"Yeni normal"e cümle kapısı: Ayasofya
Kendi sadık ve çelik çekirdek kitlesine sığınmaktan ve ancak oradan sıçrama umudunu beslemekten başka çaresi olmayan iktidarın bir vuslat belgesidir Ayasofya.
Fotoğraf: Twenty20
Nuray SANCAR
1934 yılında müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılması zaman zaman dillendirilen, bunun gerçekleşmesi içeriden ve dışarıdan engelleniyormuş gibi yapıldığı sürece de iktidara kutlu bir işi hallediyormuş havası veren bir konuydu. Ne var ki Danıştay kararının bu kadar kolay çıkmasının da kanıtladığı gibi Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesinin önünde ne sıkı bir kamuoyu ne de dış baskılar var. Normal koşullarda bir başka dinin ya da ulusun tarihi ve kültürel eserlerini kendi topraklarında bulundurmak durumunda olan bir devlet, yazılı kurallar olsun ya da olmasın o eserlerin sorumluluğunu üstlenir. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesiyle ilgili olarak önceden ve şimdi tepki gösteren devletler ve kurumlar, aslında bir yaptırıma sahip olabildiklerinden değil bir uygunsuzluğa karşı çıkmışlardır. Ve karşı çıkılması da gerekir.
Ama iktidar bu karşı çıkışları içeride bir duygu köpürtme imkanı, yeldeğirmenleriyle savaşırken seferberlik aracı olarak kullandı.
Ayasofya bir fetih ganimetidir ve İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülmüş, İslamın kutsallarına dahil edilmiştir. Şimdi dışarıdan ve içeriden "kutsala el ve dil uzatan küffar" tam da iktidarın ihtiyaç duyduğu dışarlıklı ya da kökü dışarıda düşman ihtiyacını karşılıyor görünüyor.
Çoklu baro yasasının görüşüldüğü şu günlerde buna direnirken tartaklanan, itilip kakılan avukatların memleketteki adalet sorununu bir kez göze sokmasının yol açtığı tepkiler hesaba katılırsa Ayasofya’yla ilgili zamanlamanın yerinde olduğu söylenebilir.
İstanbul’un fetih yıl dönümü Ayasofya’da namaz kılınarak kutlanmıştı. Ondan bir süre önce camileri yeniden fethedeceğiz diyen Diyanet İşleri Başkanı’nın kurumu, "cemaatle camileri kavuşturma" temalı afişler bastırdı. Böylece 1 Haziran’da sona eren karantinanın kapanışı da "pandemiden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı"nı ilan eden Cumhurbaşkanı’nın "yeni normal" olarak adlandırdığı duruma geçiş de Ayasofya’nın sembolik "fethiyle" gerçekleşti. Ayasofya zaten eldeydi fakat en kolay ve en anlam yüklü fetih yine onun fethi olabilirdi.
Danıştayın bir danışıklı dövüş içinde olmadığını söylemek zor. Çünkü Ayasofya’yı camileştirmenin 15 Temmuz Darbesinin yıl dönümüne yetişeceği ilan edilmişti. Karantinada yeniden kapatılan camilerin, İstanbul’un ve nihayet iktidarın yeniden fethi için Ayasofya en uygun mekan görülüyordu.
Başörtüsünü bir mağduriyet meselesi olmaktan kurtaracak yasayı iktidara geldikten ancak yıllar sonra çıkaran ve o zamana kadar muhalefette olan kendisiymiş gibi muhayyel bir düşmanın engelleriyle boğuşan bir iktidarın Ayasofya’nın camileşmesine duyduğu ihtiyaç bu danışıklı dövüşe demokrasi süsü vermeyi de gerektirdi kuşkusuz.
"Yeni normal" kıdem tazminatının tasfiyesi, çoklu baro projesi, meslek örgütlerinin yeniden yapılanması vb. ile başladı ve sırada başka demokratik kurum ve kuruluşlar, emekçilerin fonları, kazanılmış haklar var. Maliyeti yüksek oluyor diye pandemiyle mücadeleyi bireyin "hastalığa yakalanmama" kararlılığına havale eden sistem, bu maliyet hesabını hâlâ yapıyor ve her ekonomik ve demokratik talep siyasi ve iktisadi bakımdan iktidara pahalıya geliyor.
Sosyal medyada gençlerin "oy moy yok" refleksi, üç sene sonraki seçimleri bekleme sabrının dolmakta olduğunun işaretleri, toplumsal fay hatlarının hareketlenmesi; bunlar ve daha fazlası iktidarın toplumsal alanda devlette olduğu kadar genişleyemediğinin işaretleri.
Kendi sadık ve çelik çekirdek kitlesine sığınmaktan ve ancak oradan sıçrama umudunu beslemekten başka çaresi olmayan iktidarın bir vuslat belgesidir Ayasofya. 15 Temmuz’un yıl dönümünde dostlara ve eski dostlara, düşmanlara ve ele güne karşı, yeniden kurgulanmış bir yakın geçmiş nostaljisinden törenle geçerek yıkılmadık ayaktayız diyebilmenin bir vesilesi. "Yeni normalin" de cümle kapısı.
Ayasofya kıymetli bir miras. Freskleri, duvarlarından yansıyan ritüelleri, mimarisi, zaman içinde yapılan her türlü dokunuşla kazandığı izler ile önemli bir abide. Onun müze olarak kalması dışarıdan gelen telkinin kaynaklarından daha çok, bu mirası devralan halkın sorunu aslında. Bir zamanlar camiydi, sonra değişti… Her şey yine değişir; iktidarlar gider Ayasofyalar kalır.
O ve karşısına iki yüz yıl sonra inşa edilen Sultanahmet Camisi bir kentin fethinin herhangi bir toprağın el değiştirmesinden daha karmaşık bir şey olduğunu, bir kentin asla tam olarak fethedilemeyeceğini kesintisiz bir biçimde anlatmaya devam ederken iktidarın fetih imitasyonu onun gününü kurtarmayı garanti edebilir belki ama gerçeği değiştiremez. Bir kenti ya da bir yapıyı yeniden fethetme çabası onun fethedilebileceği anlamına gelmez. O her zaman, içinde yaşayanların temsil ettiği kültürel sürekliliğe ait kalır.