İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak, kadınların canıyla uğraşmaktır
İstanbul Sözleşmesi’nden bir “öcü, aile yıkan şeytan” yaratma çabasını yıllardır ilmek ilmek örüp sonra da ‘Halkımız istemiyor’ demek akılla dalga geçmektir.
Fotoğraf: MA
İlke IŞIK
Avukat
Bu ülke halkın ne düşündüğünü önemsemeyen siyasetçilerin ülkesidir. Yıllardır böyledir, “Aman da halkımız böyle düşünüyor, biz hemen gereğini yapalım” diye düşünen bir iktidar hiç olmadı.
18 yıllık iktidarında AKP bu konudaki çıtayı daha da yükseltti. Halkın çığlıklarını, feryatlarını hiç önemsemedi, bunu önemsemeyeceğini ilan etmekten de hiç çekinmedi. Pandemi döneminde “ücretli izin” talebi geniş kesimlerin en büyük talebiydi, kulak tıkandı. Kıdem tazminatının fona devredilmesi /kaldırılması ülkedeki tüm işçi emekçilerin tartışmasız istemediği bir şeydi. Bu meseleye ilişkin “işçi kardeşlerimiz ne diyorsa o” asla denmedi, “aranızda halledin” diyerek işçiler patronların insafına bırakıldı (biliyoruz ki bu, patronların yanında saf tutmaktır.) Yeri, yurdu, doğası talan edilen köylülerin feryatları dikkate alınmadı. Üçüncü havalimanına dair bilim insanlarının önerileri ciddiye alınmadı. Çoklu baro yasası ülkenin tüm barolarının ve neredeyse bütün avukatların itirazlarına karşın geceli gündüzlü çalışmayla Meclisten geçirildi.
Örnekleri sayısız biçiminde çoğaltabiliriz.
Ama bir mesele var ki “halkın itirazları” konusunda iktidar çok hassas. Bu meselenin İstanbul Sözleşmesi olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım. Türkiye’nin övünerek imzaladığı ve kadına yönelik şiddeti tüm boyutlarıyla ele alan, devlete önlenmesi noktasında sorumluluk yükleyen sözleşme, birkaç yıldır “Türkiye, Sözleşme’den imzasını çeksin” denilerek tartışılıyor. Geçtiğimiz günlerde de AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “İstanbul Sözleşmesinden çıkabiliriz” açıklaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “halk istiyorsa kaldırın” sözleriyle saldırılar iyice somutlanmıştı. Salı günü AKP’nin MYK toplantısında Sözleşme’nin gündeme getirildiği ve kaldırılması için düğmeye basıldığı haberleri geldi. Türkiye gazetesinde yer alan haberde toplantıda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bulgaristan, Hırvatistan ve Macaristan’dan örnekler vererek Türkiye’nin de Sözleşme’den çekilmesi gerektiğini anlattığı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının netleştiği yazıldı. Tarih ise ağustos ayı olarak ifade ediliyor.
Gelinen aşama gerçekten vahimdir. Kadınlara ilişkin her türlü ayrımcılığı engelleme konusunda devletlere sorumluluk yükleyen, kadına yönelik şiddeti engellemeye dönük önlemler ve devletlere yönelik somut görevler biçen bir uluslararası sözleşmeden neden çıkılmak istenir gerçekten?
Kadına yönelik şiddetin bu kadar yoğun olduğu, şiddetin kadınların yaşadığı en temel sorun olduğu gereğinin değişmediği, çocukların cinsel istismarının ürkütücü boyutlarda arttığı, kız çocuklarının evlenmesinin, anne olmasının adeta teşvik edildiği bir ülkede İstanbul Sözleşmesi’nin sorun haline gelmesi nasıl anlaşılabilir?
İstanbul Sözleşmesi’nden bir “öcü, aile yıkan şeytan” yaratma çabasını yıllardır ilmek ilmek örüp sonra da “Halkımız istemiyor” demek ve buna inanmamızı beklemek hakikaten akılla dalga geçmektir.
Madem halkımıza sormaya çok hevesli iktidar sahipleri; o vakit kadınlara bunları sorsun bakalım:
- Kadınlar şiddete ilişkin tamamen korumasız kalmak ister mi? Bu konuda 6284 sayılı Kanun dahil, yasal düzenlemelerin kaldırılması ya da etkisizleştirilmesini desteklerler mi mesela?
- Kadın ve erkeğin hayatın her alanında eşit olmasına ilişkin devletin önlemler almasını, uygulamalarını bu kurallar çerçevesinde yapılmasını istemez mi kadınlar?
- Kadın cinayetlerinin sona ermesini, her kadının bu ülkede ölüm korkusu olmadan yaşamasını hangi kadın istemez acaba?
- Kız çocuklarının eğitim hakkından eşit olarak yararlanması, çocuk yaşta evliliklerin son bulmasını, çocuk istismarının hayatlarımızdan tamamen çıkmasını istemeyen biri var mıdır acaba ülkede?
- Her kentte yeterli sayıda sığınmaevi, danışma merkezi kurulmasına, kadınların yalnız başına yaşayabilecekleri olanakların tamamının devlet tarafından sağlandığı bir ülkeye kim itiraz eder ki?
- Ölüm ve şiddet korkusu olmadan boşanmak, sevgiliden ayılmak, bir erkeği reddetmek günlük hayatın neden bir parçası olmasın?
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu Sözleşme’den imzasını çekmesi demek kadına yönelik şiddete karşı yükümlüklerinden kurtulması demektir. Bunun tartışılmasına dahi izin verilmemesi gerekirken “Çekeriz imzamızı, olur biter” demek, daha çok kadının ölmesi, daha çok çocuğun istismara uğraması, erken yaşta evlendirilmesi anlamına gelecek. AKP tam da bunu yapmak üzere çok ama çok tehlikeli adımlar atıyor. Sırada çocuk istismarına evlilikle affın, boşanma sürecinde ve şiddet davalarında arabulucu getirilmesinin, nafaka hakkının ortadan kaldırılmasının, boşanmaların engellenmesinin olduğunu biliyoruz. Çünkü AKP, yıllar önce Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu raporu ile kadın hakları bakımından yol haritasını açıklamıştı. Ve o rapor kadınlar tarafından “kadın haklarının sıfırlanması”nın belgesi ilan edilmişti.
Hükümet İstanbul Sözleşmesi ile uğraşarak aslında kadınların, LGBTİ’lerin ve çocukların canıyla uğraşıyor. Kadın erkek eşitliğine inanmayan bünyesiyle bu ülkeyi kadınların nefes almasının olanaksız hale geldiği bir yer haline getiriyor.
Hâlâ anlamadı iseniz o zaman bir kez daha söyleyelim; bu ülkenin kadınlarının böylesi can alıcı bir meselede susacağını, korkup bir kenarda durup kaderine razı olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Hayatlarımızdan ve haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz!