Avrupa’da ikinci dalga: İşten atma dalgası
Fransa'da salgın gerekçesiyle işten atmalar hızlandı. Krizden etkilenmeyen şirketler de durumdan faydalanıyor. Almanya'da polisin ırkçı tutumu, Britanya'da ise açıklanan yeni ekonomi paketi gündemde.
Fransa’da işten atmalar hızlandı. Özellikle havacılık ve otomobil sektöründe devletlerin yaptığı milyarlarca yardıma rağmen on binlerce işçinin işten atılacağı şimdiden ilan edildi. Yan sanayide ilan edilen işten atmalar ise Air France ve Airbus’ın kat ve kat üzerinde. Nokia ve Sanofi gibi Kovid-19 krizinden etkilenmeyen onlarca şirket de dönemi fırsata çevirerek daha önce planladıkları işten atmaları devreye sokmaya çalışıyorlar. Fransa’da bu duruma karşı mücadele işçi sınıfının en önemli gündemlerinden başında gelmeye devam ediyor.
ABD’de polisin siyahlara yönelik saldırganlığı, Almanya’da da polis teşkilatında ırkçılık tartışmasını gündeme getirdi. Siyah/koyu tenliler ırksal profilleri nedeniyle sık sık nedensiz kontrol ediliyor, saldırıya maruz kalıyorlar. AB Komisyonu Almanya’dan bu konuda bir araştırma yapıp rapor hazırlamasını istedi. Teklife önce olumlu cevap veren İçişleri Bakanı Horst Seehofer, ardından komik bir gerekçeyle bunu reddetti: Almanya’da polisin ırksal profille kimlik kontrolü yasak olduğuna göre raporun yapılması anlamsızdır!
Britanya’da işler bir Koronovirüs test ve takip programı olmadan, ekonomiyi tekrar canladırmak için tüm kısıtlamaları hızla kaldıran hükümet, işçi ve emekçilere sunduğu destek programlarını en kısa zamanda kaldırmak çabasında. Maliye Bakanı’nın bu hafta ilan ettiği ekonomik adımlar en yoksul ve muhtaç kesimlere yine hiçbir umut vermiyor.
İŞTEN ATMA DALGASI FRANSA’YI ETKİ ALTINA ALDI
Nabil WAKIM
Aline LECLERC
Audrey SOMMAZI
Le Monde
İşyerleri, “Kayyım atanması”, “hukuksal denetim”, “kolektif performans anlaşması” gibi yöntemlerle işçilerin ücretler konusunda fedakârlık yapmasını istiyorlar. “Kolektif performans anlaşması” aslında istihdamın yok olması anlamına geliyor… Son haftaların bölgesel gazetelerine bir göz atıldığında binbir farklı prosedürün ardında Fransız şirketlerin farklı düzeylerde içinden geçtikleri kasırganın boyutunun yansıdığı görülür.
Cumhurbaşkanı (Macron), “Tatil sonrasının zor olacağına” vurgu yapmıştı. Fakat, 8 Temmuz Çarşamba günü DARES’in –Çalışma bakanlığının araştırma müdürlüğü- yaptığı bir sayıma göre şimdiden işyerlerinde yapılanma (diye adlandırılan işten çıkartmaların) haftadan haftaya artıyor. 1 Haziran haftasında on beş, 8 Haziran haftasında on dokuz ve ondan sonraki haftalarda ise otuz İstihdamı Koruma Planı’nın (PSE)* devreye sokulduğu açıklanıyor. 1 Mart ile 5 Temmuz arasında Fransa’da 27 bin 053 işçiyi tehdit eden 193 PSE başlatıldı. Yani 2019’un aynı dönemine göre iki kat daha fazla (geçen yıl aynı dönemde 13 bin 033 istihdam yok edilmişti). Bu sayı DARES’in diğer taraftan tespit ettiği 1672 “küçük” (10 kişiden daha az işçinin çalıştığı işyerleri) toplu işten çıkarma prosedürünü ya da yüz binlerce geçici iş sözleşmeleriyle çalışan işçileri dahil etmiyor.
Yaşanan en görkemli kıyım herhalde havacılık sektöründe: Air France ve ona bağlı yan şirketi 7 bin 580 istihdamı yok edecek; Airbus ise Fransa’da 5 bin istihdamı yok edecek. Onlara bağlı olarak sektörün yan sanayisindeki birçok taşeron şirket de kendi kadrolarında şimdiden kırpmalara gitti ve böylelikle bölgesel ekonomik dengeleri tehdit ediyor. Örneğin yan sanayici Daher, Occitanie, Loire-Atlantique ve Centre bölgelerinde bulunan fabrikalarında kadrolarını azaltmayı öngörüyor.
Airbus’dan önce Renault’nun, evden çıkma yasaklarının kalktığı ilk gün ilan ettiği Choisy-le-Roi küçük fabrikasını kapatma projesiyle 4 bin 600 istihdamı yok etme ilanı da gündeme bomba gibi düşmüştü. Bu sektörün yan sanayisinde de domino taşları gibi işten atmalar yaşanmaya başlandı. Giyim sektöründe de 16 bin istihdamın yok edilmesi de etkileyici. Nokia’nın (Alcatel-Lucent) açıkladığı 1233 kişinin işten çıkartılması ve eczane laboratuvarı Sanofi’nin de bin civarında kişiyi işten çıkartılmayı öngörmesi de... Aynı şekilde Total’ın yan sanayisi kauçuk üretiminde uzmanlaşan Hutchinson şirketi de Fransa’daki istihdam sayısını yüzde 10 azaltmayı öngörüyor.
Bu yapılanmaların tümü Kovid sonrası resesyona bağlı değil. CFDT sendikasının genel sekreteri Laurent Berger, öfkelenerek, “Airbus, Air France krizden etkilenenler arasında olanlardan. Fakat başkaları bunu fırsata çevirmek istiyor! Nokia, Sanofi bu söz konu üçkağıtçılardan” diye 3 Temmuz’da France İnter radyosunda demeç veriyordu. Sendikacı, ilaç şirketinin (Sanofi’nin) hissedarlara 4 milyar dağıttığını hatırlatıyordu. Ona göre (işten atmalar) “koronavirüse bağlı bir sorun değil”. Aynı radyoda CGT Genel Sekreteri Philippe Martinez de Nokia meselesinden bahsederken “Telekom sektörü sokağa çıkma yasaklarından etkilenmedi, burada ilan edilen işten atmalar borsaya bağlı işten atmalardır” diye açıklama yapıyordu.
Başka şirketler yapılanmaları üretimin maliyetiyle açıklıyorlar. İşçiler ise bu şirketlerin Kovid-19 krizini fırsata çevirdiklerini düşünüyorlar. Ve devletin karşıladığı geçici işsizlik ve devasa miktarda kredilere rağmen işten atmaların boyutu sorgulanıyor. Havacılık sektörüne toplam 15 milyar, otomobil sektörüne ise 8 milyar krediye devlet garantör oldu. Bundan dolayı işçiler ve söz konusu bölgelerin milletvekili ve belediye başkanları istihdam kavgasında ortak çalışıyor ve verilen devlet yardımlarının karşılığında koşulların dayatılmasını istiyorlar. Ekonomi bakanlığı için ise acil olan bölgelerde fabrikaların kapanmaması ve sert bir şekilde işten atmaların yaşanmamasıdır. Fakat bu ise işçilerin isteklerine denk düşmüyor.
*İstihdamı koruma planı (PSE) asgari olarak 50 işçinin çalıştığı işyerlerinde ekonomik nedenlerden dolayı işten atmaların yaşandığı durumlarda patronun hukuksal olarak hazırlaması gereken plandır.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
DÜN DÜNDÜR BUGÜN BUGÜN
Constanze von BULLION
Süddeutsche Zeitung
“Dün dediğimden bana ne, önemli olan bugün ne söylediğim!”
(Almanya) Federal İçişleri Bakanlığı’nın etnik profil oluşturma konusundaki tutumu tam da bu sözlere uygun.Üç hafta önce, uluslararası ırkçılık tartışmasının ortasında, İçişleri Bakanı Horst Seehofer federal hükümetin etnik profille polis kontrolü üzerine bir araştırma planladığını açıkladı. Ten rengine veya etnik kökene dayanan bu tür polis kontrolleri yasak olmasına rağmen maalesef gerçekleşmekteydi. Birkaç gün önce ise aynı Horst Seehofer, söylediğinden vazgeçti ve bu türden bir araştırmanın gereksiz olduğunu açıkladı. Böyle bir karar almasının nedeni tuhaf ve komikti: Irksal profil oluşturma, yani davranışları nedeniyle göze çarpmayan, ancak görünüşleri nedeniyle göze çarpan insanların kontrolü, uluslararası olarak yasadışıdır, AB yasasını ve Alman Anayasa hukukundaki eşit muamele ilkesini de ihlal eder. Avrupa’yı açık gözlerle izleyenler ise bu tür kontrolleri düzenli olarak gözlemleyebilirler. Sadece beyaz tenliler hiçbir kontrole tabi tutulmazken koyu tenli insanların rutin ve kasıtlı olarak kimlik kontrolü nedeniyle trenlerden alındığı Fransız-İtalyan sınır bölgesinde değil, Bavyera-Avusturya sınır bölgesinde veya Alman tren istasyonlarında bile, siyah veya koyu tenli olmak şüpheli olarak kontrol edilmek için yeterli olabilir. Ancak bu kesinlikle ayrımcılıktır ve yasaktır.
Koyu ten eşittir şüpheli: Bu denklem, polisler de dahil olmak üzere beyaz kafalarda yerleşik durumda. Kültürlerarası ilişkilerde yaşanan çatışmanın özellikle büyük olduğu Almanya’da, 2015 ve 2016 mülteci yılları önyargıları artırdı. Önyargı virüsü hiçbir şekilde sadece aşırı sağ yanlıları ve ırkçılardan yayılmaz. Aksine kişiler veya devlet tarafından, ötekileştirilen kesimin empati olmaksızın önyargılı değerlendirmesi ile ilgilidir.
Ancak tam da ihtiyaç duyulan şey empati ve genelleştirmemektir: Berlin Görlitzer Park’ta uyuşturucu satıcılarının kontrolünün ırksal profil oluşturmakla ilgisi olamaz. Burada uyuşturucu ile mücadele söz konusudur ve satıcının siyah ya da beyaz olması kontrol gerekçesi yapılamaz. Burada insanlar siyah oldukları için değil, uyuşturucu sattıkları için kontrol edilirler. Eşit Muamele Yasasını kamu hizmetine genişletmek zorunludur. Avrupa Komisyonu Almanya’dan etnik profil oluşturma konusunda bir rapor talep etti. Devlet kurumlarından tık bile gelmedi. Ya İçişleri Federal Bakanı? Ülkeyi zikzak içinde gezdirip duruyor, dün söylediğinden bugün vazgeçiyor. Ona göre polisin ırksal profile bağlı olarak siyah veya koyu tenlilere ayrımcı davranması yasak olduğuna göre bu konuda araştırma yapmak, rapor hazırlamak da gereksizdir. Bu mantığa göre vergi kaçakçılığı yasak olduğundan vergi kaçıranlara yönelik soruşturma ve araştırma yapmak da gereksizdir. Aşırı sağ ve aşırı sol da yasak olduğuna göre Anayasayı Koruma Kurumu’nun bu konuda araştırma yapması ve rapor yayınlaması da gereksizdir.
İçişleri Bakanı Seehofer, polisin ırksal profille kontrol yapıp yapmadığının araştırılmasını engelleyerek bir suçun üstünü örttüğü izlenimini vermekte ve korumak istediği polisleri de şaibeli hale getirmektedir. Federal Suç Dairesi polisleri adına yapılan açıklamada da belirtildiği gibi, kamu alanında şeffaflık zorunludur, nerede yapılırsa yapılsın ırkçılığın üzerine gidilmelidir. Bunun için de hem araştırma ve rapor hem de cesur bir içişleri bakanına ihtiyacımız var.
(Çeviren: Semra Çelik)
SUNAK’IN ‘TEŞVİK PROGRAMI’ İŞÇİLERE KARŞI SALDIRIDIR
Charlie KIMBER
Socialist Worker
Maliye Bakanı Rishi Sunak’ın Çarşamba günü açıkladığı Yaz Bildirisi etkisiz yarım yamalak programlar ve işçi sınıfına saldırıların bir karışımı oldu. Bir “istihdam planı” sunduğunu söyleyen Sunak hükümet müdahalelerinin şimdiden “halkın gelirlerini büyük oranda koruduğunu” söyledi ve ekledi “İleride zorluklarla karşılaşacağız ve kimseyi geride bırakmayacağız”.
Bu bir saçmalık! Sunak’ın en büyük saldırılarından biri teşvik olarak adlandırdığı, şirketler için yaratılan “ücretsiz emek” havzaları. Hükümet, Ağustos’tan itibaren altı ay boyunca, 16-24 yaş arası 300 bin kadar gence asgari ücret ödeyecek.
Bu 1978’de uygulanan Genç Olanakları Programı, 1983’te açıklanan Gençlik Eğitim Programı ve 1997’de açıklanan Yeni Düzen Programları gibi ucuz emek dolaplarından biri. Genç nüfus, sosyal yardımlara dayanan sefil bir yaşama alternatif olarak, çok düşük maaşlarla çalışmaya zorlanıyor. Daha yüksek maaşlarla doldurulabilecek işleri doldurarak maaşlarda düşüşe de yol açıyorlar. Şirketler altı ay boyunca devletin verdiği fonları kullanıp, tam da gençlere kendisi maaş ödemesi gerektiği zamanda onlardan kurtulacaklar.
Daha önceki seferlerde bu tür programlara karşı çıkan sendikalar ise bu sefer sessiz. Kamu sektörü çalışanları sendikası UNISON genel müdürü Dave Prentis bu pakette “Gençler için çok şey var” derken Sendikalar Birliği TUC Genel Sekreteri Frances O’Grady “Teşvik programı iyi bir ilk adım dedi”. Yine kamu sektörü sendikası GMB geçici genel sekreteri John Phillips, paketin bütününü değerlendiren “Bakan’ın poliçelerini inceleyeceğiz fakat bugün çizilen ana hatlar iyi görünüyor” diye belirtti.
Bu beyanlar, işçilerin iyi bir iş garantilemesinin tek yolunun işverenlerin zenginleşmesi olduğunu savunan politik yaklaşımın yetersizliğini gizliyor. Tüm sistem patronları, rekabet edebilmek adına maaşları bastırmaya ve gerektiğinde işten atmalara zorluyor.
Teşvik programı aslında dizlerinin üzerindeki işçileri “tekmeleme” adımı.
Büyük bir ekonomik krizin eşiğindeyiz. Son aylarda devlet yardımlarıyla ayakta kalmayı başaran şirketler, bu destek ortadan kalkarken batabilir. Birçoğu maaşlarda kesinti, işten çıkarma ve kepenk indirmeye yönelecek.
Sunak’ın bahsettiği milyarlar o kadar da fazla değil. Sadece Mayıs ayında 55 milyar sterlin borç alan hükümet yaz ayları için 30 milyardan bahsediyor; yani okyanusta bir damla.
9 milyon işçinin maaşlarının yüzde 80’inin devlet tarafından ödendiği iş koruma programı Furlough Ağustos’tan itibaren azalacak ve Ekim’de sona erecek. Bu işçilerin ne kadarının işsiz kalacağından kimse emin değil.
Sunak işçileri geri çağıran şirketlere işçi başına bin sterlin ikramiye vaat ediyor. Fakat DHM Stallard Avukatlık bürosu yasal uzmanı Rustom Tata’nın da dediği gibi “büyük oranda işten çıkarmayı değerlendiren işverenler için bu anlamsız bir meblağ”.
Diğer önlemler ise acınacak halde yetersiz. Ağustos ayı boyunca pazartesi ve çarşamba günleri arası dışarıda yemek yiyenlerin, kişi başına azami10 pound olmak üzere, yemek hesaplarının yarısını devlet karşılayacak. “Yardım için dışarda ye” girişimi işverenlerin birçok işi ortadan kaldırmasına engel olmayacak. Turizm ve konaklama endüstrisine satılan ürünlerde KDV altı ay boyunca yüzde 20’den 5’e indirilecek; bu alkolde söz konusu olmayacak. Bundan en çok yararlanacak olanlar pahalı yemek yiyebilenler olacak.
Sunak’ın söyledikleri kadar hiç bahsetmedikleri de önemli. Asgari ücrette bir artış, evden çıkarmaların engellenmesi ya da tavan kira konularında uzun dönemli bir plan, Universal Credit, hastalık ödemesi ve çocuk yardımı gibi sosyal yardım ödemelerinde bir iyileşme; bunların hiçbiri gerçekleşmedi.
Korona virüs koşulları kötüleşebilir ve Muhafazakarların beceriksiz yönetiminde bunun olasılığı bayağı yüksek.
Gerçek bir iyileştirme planı, insanların ihtiyaçlarını karşılama yönünde, sermayenin mantığından kurtulmuş, ekonominin büyük bölümünün doğrudan halk kontrolünde olduğu koşulları gerektiriyor. Pandeminin ilk günlerinde bundan bahsedilmişti, şimdi ise bunun için mücadele gerekiyor.
Bu da kavga etmeyi gerektiriyor; sendika liderlerinin teslimiyetini değil.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Evrensel'i Takip Et