AKP’nin İstanbul Sözleşmesi’yle imtihanı: Kadınların ‘gelecek’ savaşı!
AKP iktidarı, kadınların elinden İstanbul Sözleşmesi’ni aldığı zaman, kadınların düzene karşı mücadelelerinde bir kırılmaya yol açacağını, kadınların sesini zayıflatacağını hesaplıyor.
Fotoğraf: Evrensel
Cevriye AYDIN
Avukat
AKP iktidarı, 2014 yılında İstanbul’da imzalanan ve onaylanan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi (orijinalinde ev içi) Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden caymak istiyor. Aradan 6 yıl geçtikten sonra ciddi ciddi Sözleşme’deki imzayı çekmek için konuyu kamuoyunda ısıtmaya çalışıyor. Aslında AKP’nin imza ve onay verdiği için pişman olması değil, 6 yıl öncesini hatırlarsanız, öyle bir Sözleşme’ye hem de ilk imza ve onayı vermesi şaşırtıcı idi.
AKP İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ NEDEN İMZALAMIŞTI?
Sözleşmedeki imza ve onay, AKP’nin henüz Kürt Sorunu Açılımı’ndan çark etmediği ve geniş toplum kesimlerinin hararetli desteğini ayakta tutabildiği bir dönemin eseri idi. AB ile daha güçlü bağlar kurma umutlarını terk etmediği bir dönemin konjonktürel ve taktik adımlarından biri idi, İstanbul Sözleşmesi’ne verilen gözü kapalı onay.
İktidara geldiği 2002 yılındaki özgürlükçü söylemlerine, demokrasi havariliğine, “3 Y’yi ortadan kaldıracağız: yasaklar, yoksulluk, yolsuzluk!” vaatlerine inanmak isteyen önemli bir kesim vardı. Bunun yanında, ta baştan AKP’nin bir ‘gizli ajandası’ olduğuna inananlar ve bu halkçı-özgürlükçü dil ve üslubun “takiyye” olduğundan kuşku duyanlar vardı;
Geldiğimiz yerde haklı çıktılar.
SÖZLEŞMENİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ ORTADAN KALKINCA DİĞER HAKLAR DA TIRPANLANACAK
AKP adeta, bir gizli ajandanın nihai hedefine ulaşması için gerekli taşları tek tek döşüyor. Öncesindeki tek adam kararnameleriyle ve TBMM’de parmak hesabıyla yapılan değişiklikleri de hatırda tutarsak, çok kısa bir süre içinde yapılan değişiklikler ulusal ve uluslararası alanda stratejik değişimlere kapı aralıyor.
Nedir bunlar?
Baroların tasfiyesi için yasa çıkarıldı.
Ayasofya, cami statüsüne ‘kavuşturuldu’.
İktidarının ilk birkaç yılı hariç, Türkiye’deki kadın dokusunu değiştirmek; sosyal alanda özgürce mücadele bilincine sahip, kendisi ve geleceği hakkında söz söylemeye ve eyleme geçmeye hazır, ülkesi ve dünyanın kaderine müdahil olma talebini haykıran, okumuş ve çalışan kadın tipinden ve aynı zamanda böyle bir ‘rol modelden’ tamamen kurtulup, din uğruna hak ve özgürlüklere göz yuman, eğitiminden, işinden, kendi geleceği hakkındaki haklarından vazgeçmiş, adeta kendi idam fermanını imzalamaya gönüllü kadınlar kuşağı yaratmak için çok özel saldırılar, manevralar gerçekleştirdi. İmam nikahından kürtajın yasaklanmasına, çocuk istismarına, çocuk evlilik sorunundan, evli çiftlerin kaç çocuk sahibi olacağına, kadınların ne giydiğine, neye güldüğüne, ne zaman nerede dolaşacağına kadar özel-mahrem alan sayılan ev içindeki hayatından, sokaktakine kadar her bir adımını denetim altına almak istiyor, AKP iktidarı...Ve elbette, bu yolda atılacak en stratejik, adım; kadına ve çocuğa yönelik şiddetin, tacizin, tecavüzün akıl almaz boyutlarda arttığı bir zamanda 6284’ü yürürlükten kaldırmak, Medeni Kanun’un boşanma halinde çocuklara iştirak, kadınlara yoksulluk nafakası olarak süresiz ödeme yükümlülüğü getiren hükümlerini kadınlar ve çocuklar aleyhine değiştirmek, ve en ‘önceliklisi’ İstanbul Sözleşmesinin yüklediği bütün yükümlülüklerden tamamen ‘kurtulmak’…
6284 sayılı Şiddetin Önlenmesi Yasası, nafaka konusu ve İstanbul Sözleşmesi üçlü bir “paket” olarak kadınların bugünün ve geleceğin toplum hayatındaki ilerici-devrimci siyasal ve sosyal etkisini, ezilenlerin yarısını oluşturan bilinçli bir özne olarak oynayabildiği değiştirici, devrimci rolü tamamen ve –mümkünse- geri dönüşsüz bir şekilde tarihe gömmenin kolay formüllerini içeriyor.
ÖNCELİK İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDE, ÇÜNKÜ…
AKP Cumhurbaşkanlığı Hükümeti İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerinden kurtulduğu zaman, bu “hukuki durum” 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Ailenin Korunması Yasası’nın da temel dayanağını çökertmiş oluyor. O zaman 6284’ü kaldırmak kolay olacak. AB’ye uyum için kadınlar lehine yapılmış, (başta Anayasa’nın 10. maddesi olmak üzere) bütün yasal düzenlemeleri “geri almak” da daha kolay olacak.
Zira, toplumun bilinçli, uyanmış, politik olarak etkin olan kadınlarının elinden İstanbul Sözleşmesi’ni aldığı zaman, AKP Cumhurbaşkanlığı Hükümeti, kadınların özel olarak şiddete, genel olarak her anlamda eşitsiz ekonomik sosyal düzene karşı mücadelelerinde bir kırılmaya yol açacağını, temel dayanaklardan birinin mücadele alanından çekilmesiyle, kadınların sesini keseceğini, en azından zayıflatacağını hesaplıyor.
Zira bilindiği gibi, “kadın meselesi” AKP’nin politik ve ideolojik argümanlarının koç başı. AKP için tek başına “kadın” diye bir özne yoktur; kadın sadece “aile” kurumunun kurucu unsurlarından biri olduğu için ve bu pozisyonuyla var olabilir. Onun dışındaki hiçbir gelecek tasarımında, hiçbir alternatif var oluş biçimi içinde tek başına var olan ve özne olan bir “kadın” kimliği yoktur.
Bu nedenle kadın, eril iktidarın egemen iradesi tarafından hayatın bütün alanlarında;aile içinde ve aile kurumunu güçlendirmeye hizmet(!) etmek için ‘var’dır. Bu role uygun bir şekilde konumlandırılması gereken bir “nesne” olduğu için, hali hazırda bu ‘ihtiyaca’ uygun bir doku oluşturmayan toplumun kadın nüfusunu ilelebet hizaya getirmek, başından beri AKP iktidarının ‘ütopyası’ olmuştur. Bu amaca ulaşmak için de her zaman bu amacı kerteriz alan bir istikamette adımlar atmıştır. En çarpıcı örneklerden biri “imam nikahı” konusundaki düzenlemedir.
KADINLARI YOK ETMENİN ÜÇ SAC AYAĞI
Muhtemel nafaka düzenlemesi, muhtemel 6284’ün ‘ilgası’ ve yolunu tamamen temizlemek için İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmek, AKP Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin fiilen uzun zamandır girdiği bu düzenlemelerin mevcut haline karşıt olan kendi gidişatına bir anlamda meşruiyet kazandırmanın da yolu olacaktır. Zira, bugün gündemleştirilmek istenen bu üç düzenlemeye dayanak oluşturan hükümet belgeleri, kadına yönelik şiddetle ilgili araştırma yapmak için yola çıkıp, “Boşanmanın Önlenmesi” raporuyla sonuçlanan TBMM Araştırma Komisyonu Raporu ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi süresince çıkarılan Cumhurbaşkanlığı yıllık programları, bu gelişmenin haberini verir mahiyetteydi. İstanbul Sözleşmesi’nin ve daha akut şiddet sorunları açısından bir uygulama yasası olan 6284’ün kapsamı ile bahsi geçen bu hükümet belgelerinin kapsamı İstanbul Sözleşmesi’yle tamamen zıt içeriklere sahip ve kadınların statüsünü tamamen zıt istikamete yönlendiren düzenlemelere sahiptir.
Boşanma Raporu ile Cumhurbaşkanlığı Programlarında kadına yönelik programın özünü oluşturan “çalışma”, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığının yürüttüğü “boşanmanın önlenmesi ve ailenin korunması” amacı çerçevesinde yürütülen “irşat” faaliyetleri “ailelere (yani kadına) nasihat” ziyaretleri”nden ibarettir. Zaten, AKP Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin de “kadın” başlığı altında öngördüğü başka bir önlem, program, gelişme yolu yoktur.
Oysa İstanbul Sözleşmesi, fiilen bu sistem içinde yüzde yüz gerçekleştirme olanağı olmasa da kadın cinsinin mevcut ve tarihsel eşitsizliğinin kaynaklarına objektif tanımlarla yaklaşan ve hükümetlere “kendilerine rağmen” uygulama yükümlülüğü getirdiği, mevcut duruma göre çok ileri amaç, hedef ve uygulama araçları oluşturmayı tarif eden bir sözleşmedir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ İLE İKTİDARIN ‘KADIN’ POLİTİKASININYAMAN ÇELİŞKİSİ
AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi’ni neden istemediğini anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Sözleşmenin girişine bakmak yeterli:
“… Kadınlarla erkekler arasında de jure(hukuki) ve de facto(fiili) eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğunun bilincinde olarak;
Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak;
Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak;
Kadınların ve genç kızların aile içi şiddet, cinsel taciz, ırza geçme, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadınların ve genç kızların insan haklarının ciddi bir 4 biçimde ihlalini oluşturan ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel olan kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kaldığının çok büyük bir kaygıyla bilincinde olarak;
Silahlı çatışmalarda sivil halkı ve özellikle de kadınları yaygın veya sistematik ırza geçme ve cinsel şiddet şeklinde etkileyen, devam edegelen insan hakları ihlallerinin mevcudiyetinin ve gerek çatışmalar esnasında gerekse çatışmalardan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artma potansiyelinin bilincinde olarak;
Kadınların ve genç kızların erkeklerden daha fazla oranda toplumsal cinsiyete dayalı şiddet riskine maruz kaldıklarının ve erkeklerin de aile içi şiddetin mağdurları olabileceğinin bilincinde olarak;
Çocukların, aile içi şiddetin tanığı olmak da dahil olmak üzere, aile içi şiddetin mağduru olduklarının bilincinde olarak; Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinerek… görüş birliğine varmışlardır:..”
Aslında, bu referanslarla düzenlenmiş bir sözleşmenin, AKP Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin “kadın” konusundaki gerek politik gerekse ideolojik duruşuyla, kabulleriyle, amaçlarıyla tamamen aksi yönde bir kadın politikası ve ‘ideolojisi’ gerektirdiği açık. Bugüne dek yaman bir çelişki söz konusu idi.
Önümüzdeki süreç, bu “yaman çelişki”nin nasıl çözüme kavuşacağını gösterecek bir süreç olacak. Daha önce, kadınlar aleyhine pek çok düzenlemenin kadınların mücadelesiyle geri çekilmesini sağladığı durumlar istisna değil. Bu kritik aşamada da kadınların geleceği bir yol ayrımına zorlanıyor. İstanbul Sözleşmesi, bu anlamda sadece bir sözleşme değil, kadınların kendi geleceklerini kurtarmanın da önemli bir aşaması olacak.