"Kadınların canları ve hakları pazarlık konusu değildir"
TCK 103 Çocuk İstismarına Karşı Kadın Platformu’ndan Avukat Hülya Gülbahar, İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırıları ve Türkiye’nin Sözleşme’den çekilmek istemesini değerlendirdi.
Fotoğraf: MA
Elif Ekin SALTIK
Sevda KARACA
Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi, salı günü AKP MYK’sinde gündem oldu, Sözleşme’nin kaldırılması için düğmeye basıldığı, ağustos ayında Türkiye’nin Sözleşme’den çekilmesi için adımlar atılacağı bilgileri geldi.
2011 yılında imzalanan ve kadına yönelik şiddete karşı imzacı devletlere önemli sorumluluklar yükleyen İstanbul Sözleşmesi uzun bir süredir saldırı altında. Aralarında dini dernek ve vakıflar, nafakanın kaldırılmasını isteyen yapılar, çocuk yaşta evliliği “dini bir hüküm” olarak gören cemaatlerin olduğu bir kesim sözleşmeyi Ailenin dağılması ve boşanmalardan’, ‘Ahlak yoksunluğundan’ sorumlu tutmuş, ‘Eşcinselliğe teşvik ediyor’ diyerek kadına yönelik şiddete karşı yükümlülükler getiren sözleşmeyi hedef tahtasına koymuştu.
Geçtiğimiz günlerde de AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkabiliriz” açıklaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Halk istiyorsa kaldırın” sözleriyle saldırılar iyice somutlanmıştı. Salı günü AKP’nin MYK toplantısında Sözleşme’nin gündeme getirildiği ve kaldırılması için düğmeye basıldığı haberleri geldi. Türkiye gazetesinde yer alan haberde toplantıda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bulgaristan, Hırvatistan ve Macaristan’dan örnekler vererek Türkiye’nin de Sözleşme’den çekilmesi gerektiğini anlattığı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının netleştiği yazıldı. Tarih ise ağustos ayı olarak ifade ediliyor.
Her kesimden kadın örgütü ise Sözleşme’nin kırmızı çizgi olduğunu ve bu saldırılara karşı mücadele edeceklerini söylüyor.
"SÖZLEŞMEYİ SAVUNMAK EŞİT VATANDAŞLIK HAKKINI SAVUNMAKTIR"
İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırıları ve Türkiye’nin Sözleşme’den çekilmek istemesini değerlendiren Eşitlik İzleme Kadın Grubu ve TCK 103 Çocuk İstismarına Karşı Kadın Platformu’ndan Av. Hülya Gülbahar “Sözleşme şiddeti önlemek isteyen devletlerin izlemesi gereken yol haritasını ve kurması gereken mekanizmaları göstermektedir. Sözleşme’den çıkmak demek ‘Kadına karşı şiddeti önlemeyeceğim; çünkü, devlet ve toplum olarak benim dini inancım, kültürüm, geleneklerim ve göreneklerim, kadınlara ve kız çocuklarına karşı uygulanan erkek şiddetini doğal, meşru erkek ve kadın fıtratının bir gereği olarak görüyor’ demek ve bunu bütün dünyaya ilan etmek demektir” diye konuştu.
Sözleşme’nin ana felsefesine de değinen Gülbahar, “Sözleşme, şiddetin tarihsel, toplumsal ekonomik ve siyasal anlamda kadınlarla erkekler arasındaki güç eşitsizliğinden kaynaklandığını tespit etmesi ve toplumda her alanda kadın erkek eşitliği sağlandığı takdirde şiddetin azalacağını, eşitsizlik arttığı takdirde şiddetin aratacağını vurgulamaktadır. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi kadına karşı şiddeti kadınlar ve erkekler arasındaki fiziksel güç farklılıklarına, alkol bağımlılığı, psikolojik rahatsızlıklar gibi bireysel sorunlara indirgememekte ve fıtrat, yaradılış farklılığı gibi konulara bağlayarak sabit değişmez mücadele edilemez önlenemez bir olgu olarak görmemektedir” dedi.
"AİLEDEN BAŞLAYIP TEK BİR REİSE GİDEN MODEL YARATILMAK İSTENİYOR"
Sözleşmenin felsefesinin ve ön gördüğü bütünsel politikanın omurgasını, hayatın tüm alanlarında kadın erkek eşitliğini sağlamanın oluşturduğuna işaret eden Gülbahar, Sözleşme karşıtlarının en çok karşı çıktıkları noktanın da kadınlarla erkeklerin eşit olduğu fikri olduğunu söyledi: “Aileyi ve toplumu ifsada uğratacağını, parçalayacağını, yok edeceğini söyledikleri konu kadınlar ve erkeklerin eşit olması fikridir. Bu Sözleşme’ye karşı çıkarken, asıl karşı çıktıkları, kadın erkek eşitliği ilkesidir. Kadınlar da zaten Sözleşme’nin a maddesi, b maddesi yerine Sözleşme’deki bu eşitlik ruhuna sahip çıkmaktadır. ‘Toplumsal cinsiyet eşitliğine karşıyız’ diye ilan ettikleri noktada aslında hem kadın erkek eşitliğine hem de toplumdaki tüm vatandaşlar arasındaki inanç, etnik köken, dil, din, felsefi görüş, doğum yeri medeni hal vb. konularda eşitlik, ayrımcılık yapmama ilkelerine de karşı çıkmış oluyorlar. Kısacası sadece kadın erkek eşitliğine değil eşit vatandaşlık ilkesine de karşılar. Hiyerarşik olarak bölünmüş herkesin astı ve üstü olduğu bir toplum modelini savunmaktalar. Bu modelin en altında ise kadınlar ve hatta onun da altında çocuklar bırakılmaktadır. Ailede, toplumda ve devlette küçük reislerden başlayıp tek bir reise giden reisli bir model cansiperane savunulmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak sadece kadına karşı şiddetin önlenmesi için değil kendi eşit vatandaşlık hakkını savunmak için de tüm erkekler açısından önemlidir.”
TEMEL İNSAN HAKLARI TARTIŞMAYA DAHİ AÇILAMAZ
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın Anayasa’daki eşitlik ilkesinden, şiddeti önleyen yasalar dahil parça parça kadın erkek eşitliği ve kadına karşı şiddeti önleme politikasından devlet olarak vazgeçildiğinin ilan edilmesi anlamına geldiğini vurgulayan Gülbahar, “İstanbul Sözleşmesi bir kadının insan hakları belgesidir. Kadının insan hakları konusunun pazarlığı olmaz. Kadının insan haklarını pazarlığa açmak demek inançlar bahane edilerek budanmasını istemek demektir.Genel olarak tüm temel insan hakları belgelerine karşı savaş açmak demektir. İnsan hakları belgeleri ister bir Avrupa ya da ABD kentinde ister Asya’nın herhangi bir kentinde isterse iki kıtanın buluştuğu İstanbul’da imzaya açılmış olsun, Doğu’nun ya da Batı’nın bir icadı değil dünya yüzündeki devletlerin imza tarihinde vardıkları mutabakatı yansıtan evrensel uzlaşma metinleridir. Dolayısıyla imzaladığı yere ve ilk imzalayan ülkelere bakılarak, Batı karşıtlığı gibi algı operasyonları yapılarak temel insan hakları tartışmaya açılamaz” şeklinde konuştu.
ŞİDDETE KARŞI EN KAPSAMLI SÖZLEŞME
2011 yılında “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 13 ülke tarafından imzalandı, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. İstanbul’da imzaya açıldığı için, İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan sözleşme, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, erkek şiddetinin önlenmesi, şiddete karşı tedbir alınması, şiddete maruz kalan kadınların zararlarının tazmin edilmesi ve şiddet uygulayan kişilerin şiddet eylemi ile orantılı cezalar ile cezalandırılması konusunda taraf devletlere pek çok yükümlülük getiriyor.
Sözleşme bugüne kadar kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin en kapsamlı tanımlamaları yaparak, Sözleşme’nin güvence altına aldığı hakların yerine getirilmesi bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmayacağını söylüyor. Kadına yönelik şiddet, ayrımcılığın bir biçimi olarak fiziksel, cinsel, psikolojik olarak ıstırap verebilecek her türlü eylem, bu eylemler ile tehdit etme, zorlama ve keyfi olarak özgürlüğünden alıkoyma olarak ifade edilirken, “Ev içi şiddet, ev içinde veya hanede, aynı evde yaşıyor olma, eski veya şimdiki eşler, partnerler arasında olup olmamasına bakılmaksızın her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddettir” denilerek tanımlanıyor.
Sözleşmeyi hedef tahtasına koyanlar metinde geçen “toplumsal cinsiyet eşitliği” ,”cinsel yönelim”, “toplumsal cinsiyet kimliği” gibi kavramların “milli, yerli ve dini değerlere uygun olmadığını” iddia ederek bu sözleşmenin kadın-erkek arasındaki ilişkiyi bozarak aileyi yıktığını iddia ediyorlar.
"9 YILDA NE DEĞİŞTİ?"
AKP İÇİNDE DE ÇEŞİTLİ İTİRAZLAR VAR
İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi AKP içinde de tartışma yaratmış görünüyor. AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un İstanbul Sözleşmesi ile ilgili “İmzalanması yanlıştı”, “Nasıl imzalanmışsa, usulü yerine getirilerek çıkılır” sözlerinin ardından, İstanbul Sözleşmesi’nin izlenmesi için Meclis Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Canan Kalsın’ın görevi değiştirildi. Kalsın; “9 yılda ne değişti? 9 yıl sonra niye günah keçisi haline geldi? Bu kadar suç ve suçlunun olduğu bir yerde her şeyin suçlusu bir sözleşmeymiş gibi algılamak ve algılatmak hangi oyunun/algının ürünü?” demişti.
9 Temmuz’da Habertürk’ten Kübra Par’ın sorularını yanıtlayan AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin, “İstanbul Sözleşmesi ile ilgili sağlıklı bir konuşma yapacak zemine gelmediğimizi düşünüyorum. Demek ki toplumumuzda bu sözleşmeden rahatsız bir grup insan var. Ama onların rahatsız olduğu şeyler bu sözleşmede yazmıyor. Nafaka şikayetleri yazmıyor. Eşcinsel evliliklerin onaylandığı yazılıyor bu sözleşmede. Belki 20 defa okudum yazmıyor. Terminoloji ile ilgili itirazlar olabilir. Artık İstanbul Sözleşmesi içindekilerden bağımsız olarak bütün itirazların toplandığı havuza dönüştü. Benim arzum sağlıklı zeminde konuşalım. Bu sözleşmenin varlığı, yokluğu kadınlarla alakalı meselede asla geri gidişe sebep olmayacak diye düşünüyorum. Buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Türkiye’de kadın meselesi için çalışan çok fazla kadın varız. Hayatımız farklı olabilir ama muazzam benzerliklerimiz var. Bir araya gelelim.” dedi.
Oda TV’nin haberine göre Sözleşme’den çekilmenin tartışıldığı MYK toplantısında üyelerin büyük çoğunluğu çekilme yönünde görüş bildirirken Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ve AKP Grup Başkan Vekili Mehmet Muş’un da aralarında bulunduğu bazı isimler Sözleşme’den çıkmanın doğru olmayacağını savundu. MYK üyelerinin bazıları da orta yol olarak sözleşmeden çıkmak yerine, ‘niyet beyanı’ ile hangi maddelerin uygulanmayacağının belirlenmesini istedi.