Sermaye için düşünen ve üreten üniversiteler
İktidar, üniversiteleri sermaye birikimi için düşünen, üreten araştırma merkezlerine çeviriyor.
Fotoğraf: Joshua Hoehne/Unsplash
Berfin Ezgi TATLI
YTÜ
70’lerden bu yana dünya genelinde uygulanmaya başlayan özelleşme ekseninde serbest piyasa ekonomisini esas alan neoliberal politikaların hayatın alanında etkisini farklı biçimlerde görürüz. Bilim de bilimsel bilginin üretimi de kuşkusuz bundan payını alan alanlardan biridir. Bunu daha net bir biçimde bilimsel bilginin üretildiği alanlarda yani üniversitelerimizde görebiliriz. Bugün burjuvazinin kendi ideolojisini empoze etmeye çalıştığı üniversitelerde bunu piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenen ve özelleşmenin önünü açan, bununla beraber bilimin sermayenin hizmetine sunulduğu bir biçimi olarak görürüz. Burada, üniversitelerde yapılan bilimsel araştırmaların halkın hizmetinde ve halkın ihtiyaçlarının gözetilerek yapılmasından ziyade bilimin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiği göze çarpar.
Günümüz açısından baktığımızda ha geldi ha gelecek diye beklediğimiz rektörlük atamaları bunu en net ortaya koyan örneklerden birisi. 2016 yılında AKP’nin meclise sunduğu önermeyle birlikte rektörlük seçimleri Cumhurbaşkanı’nın atamasına bırakıldı. 2016 yılından önce seçimle yapılması da doğrudan demokratik bir seçim olmaktan oldukça uzaktı. Öğretim görevlilerinin oylarıyla seçilen rektörler okulun asıl bileşenlerinin yani öğrencilerin fikrinin dahi sorulmadığı bir seçimle yapılması demokratik ve özerk bir üniversite talebini karşılayan bir yerde durmaz. Bu atama sürecinde rektörlük kriterleri de akademik yetkinlik ve liyakattan uzakta mevcut iktidara yakın olma özellikleriyle belirlenen bir halde.
NASIL BU HALE GELDİK?
Üniversiteler ülkenin tırnak içinde en aydın nesillerinin yetişmekte olduğu alanlarken demokrasiden bu denli uzaklaşmasını Türkiye’deki mevcut siyasal gidişattan bağımsız değerlendirmek mümkün olmayacaktır. İktidara geldiği günden itibaren daha dindar ve kindar bir nesil yetiştirme çabasında olan AKP hükümetinin bu noktada ilk değiştirmeye çalıştığı yer eğitim sistemi olmuştur. İlkokuldan liseye, iktidarının başlangıcından itibaren çok fazla değişikliği de beraberinde getiren hükümetin üniversiteler açısından odak noktası sadece milliyetçi-gerici bir gençlik yetiştirme çabasının yanında sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak biçiminde bir piyasalaşmanın önünü açmaktı. Günümüzde teknoparkların üniversite içerisine yerleşmeleri, üniversitelerde kurulan laboratuvarların ve çalışma alanlarının direkt şirketler tarafından düzenlenmesi ve kontrol edilmesi buna iyi bir örnek olacaktır. Türkiye’de 90’lı yıllarda ortaya çıkan teknoparklar neoliberal dönüşüm politikalarıyla sermaye üniversite iş birliği ile üniversitelerin birer şirkete dönüşmelerinin önemli bir adımı. Bunun yanında açılan kuluçka merkezlerinde geliştirilecek projelerin teknoparklar içerisinde yer etmiş şirketler tarafından belirlenmesi üniversitelerde üretilen projelerin ve toplamında üniversitelerin sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket etmesinin önünü açıyor. İktidar üniversiteleri tüm bu alanlarla beraber sermaye birikimi için düşünen, üreten araştırma merkezlerine çeviriyor.
AKADEMİK KADRONUN DEĞİŞİMİ
AKP biat eden üniversiteler inşa etmeye çalışırken üniversite kadrolarında da bu yönde adımlar attığını söylemek mümkün. Çok uzak değil birkaç sene öncesine baktığımızda ülke içerisinde yaşanan olaylara kayıtsız kalmak istemeyen Barış Akademisyenlerinin KHK ile ihraçlarına şahit olduk. AKP’nin üniversite içerisindeki kadroları boşaltmaya yönelik hamleleri sonrasında rektör atamalarında olduğu gibi AKP’ye ideolojik olarak yakın veya akrabalık ilişkileri öncelenerek gelen akademisyenlerle doldu. Örneğin Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi tarafından verilen bir ilandaki “sırt çantalı turistlerin seyahat motivasyonları konusunda doktora yapmış olmak” şartı getirilmişti. Veya kadro ilanlarına başvuracak kişilerin tenis bilmesi gerektiği gibi çalışacakları alanlarla ilgilisi olmayan kişilere özel özellikler. Bu gibi hamlelerle akademinin içinin boşaltılması ve bilimsel eğitimden uzaklaşan bir hale gelmesi sermayenin ihtiyaçlarını gözeterek daha fazla kar odaklı projeler geliştirmeye yönelik adımlar olup üniversiteleri ve bilimi bu çıkmaza sıkıştırmaya çalışmakta.
Üniversiteler içerinde kulüp ve topluluklara etkinlik için ödenekler sağlanmadığı ve bunun yanında etkinliğe gelecek kişilerin iktidara yakın olmadığı takdirde etkinliğin engellendiği bir durum yaşanırken diğer tarafta sermayenin ihtiyaçlarına cevap verecek, kar getiren projelere destek sağlanması öğrencilerin kendi ilgi alanları ve yetenekleri üzerine yoğunlaşması ve oradan bir şeyler üretmesi önünde engel oluşturuyor. Ve bu sıkıştırma toplamında bilimsel bilgi üretiminin tamamen önünü kestiği gibi bu bilginin alınabileceği kurumların yapısının ise gittikçe ulaşılamaz hale geldiği bir durumu önümüze koyuyor.
Bugün açısından tüm bu baskılamalar karşısında akademinin demokratik ve özerk bir hale gelme aciliyeti önümüzde duruyor. Kendilerine dayatılanlara itiraz eden üniversite gençliğinin üzerine düşen ise bugün açısından bilimsel, demokratik özerk bir akademiyi/üniversiteyi kurmak üzerine adım atmaktır.