet uygulayan erkekle aynı eve dönmek zorunda kaldı. Biz bu yazıda kadına yönelik şiddetin “toplumsal” halini ele alacağız.
İDDİANIN TARAFLARI ÇOK TANIDIK
Son günlerde Deniz Bulutsuz’un önceden birlikte olduğu Ozan Güven tarafından darp edildiği iddiası gündemimizde. İddiaya dair iki farklı görüş ortaya çıkıyor. Ozan Güven’in bunu yapmayacağını söyleyenler ve Deniz Bulutsuz’u destekleyenler. İlk başta bir magazin haberi gibi yayımlanan iddiaya daha derinden bakmak gerekli. “Yapmaz canım o”, “Yok o öyle değildir”, “Bi’ olayın detaylarını öğrenelim”, “Ozan Güven de konuşsun” söylemlerini çokça görmüş olduk. Çok değil bundan iki sene önce de Sıla, Ahmet Kural tarafından şiddete maruz kaldığında aynı tepkilerle karşılaşmıştı. Ahmet Kural televizyonlara çıkıp açıklama yapmıştı.
İddianın tarafları toplum tarafından tanınan, toplumun belli bir kesiminin takip ettiği insanlar. Bu nedenle de iddianın taraflardan biri tarafından açıklanması daha çok magazinsel olarak ele alınıyor. Magazinsel olarak ele alınması şiddet uyguladığı iddia edilen erkeğin elini de güçlendiriyor bir taraftan da. Çünkü “tanınmış, ünlü olan biri böyle bir şey yapmaz” algısı yer edinmiş durumda. Başta belirttiğimiz ikili görüş ayrılığı da buradan doğuyor zaten.
ÜLKELER DEĞİŞSE DE SORUN ORTAK
2017 yılında New York Times gazetesinde yayımlanan özel haberde Hollywood prodüktörü Harvey Weinstein’ın birlikte çalıştığı kadınları taciz ettiği ortaya çıkmıştı. Bu haberin üzerine dünya çapında binlerce kadın Twitter’da #MeToo etiketiyle maruz kaldıkları cinsel tacizleri dile getirmişlerdi. Üstelik dünya çapında ünlü birçok kadın çalıştıkları erkekler tarafından tacize uğradığını belirtmişti. Bu etiketle birlikte pek çok kadının tacize maruz kaldığı da bir kere daha gündem haline gelebilmişti. Kampanya düzenlendiği zaman kafalarda “Bu kadarı da olmaz”, “O adamdan böyle bir şey beklemezdim”, “Ya bunlar gerçek değilse, kanıtlamak lazım” vb. düşünceler oluşmaya başladı. Tıpkı Sıla’nın yaşadığı ve Deniz’in iddiası karşısında oluşanlar gibi.
Kısıtlı örneklerle açıklamaya çalıştığımız, kadınlara yönelik şiddet ve taciz her geçen gün artmaya devam ediyor. Üstelik de kadının kim olduğu fark etmeden. Bu olayların bu kadar artmasının altında yatan sebep; erkeğin caydırıcı bir ceza almaması, kadının suçlu bulunması, yaşanan olayın bir “ama”sının olması ve sayabileceğimiz daha birçok neden. Şimdi dönelim bakalım, bu yazı yazılırken Ozan Güven hâlâ evinde rahatça oturuyor. Hakkında yapılan herhangi bir işlem yok. Kadın suç duyurusunu yapalı kaç gün geçmiş oysaki. İşte son yıllarda medya sektöründe (ve hayatın her alanında) kadınlara yönelik cinsiyetçi uygulamalarının artmasının altında yatan neden bu. Çünkü erkekler biliyor ki suçlu olsalar dahi başlarına bir şey gelmeyecek. Kadın bir şekilde giydiği kıyafetten, söylediği sözden, attığı kahkahadan sorumlu tutularak suçlu bulunacak zaten. O yüzden bugün Ozan Güven gidip darp raporu alıyor, Ahmet Kural “Türk adaletine güveniyorum” diyebiliyor. İşte tam bu noktada toplumda farklı görüşler ortaya çıkıyor. Çünkü erkek kendinden emin, kendince haklı bir şekilde konuşuyor. Bu da kadını suçlar bir hal yaratıyor herkes üzerinde. Zaten toplumda sevilen bilinen masum bir erkek nasıl böyle bir şey yapabilir ki?
YALNIZ DEĞİLİZ!
Bahsettiklerimizin hepsi kadınlara yüklenilmiş cinsiyetçi rollerin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor bugün. Şiddet uygulayan, tecavüz eden erkeğin ceza almaması ya da çok düşük cezalar verilmesinin de önünü açıyor bir yerde. Medyada gösterilen haberde kullanılan dil erkeğin suçunu hafifletebiliyor. Bu yüzden bugün özellikle ünlü erkeklerin kadınlara yönelik davranışları ve söylemleri hep bir “acaba” ile karşılaşıyor. “Ya kadın da suçluysa ya erkek o anlık sinirle yaptıysa.” Ancak bizler böyle olmadığını iyi biliyoruz. Medyasıyla, hukuk sistemiyle kadınlara yönelik şiddeti, tacizi, tecavüzü aklamaya çalışıyorlar, çalışacaklar da. Bu durumu ancak biz değiştirebiliriz. Sıla dimdik durarak o adliyeye girerken, Angelina Jolie tacize uğradığını tüm dünyaya söylerken, Deniz Bulutsuz şiddete uğradığını söylerken yalnız olmadıklarını biliyorlardı.
Evde, iş yerinde, okulda, sokakta her nerede olursak olalım asla yalnız değiliz. Bizler susturulmaya çalışıldıkça ses çıkarmaya devam edeceğiz. Elinde “tanınmış kişi” olmanın gücünü tutan erkeklerin karşısında da kadınlar dayanışmanın gücünü koyarak susmuyorlar, susmayacaklar.