Prof. Dr. Nejla Kurul: Uzaktan eğitim eşitliğe de uzak!
Prof. Dr. Nejla Kurul pandemi sürecinde uygulanan uzaktan eğitimi Evrensel’e değerlendirdi.
Fotoğraf: Evrensel
Elif Ekin SALTIK
Koronavirüs salgını, hemen tüm dünyada yüz yüze eğitime ara verilerek, uzaktan eğitime geçilmesine neden oldu. Türkiye de de ilk vakanın görülmesinin ardından tüm kademelerdeki okulların kapatılması kararı alındı ve Milli Eğitim Bakanı hızla uzaktan eğitime geçileceğini ilan etti.
Televizyon yayını, Eğitim Bilişim Ağı (EBA) içerikleri ve çeşitli uygulamalar yoluyla sürdürülen ‘uzaktan eğitim’, içerik açısından ne kadar nitelikli ve faydalı olduğu bir yana, öğrencilerin eğitime ulaşma konusunda yaşadıkları sıkıntılarla artan eşitsizlikler ve bu koşullarda yapılan sınavlarla tartışıldı.
AKP döneminde yazboz tahtasına çevrilen eğitim sistemi pandemi sürecinden nasıl etkilendi? Çocukları bundan sonra nasıl bir eğitim süreci bekliyor? Pandemi günlerinde eğitim nasıl planlanmalı? Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinden OHAL KHK’si ile ihraç edilen Prof. Dr. Nejla Kurul yanıtladı.
30 MİLYAR DOLARLIK BAŞARISIZLIK HİKAYESİ
Pandemi öncesinde, eğitim sistemimiz böylesi bir olağanüstü döneme ne kadar hazırlıklıydı? Bugüne kadar geliştirilmiş eğitim politikaları pandemi sürecindeki ihtiyaçları karşılayabilecek düzeyde miydi?
Pandemi öncesi eğitim ile pandemi sonrası uzaktan eğitimi eleştirel biçimde ilişkilendiren en etkili sözcük FATİH Projesidir. Proje 2011’de başladı, şimdilerde ise çökmüştür. Eğer bu proje dijital eşitsizliği ortadan kaldırmak ve kamu yararına bir uygulama olarak yapılandırılmış olsaydı salgın sürecine daha hazır bir okul sisteminden söz edebilirdik.
Bu proje zamanın yetkililerinin sözleriyle (MEB Müsteşarı Yusuf Tekin) 30 milyar dolarlık başarısızlık hikayesidir. Bu otuz milyar dolar zamanında eşitliği gözeten bir anlayışla okulları bilişim teknolojilerini güçlendirmek için kullanılsa idi, okullar salgın sonrası bir uzaktan eğitime daha hazırlıklı olacaktı. Elde neyin kaldığı bilinmiyor.
Pandemi öncesi eğitim, esnek çalışma ve güvencesiz istihdam adımlarının atılmaya başladığı ve OHAL dönemi KHK’leri ile epey yol alındığı bir dönemdi, OHAL sonrasında da işten çıkarmalar devam etti.
Eğitim alanı tüm farkların/farklanmaların birlikte yaşadığı çoğulcu bir alan hiç olmadı ama bu dönemde öğretmenler ve öğrenciler üzerindeki tehdit çok daha büyüdü. Konuşmak hatta farklı düşünmek riskli bir durum haline geldi. Okul özdeşlikler, sabitlikler yeri oldu: Müslüman-Türk kimlik sabitliği içinde paragmatist dindar birey yetiştirme mekanı.
Ülke yönetiminin tepesine yerleştirilen Saray, tabandan gelen sesleri dinlemeden her konuda karar aldığı için, devletin sivil toplumun üzerine çöktüğü zor bir dönemi yaşadık, okullar ve üniversiteler bu sürecin dışında kalamadı. Artık ne öğretmenler, ne ebeveynler ne de öğrenciler eğitim hakkında söz kurabiliyor. Bu durum sivil toplumun genel zekasına yapılmış çok büyük bir haksızlıktır. Pandemi süreci de bu yönelimin devamını getirdi. Bununla birlikte toplumun tabanında iktidarın öngöremediği eylemler, yaratıcı düşünceler, karşılaşmalar, yan yana gelişler bedeli ağır olsa bile söz konusu olabiliyor.
DİJİTAL EŞİTSİZLİK SINAVLARIN MEŞRUİYETİNİ ZEDELEDİ
Pandemi ile birlikte eğitim bürokrasisinin krizi yönetme biçimini, bu konuda iktidarın önerdiği çözüm politikalarını eşitlik, demokrasi, erişilebilirlik ve toplumsal fayda açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Eğitim bürokrasisi salgın sonrasında bizleri şaşırtmadı, bildiği gibi yönetti. Yani kararlarına kimseyi ortak etmedi. Bırakın eğitim bürokrasisini, Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği yönetiminden kimseyi Bilim Kuruluna dahil etmedi. Bu yönelim eğitim alanında da devam etti, öğretmenler ve sendikaları Kovid-19 önlemleri oluşturulurken karar süreçlerinden dışlandılar. Salgın günlerinde öğrenciler için evlerde yapılabilecek yaratıcı, cesaretlendirici, destekleyici programları özendirmek isteyen Eğitim Sen’in çabalarının, şaşkınlık içinde engellendiğini gördük. Yapılan şey şu idi: Gökkuşağı çizmek ve pencereye asmak. Olağanüstü dönemlerde sivil toplumun gücünün açığa çıkmasına izin verilmediği anlamına geliyor; Türkiye giderek otoriterleşiyor, toplumu da “Artık yeter!” aşamasına getiriyor.
Milli Eğitim Bakanlığının önlemler konusunda öncelemesi ya da merkeze koyması gereken konu uzaktan eğitimde eşitliği sağlamak iken bunu yapmadı. Yani öğrencilerin evde öğrenme deneyimleri daha eşit hale getirilmedi. MEB, bu konuda verili koşullarla yetindi. İnternet erişimi olmayan evlere internet erişimi sağlanabilirdi, akıllı telefon, tablet ve bilgisayar olmayan evlere bu eğitim araçları sağlanabilirdi. Bunlar yapılmadı. Televizyonun dahi olmadığı evler olduğu gerçeğini Milli Eğitim Bakanından öğrendik. Evdeki tek akıllı telefonla okuyan birkaç kardeşi olan çocuklar uzaktan eğitime katılmaya çalıştılar. Bu nedenle Türkiye’de açık bir dijital eşitsizlik sorunu ortaya çıktı ve bu sorun uzaktan eğitimi sekteye uğrattı. Bu eşitsizlikler, yapılan merkezi sınavların bana kalırsa meşruiyetini zedeledi.
Böylece uzaktan eğitimde televizyon kanallarının ayarlanmasında hâlâ sorunlar yaşanıyor. Çalışmak durumunda olan, özellikle kırsal bölgelerde bulunan öğrenciler, uzaktan eğitimden neredeyse hiç yararlanamıyorlar. Bilgisayarı olmayan, internet bağlantısı bulunmayan evlerde öğrencilerin EBA kullanımı mümkün olmuyor. Uzaktan eğitimdeki ders içerikleri, sunuş şekli nitelikli değil ve hızı yeterli değil. Uzaktan eğitim, başta Kürt ve Suriyeli çocuklar, engelli çocuklar, yoksul çocuklar olmak üzere belli toplumsal kesimleri yok sayarak sürdürülüyor.
EĞİTİMİN BİLEŞENLERİ SÜRECİ BİRLİKTE PLANLAMALI
Ekmek ve Gül’e gelen mektuplar ve yazılarda, kadınlar, sözünü ettiğiniz sıkıntılardan sıklıkla söz ettiler ve geleceğe dair kaygılarının yükseldiğini anlattılar. Bu arada okulların 31 Ağustos’ta açılacağı açıklandı. Okullar, hijyen, izleme ve psiko-sosyal destek alanındaki çalışmalar açısından açılmaya hazır mı?
Okulların 31 Ağustos’ta açılacağı söyleniyor, ne var ki pek çok şey pandeminin seyrine bağlı. MEB’in ve Sağlık Bakanının açıkladığı önlemler, aileleri ikna etmiş görünmüyor. Okulların açılış tarihiyle ilgili açıklamalarda bulunan Türk Tabipler Birliği Başkanı Sinan Adıyaman, “Siz sokaktaki insanı denetleyemiyorsunuz okullar açılırsa öğrencileri nasıl denetleyeceksiniz? Umarım okulların açılması kararı özel okullara yapılacak ödemelerle ilgili değildir!” dedi. Bu yorum ebeveynlerin dikkatinden kaçmamalı. İlgilenilen şey toplum sağlığı mı yoksa ekonomik yararlar mı?
Özellikle okul öncesi eğitim ve ilkokullarda yaşları küçük ve enerji dolu çocukların fiziksel mesafeye uymaları, maske takmaları ve temizliğe dikkat etmeleri çok güç gözüküyor. Okullar öğretim işlevini bir süre askıya alarak salgın koşullarında yaşamanın eğitimini alacak gibi görünüyorlar.
Çocukların hasta olduklarında okula gelmemeleri, sınıfın içinde fiziksel mesafe ile oturmaları, araç gereç alışverişinde bulunmamaları, birbirlerine sarılmamaları, öksürürken ağızlarını kapatmaları, koridora sırayla çıkmaları, yetersiz olan tuvaletleri sıra ile kullanmaları, beyaz sabunla ellerini 2-3 dakika yıkamaları, okuldan birbirlerine temas etmeden ayrılmaları gerekecek. Öğretmenlerin dezenfektan ve ıslak mendilin yetmeyeceğini hem öğrencilere hem de ebeveynlere anlatması, sıklıkla sınıfı havalandırmaları gibi uygulamaları eğitim pratiğinin vazgeçilmez eylemi haline getirmeleri gerekecek.
Sınıflardaki öğrenci sayılarını azaltmak doğru bir yol olsa da bunun hayata geçmesi için MEB’in bu dönemde yeni kaç okul ve derslik inşa ettiğini eğitim kamuoyuna açıklaması gerekiyor. Bugüne dek Bakanlığın yeni derslik ve okul inşa ettiğine dair bir açıklamasını işitmedim. Yeni derslikler yapılmazsa, ikili öğretim seçenekleri düşünülmeden ya da okula geliş günleri seyreltilerek planlama yapılmadan bu süreç atlatılamaz.
MEB’in eğitimi, salt salgın günlerinde değil, genel anlamda dijital ortamda yapmak gibi bir niyeti olduğunu Sağlık Bakanından öğreniyoruz. Bu eğitim ve öğretim programlarının artan biçimde merkezileştirilmesi anlamına geliyor. Oysa kriz dönemleri, eğitim bileşenlerinin ve özellikle sivil toplumun gücünün, yaratıcı kapasitesinin, yapabilirliklerinin açığa çıkarılması gereken günlerdir. Bu nedenle kimi merkezi çalışmaların yanı sıra ağırlıklı okul bileşenlerinin kriz yönetimine demokratik biçimde dahil olması gerekiyor.
Yüz yüze ve uzaktan eğitimin salgın dönemi koşullarını dikkate alarak birbirini tamamlayacak biçimde yürütülmesini en iyi planlayacak olanlar okulun bileşenleridir, yani öğretmenler, ebeveynler ve velilerdir. Televizyondan konuşmalar yaparak sokaktaki insanları etkileyemezsiniz. Yerel düzeyin sorunlarını dikkate alan katılımcı mikro politikalar kararların uygulanma düzeyini yükseltir. Bakanlık genel kararlar alabilir, okullara güçlü finansal destek, bilişim teknolojileri desteği sağlayabilir, ama yerel düzeyde salgınla baş etme okul içi demokrasi yoluyla okullarda uygulamaya geçirilir. Eğitim bölgesi koşullarını tanıyan okullar, eğitimin tüm bileşenleri salgın yönetimini birlikte planlamalıdır.
EĞİTİMİN OLANAKLARI ÜZERİNE HEP BİRLİKTE TARTIŞMALI VE İKTİDARI ZORLAMALIYIZ
Peki, bundan sonrası için ne öneriyorsunuz, bu salgın günlerinde eğitim alanında neler yapılabilir?
Öğretmenler, ebeveynler ve öğrenciler, sağlıkları ve yaşamları konusunda tetikte olmalılar. Sürekli yukarıdan gelecek talimatları beklemek ve izlemek yerine kendi güç, yeti ve yaratımlarımız ile uzaktan ya da yüz yüze eğitimin olanakları üzerine duygu, bilgi ve eylemlilikler üretebiliriz. Yani salt talep siyaseti değil, eğitim ve okullar yoluyla hep birlikte nasıl gelişebileceğimiz konusunda tartışmalar yürütmeli ve iktidarı uygulama konusunda zorlamalıyız. Okullar bizlerin müşterek varlıklarıdır, bu mekanlara yabancılaşmak yerine, yaşam alanımız olarak buralarda etkin bireyleşmeler, bedenselleşmeler, karşılaşmalar içinde olabiliriz. Bu dönemde öğretmenlerin ebeveynlerle ve öğrenciler ile geliştirici, güçlendirici ve nitelikli ve yaygın etkileşimleri çok önemlidir.