8 Temmuz 2020 01:00

Murat Doğu

İTÜ

Tüm canlı türlerinin hayatta kalabilmek için doğduğu koşullarda mücadele etmesi gereken bazı durumlar olması kaçınılmazdır. İnsanoğlu da yaklaşık 100 bin yıldır çeşitli mücadelelerin içerisinde fakat insan birikimi sayesinde doğaya karşı diğer canlılara nazaran çok daha hâkim konuma geçmiş durumda. Yağmurun anlamlandırılamadığı çağlardan yağmurun ne zaman yağacağının tahmin edebildiği hatta artık yağmur yağdırabildiği aletlerin geliştirildiği bir çağa gelmiştir insanlık. Fakat bu birikim kullanımındaki eşitsizlik giderek daha çok can ve mal kayıplarının yaşanmasına da sebep oluyor. Bir yandan insanlığın ulaştığı birikim, öte yandan bu birikimi kullanmasının önüne geçilen halklar. Bu eşitsizliğin kaynağını ve halkların neden bu eşitsizliğe mahkûm edilmeye çalışıldığını tartışmak için yakın zamanda yaşanan sel felaketlerine bakabiliriz.

NEDEN HEP İHMALLERİ KONUŞUYORUZ?

Küresel ısınma ile birlikte yağışların sel felaketlerine dönüşme riskinin arttığı göz ardı edilemez bir gerçek. Yaşanacak iklim değişikliği ile birlikte sel ve taşkın alanlarındaki yerleşimlerin eskiye nazaran daha çok can ve mal kayıplarına açık hale geldiği de biliniyor. Eğer bu alanlarda yapılaşma olacaksa da yapıların sel ve afetlerden korunması için taşıması gereken bazı özellikler var. Bu bilinenlerin aksinde hareket etmek günümüzün daha çok “kazandıran” eylemi fakat buradaki kazanç sadece bu bilgiden yoksun inşaatların sahipleri ve bunlara göz yumanların olurken bu ilişkilerde kaybeden tarafta olanlar bunu canlarıyla ödüyor. Bu felaketlerin yaşandığı yerlerin de büyük oranda emekçilerin yaşadığı semtler olması bir rastlantı değil. İstanbul’un Esenyurt ilçesinde geçtiğimiz hafta bir Suriyeli mültecinin taşkın bölgesinde bulunan bir binanın eksi birinci katta boğularak ölmesi, aynı zamanlarda yaşanan yağışlardan dolayı Bursa’da 5 kişinin selden kaçamayarak hayatını kaybetmesi yine alınması çok kolay önlemlerin alınmaması sonucu yaşandı.

“YOĞUN YAĞIŞ CAN ALDI”

Sel bir doğa olayı olmasına rağmen bunun felakete dönüşmemesi için önlem alınmadığında “tasarruf” edilen masraflar bu işi üstlenen sermaye sahiplerine kâr kalırken; çağ dışı yerleşim yerlerinde yaşama mahkûm edilenler bunu canlarıyla ödüyor. Gününün tamamını çalışarak ve sonrasında yine çalışmak için dinlenerek geçiren, ürettiği değerin ise büyük çoğunluğunu iş yeri sahibiyle kaptıran veya işsiz bırakılan ve günün sonunda bu felaketlere karşı korunaklı bir evde oturmayı karşılayamayacak hale getirilen insanlar bu duruma mahkûm edilmeye çalışılıyor. Üzerine herhangi bir konut yapılmaması gereken ve bundan dolayı ekonomik olarak görece değeri daha az olan toprak parçaları ise yine aynı insanlara yaşam alanı olarak nazaran “daha uyguna” bir ev ev imkânı olarak açılıyor. Katmerlenen sömürünün bedeli geçtiğimiz haftalarda yaşanan sel felaketiyle gelen can kayıplarına dönüşürken bu olayların bir suçlusu bulunmaya dahi çalışılmıyor. Hatta ülke gündeminde gerçekler çarpıtılarak oluşturulan toz bulutlarında “yoğun yağış can aldı” denilerek bugün bize insanlık dışı şartlar dayatan ilişki ağı örtülmeye çalışılıyor.

Rant hırsının yaşam alanlarımızın şekillenişindeki temel dinamik olması insanlığımızı tehdit eden bir unsur olarak önümüzde duruyor. Bir bina veya bir sokak inşa edilirken kullanılan bilgi daha güvenli ve rahat bir yaşamın sunulması için kullanılması bir yana; çoğu zaman sadece daha fazla kar amaçlı alınmayan önlemlerin, uyulmayan standartların hayatlarımızı elimizden alan ihmaller haline gelmesi ile sonuçlanıyor.

GERÇEKLERİ SAVUNMAK İÇİN

Üretim ilişkilerimizin değişimi doğrultusunda bir adım atmadan güvenli bir gelecek inşa edemeyeceğimizi bilmemiz, ne yapılması gerektiğini de bize işaret ediyor. Rant hırsı ile talan edilen kentlerimizi ve doğamızı korumak, daha sağlıklı bir çevre inşa etmek kapitalizmin bize dayattığı ve insanlığın geldiği gelişmişlikle çelişen üretim ilişkilerine doğrudan karşı adım atmamızı zorunlu kılıyor. Çok daha sağlıklı kentler inşa etmek ve doğayı korumak bir hayal değil ancak bunun sağlanması için gerekli bilgi birikiminin kullanılmasının rant hırsı ile ters düştüğünü, kapitalist tarzda bir üretimde daha fazla kar amacının her zaman daha sağlıklı kentlerin oluşturulması için kullanılacak bilgiye tercih edileceğini unutmamamız gerekiyor.

İnsanların canına mal olan bu çürümüş işleyişin örgütlülüğü halen onu yöneten konumda tutmaya yetiyor. Kentsel rantın kârını elinde bulunduranların yaşanan can kayıplarından yine ölen insanları sorumlu tutacak şekilde yürüttüğü söylemin gücü aynı döngünün sürekli tekrarlanır olmasından ve bu döngüyü yönetenlerin hiç değişmemesinden geliyor. Yönetenlerden yine onların yandaş medyasına kadar olabildiğince yaygın bir şekilde gerçeklerin üzerine kapatmak istedikleri yalan bulutlarını da ancak karşısında doğruları savunmak ve insanca yaşamak için örgütlenmiş bir şekilde karşı gelerek aşabiliriz. Özetle yaşamaya mahkûm edildiğimiz ve mutlakmış gibi gösterilmeye çalışılan bu düzen ancak biz ondan daha örgütlü olarak gerçekleri savunabildiğimiz takdirde değişebilir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Kamuda işçiden gizli pazarlık

Türk-İş ve Hak-İş’in üç genel başkan yardımcısı, 600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşme görüşmeleri için önümüzdeki hafta Çalışma Bakanlığına sunmak üzere zam talebini belirledi. Ancak zam oranı açıklanmadı. Pazarlığı yapılacak rakamdan haberi olmayan işçiler tepkili: “Neyi kimden gizliyorsunuz, taslağı açıklayın.”

22 bin 131 TL Türk-İş'in belirlediği açlık sınırı

72 bin TL Türk-İş'in belirlediği yoksulluk sınırı

30 bin TL kamu işçisinin ortalama ücreti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et