Depremle yaşamayı kim öğrensin, ben mi?
En basit matematik hesabı ile bile İstanbul’da yaşanacak en olası deprem senaryosunun sonucu her açıdan toplumsal bir çöküşten başka bir şeye denk düşmemektedir.
Pixabay
Metin Berk SÜER
İTÜ
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan “İlçe Olası Deprem Kayıp Tahmini Kitapçıkları” halihazırda İstanbul’da olmasa da farklı coğrafyalarda ara ara kendi gerçekliğini hissettiren deprem meselesine tedirgin bir bakış atılmasına sebep oldu. Türkiye ekonomisinin sektörel olarak neredeyse yarısından fazlasını temsil eden bir kenti bekleyen ve gittikçe yaklaşmakta olan bir afetin herkeste tedirginlik yaratması oldukça normal karşılanabilir. Fakat bu tedirginliğin karşısında İstanbul özelinde 17 Ağustos Gölcük Depremi’nden bu yana depreme ve afetlere karşı oldukça sınırlı önlemler alınması da oldukça anormal karşılanmalıdır. Ancak İBB’nin açıkladığı kitapçıklar çoğu çevre tarafından “E bu muymuş büyük deprem” diyerek karşılandı. Çünkü açıklanan kitapçıklarda, televizyonda bas bas bağırılan yıkımın çok daha küçük ölçeklisinin yaşanacağını ortaya koyan bir araştırma vardı. Peki cidden İstanbul’da beklenen deprem söylendiği kadar abartılıyor mu?
ABARTI MI GERÇEK Mİ?
İBB’nin raporunun saptadığı veriler ile uzun yıllar boyunca televizyon ekranlarında dillendirilen felaket senaryosu arasındaki temel fark olduğu iddia edilen nokta olası bir deprem sonucunda vefat edecek kişi sayısı. Bu zamana kadar milyonlarla ifade edilen bu rakamların İBB’nin risk analizlerinde bu yoğunlukta olmadığı göze çarpıyor. Örneğin İstanbul’da riskin çok yüksek olduğu ve Gölcük Depremi’nde 976* kişinin vefat ettiği Avcılar ilçesinde çok büyük bir kentsel dönüşüm çalışması yapılmamış olmasına rağmen yaşanabilecek depremde vefat edecek kişi sayısı 465 olarak kayıtlara geçmiş. Yine İstanbul’un kentsel açıdan en riskli ilçelerinden olan Bağcılar’da ise bu rakam 1179’da kalıyor.** Şüphesiz İBB’nin bu raporları depremin oluşturduğu risklerin halk nezdindeki karşılığını azaltmak yerine deprem gerçeğini daha olası verilere dayandırmak için yapmış olduğu bir gerçek. Çünkü yapılan araştırmada incelenen tek şey vefat sayıları değil; deprem sonrası binaların hasarları, geçici barınma ihtiyacı ve altyapı sistemlerindeki hasar da bu raporun en önemli konuları arasında. Buradan gelen verilere baktığımızda olası bir deprem sonrasında ilk aşamada 143 bin yapıda orta ve ağır hasar meydana gelmesi sonucunda en az 290, 410 bin kişinin geçici barınma sorunu ile karşı karşıya kalacağı ortaya koyuluyor.*** Bugün açısından İstanbul’da yaklaşık 1.5 milyon yapı bulunduğunu göz önüne alırsak bunlardan 143 bininde meydana gelecek yüksek hasar neredeyse İstanbul’daki binaların yedide birinin yaşanamayacak hale gelmesi anlamına geliyor. Eğer denklemi İstanbul zaten 16 milyonluk bir şehir, ne olmuş 290 bin kişi açıkta kalırsa şeklinde formülize edersek bazı gerçekleri gözden kaçırmış oluruz. Bu gerçekleri göz önünde bulundurmak adına İstanbul’da yaşanan bazı olayları hatırlamakta fayda var. Bunlardan biri 2019 tarihinde İstanbul’un Kartal ilçesinde çöken Yeşilyurt Apartmanı faciasıdır.****
TEK BİR FACİA GELECEĞİN HABERCİSİ
6 Şubat’ta çöken binada 21 kişi yaşamını yitirmişti. Enkaz kaldırma çalışmaları ise 10 Şubat’ta tamamlanabilmişti. Şimdi bu açıdan baktığımızda tüm yollar açıkken, çöken binanın etrafında başka bir risk ortamı yokken 1000 personelin çöken 1 adet apartmanın sadece enkazını kaldırmasının 4 gün sürdüğü bir gerçekliği düşünelim. Bu gerçekliği çökecek 290 bin bina ile bütünleştirdiğimizde İstanbul’da yaşanacak olası bir depreme müdahale edebilmek için ne günler yeter ne de personel. En basit matematik hesabı ile bile İstanbul’da yaşanacak en olası deprem senaryosunun sonucu her açıdan toplumsal bir çöküşten başka bir şeye denk düşmemektedir. Buna ister felaket diyelim, istersek abartılmış rakamlarla manipülasyon yapılıyor diyelim, gerçek değişmeyecektir. İstanbul, deprem ve neredeyse tüm afetlere karşın savunmasız, toplum sağlığını güvence altına alamayacak bir yönetime ve yapıya sahiptir. Peki neden her şey belli olmasına, raporlar ortada olmasına rağmen İstanbul’da depreme karşın görünür bir adım atılmıyor?
DEPREME KARŞI KİM ÖNLEM ALMIYOR?
Bunun en kısa ve net yanıtı İstanbul’da halen deprem gerçeğine karşı adım atmayı zorlaştıran kentsel rant süreçlerinin kesintisiz devam etmesidir. Bu süreçleri sürdüren evinde depremi bekleyen sade vatandaş değil bizatihi İstanbul’u senelerdir parça parça bölüşen rantın tepesinde oturan sermaye gruplarıdır. Yıllardır depremi bekleyen bir kentte atılması gereken adımlar bu sermaye gruplarının çıkarlarına göre şekillenmektedir. Bunlardan en bilineni “kentsel dönüşüm” uygulamalıdır. Başta riskli konut ve yapıların acilen dönüştürülüp depreme uygun hale getirilmesi zemininde tartışılan bu konu sermaye grupları tarafından İstanbul’un risk sınıflandırmasında öncelikli olmayan ilçelerinde dahi ön plana konularak eski konut yapılarının depremle mücadele için değil daha fazla kar için dönüştürüldüğü bir süreç haline gelmiştir. Bu sadece İstanbul değil Türkiye’de bu kanunun uygulandığı her yerde böyledir. Yaşanan tüm depremlerde artık nefes alıp verecek dermanı kalmayan kentlerin karşısında onların son nefesini rant ve kar uğruna almaya çalışan sermaye grupları her dönemde olduğu gibi bu dönemde de deprem riskine karşın karı karşı kefeye koymuşlardır. Onlar için deprem riskini azaltacak, kamusal yönden yapısal önlemlerin alınabilmesinin tek yolu bunu kar getirecek bir şekilde sürdürülmesidir. Aksi takdirde bu sermaye grupları ve onlarla her fırsatta ortak hareket eden merkezi, yerel yönetimlerin hiçbiri depreme karşın toplum sağlığını ve onun geleceğini ön plan koyan politikaları değil kendi karını garanti altına alacak projelerin finansmanı olmaya devam edecektir. Bunun örneklerini İstanbul’da ve Türkiye’de deprem toplanma alanı olarak belirlenen alanların AVM ve gökdelenler ile dolmasından, sırf sıcak para kaynağı olarak kaçak binalara ruhsat verildiği “imar barışı” sürecine kadar her alanda görülebilir.
*https://bbc.in/2Z0VBCS
* https://bit.ly/2NWw1IM
**** https://bit.ly/2NWw1IM
****https://bbc.in/3e0zOiC