08 Temmuz 2020 00:00

Haraç Mezat: Bellini artık bizden biri mi?

Kamplaşmaları bir kenara bırakıp tablonun “İstanbul halkına ait olmasının” dışında kimin mülkü sayılabileceğini anlamaya çalışalım.

Fotoğraf: internet Burhan Kum’un “Gentile Bellini’nin Resimli Konstantiniyye Günlüğü” isimli çizgi romanından alınmıştır

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

MSGSÜ

İstanbul Belediye Başkanının Gentile Bellini’ye ait -ya da en azından onun atölyesine ait- olan Fatih Sultan Mehmet portresi, Londra’daki Christie’s müzayede evinden 770 bin sterline alınması ile gündemde yeni tartışmalar belirdi.

MÜZE, SANAT, SINIF

İsmi geçen Christie’s müzayede evi 1766’da Londra’da James Christie tarafından kurulmuş. Tartışmanın ana odağını buradan sürdürmek gerek. Hafızamızda müzayede, galeri, müze, sanat evi, koleksiyon, sergi gibi birçok kavram varken her biri tarihsel olarak belli başlı mihenk taşlarını temsil ediyorlar. Büyük Kraliyet koleksiyonlarının “Müze” ismindeki mitolojiye göre ilham perisi demek olan “Müz” kelimesinden türemiş mekânlarda sergilenmeye, korunmaya, biriktirilmeye başlaması tarihsel olarak 18. Yüzyıla tekabül eder. Modern müzelerin biçimlenmeye başladığı bu dönemle özellikle giderek yükselen sanayi şehirlerinin ve endüstrileşmenin paralelliği göze çarpar. Kraliyetin ve aristokrasinin hükümdarlığından koparılarak modern müzelerde şehirli halka sunulan ve böylelikle toplumsallaşan, ulaşılabilir, deneyimlenebilir hale geldiğine inanılan sanat ve eserinin bugün kapitalist tahakküm altında müzayede ve piyasa spekülasyonları altında geldiği hal görülmeye değer. Dolayısıyla iddia edildiği gibi Bellini’nin bu eserinin “İstanbul halkına ait olup olmadığı” bu yazının konusu haline gelmiştir.

İlk bakışta bir sanat eserinin onu icra eden, üreten bir yaratıcıyla, onu alımlayan, gözlemleyen bir izleyicinin varlığı göze çarpar. Ancak bu ikisi arasındaki deneyimin, etkileşimi sürekli olarak belirleyen, farklı form ve pratikliklerde yeni ilişki biçimleri kuran ve yıkan üst yapı, geçmişte aristokrasiye yakıştırılan sıfatlardan olan sanat hamiliğini, koleksiyonculuk kavramını bugün müzayedecilik, galericilik kavramları üzerinden burjuvaziye mal edilebilir bir sıfat haline getirmiştir. Bugün dünyanın birçok şehrinde, ulusal ve evrensel kültürel birikimi korumak, sergilemek amaçlarıyla bir kimlik oluşturan büyük müzelerin yanı sıra, bütün sanat piyasasını kontrol eden müzayede evleri eserin satın alındığı Christie’s ve 1744 yılında yine Londra’da kurulan bir diğer köklü müzayede evi olan Sotheby’s ile birlikte “Dünya müzayedelerinin toplam satışının % 25’i sadece bu iki müzayede evi tarafından gerçekleştirilir.”*

Tablonun satın alınmasının hakkında olumlu ya da olumsuz, gerekli ya da gereksiz kamplaşmanın dışında aslen sanat eserinin yapımından satılmasına ve akabinde sergilenmesine dair bir tartışma yürütmek daha elzemdir. Böyle düşünürsek, bugün tablonun “İstanbul halkına ait olmasının” dışında kimin mülkü sayılabileceğini de anlamaya yaklaşabiliriz.

SANAT HAMİLİĞİ: PADİŞAH, BANKA, BELEDİYE…

Bugün Türkiye’deki sanat çevreleri açısından olumlu bir adım olarak görülen bu satın alma işlemi, eserin fiyatının bu denli yüksek bir meblağ olmasından doğan eleştirileri de bir köşeye atmadan, politik bir mesele olarak gündemimizde duruyor. Eserin İstanbul’da sergilenecek olması, İstanbullu yurttaşların “elinin altında” olması, onu İstanbul halkına ait kılmaya ne yazık ki yetmiyor.

Sanat 14. Yüzyılda Medici Ailesi ile koleksiyonculuk, bireysel koleksiyon, hamilik gibi kavramaları belirgin biçimde çehresine kattı. Sanat, atölyelerden içerisinde üretimi siparişlere bağlı olarak aristokrasinin ve sarayın zamansal, mekânsal ve içerik tahakkümü altında gerçekleşmekteydi. 17. yüzyılda Stockholm müzayede evi ile kapitalist piyasanın resmi bir ürünü halinde tescillenen sanat ürünü –metası- bu dönemde sanatçıları klasik biçimlerin ve alışverişin boyunduruğundan kurtulmayı müjdelemekteydi. Ancak sanatın kapitalist üretim ilişkileri içerisinde, kullanım değeri ve mübadele değeri arasındaki çelişkiden hak ettiği payı almasıyla, satışını ve bulunduğu zaman ve mekânı domine etmesi gibi içeriğe dair de bir tahakküm kurmakta burjuvazi gecikmedi. Yukarıda belirtilen müzayede evleri, tekelci kapitalizm ve finans kapital sponsorluğundaki müzelerden ve piyasanın karşında sanatçıya bir özgürlük alanı kurma güdüsüyle refleks gösteren ancak güncel durumda ya rekabet görmeyen ya da aynı sponsorların kanatları altına giren galerilerden başlayarak içeriği, biçimi ve izleyicinin deneyimini de kontrol altına almayı başarmıştır. Bahsedilen alanların uluslararası sermeyenini, çok uluslu şirketlerin bünyesinde yer almaları, sanat akademileri kurmaları tesadüfi değildir. Sanat işinin üretiminden tüketilmesine, gösterilmesine kadar bütün bir süreci yöneterek, sanata piyasa değeri kazandıran ve böylelikle koleksiyonculuk, prestij gibi statülerle bezenmiş yalnızca sınıfsal bir rafinelikte yaşam sürmesine izin veren burjuvazi, 18. ve 19. yüzyıllarda sanatın kamusal alana taşması düşünü olabildiğine törpülemiştir. Eserin değeri sonu gelmez tekliflerin ardından münadinin tokmağı indirip kamuya eserin satıldığını ilan ettiği fiyatla belirlenir. Kamuya açık müze, bienal gibi bazen devlet, kimi zaman sermaye destekli mekanların kamusallık fikri, karşısına çıkacağı izleyicinin bütün yaşam koşullardan ve elbette yaşadığı hayatın ona ulaştırdığı estetik, güzel anlayışından ve onun “zamanından” bağımsızca oluşturur. Ancak bazen ücretli, kimi zaman ücretsiz bir şekilde bu kamuya açık mekanlar herkesin istediği zaman girip çıkabileceği alanlardır tespitleri söylenedururken, bu mekanların girişinden, bulunduğu semte, içeriye giren insanların görünüşlerinden konuştuğu dile kadar kamusaldan başka bir kavramla karşılanmak ihtiyacında oldukları açıktır. Sanatçının eseri ve onun gözetleyenleri arasına giren piyasa ve sanatı domine eden çevreler açısından Bellini’nin eserinin Türkiye’de sergilenmesi ve tabi yukarıda bahsedildiği gibi dünyanın en köklü iki müzayede evinden biri olan Christie’s’den satın alınmasının Türkiye’deki sanat çevrelerinde yarattığı heyecan bir bakımdan anlaşılabilir. Ancak sanatın toplumla buluşması, eserin ait olduğu yere dönmesi gibi tartışmalara cevap verme hacmine sahip olmayan bu tartışmada İstanbul halkının gerçekten sahip olabileceği, gerçekten her anlamda kamuya açık bir sanat alanı yaratımının imkânı tartışması es geçilmemelidir.

* https://bit.ly/2C8MkzC

ÖNCEKİ HABER

Z’ye dair

SONRAKİ HABER

Yarım kalmış bir şairlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa