Döküldüğü kabın şeklini alan laiklik
Burjuvazi, sınıflar mücadelesinde dine karşı tutumunu ve laisizmi tümüyle kendi çıkarlarına göre ele almıştır.
Kaynak: Unsplash/Franco Ntonio Giovanella
İÜ Öğrencisi
Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla “laiklik” tartışmaları hızlıca gündemimize girdi. Aslında normalde de çok çıktığını söyleyemeyiz çünkü iktidarın dönem dönem başvurduğu politikalarla her seferinde “laiklik elden mi gidiyor?” tartışmaları daha da alevleniyordu. Peki nedir bu laiklik? İktidarın bizlere lütfedeceği bir uygulama mı? Bu meseleyi anlayabilmek için laikliğin nasıl ortaya çıktığını inceleyerek başlayabiliriz.
LAİSİZM VE BURJUVAZİ
Laisizm kökenleri Ortaçağ’da yeşermeye başlıyor. Dinsel otoritenin halkın üzerindeki baskısı hat safhalarda yaşanırken kilisenin yargı gücü, suçlu olduğunu düşündüğü kimselere akıl almaz işkenceler ve cezalar uyguluyor. Bu baskı yönetimi, doğrudan dine karşı olmasa bile, din adamlarına karşı halkın öfkesini git gide tırmandırıyor. Ve burjuva sınıfının yükselişiyle en son Fransız Devrimi ile laiklik, kavram olarak bir nitelik kazanıyor. Burjuvazi halkın kiliseye karşı tepkisini kendi iktidarı kullanıyor. Burjuvanın da kışkırtmalarıyla, halkta ruhbanlara karşı oluşan öfke, artık siyasi bir mücadeleyle iç içe geçiyor. Kilisenin egemenliğinin aşılması yönünde ciddi adımlar atılıyor. Fransız Devrimi süresince dini örgütlenmeler ve yönetim güçleri arasındaki mücadele hep çekişmeli bir biçimde sürüyor.
Burjuvazinin yönetici bir sınıf olarak kendi iktidarını korumak kurumsallaştırmak için işine geldiğinde kiliseyle kol kola giriyor, işine geldiğinde ise kiliseye karşı duruyordu. İşine geldiğinde eşitlik, özgürlük, demokrasi kavramlarını kendi iktidarı için kullanıyordu. Bazen demokrasi, eşitlik naraları atarken iktidarını sarsacak bir tehlike gördüğünde maskesini hızlıca değiştiriyordu. İktidarı hedefleyen bir sınıf olarak laikliği savunan burjuvazi, hakim sınıf haline gelmesinin ardından hakimiyeti için tehlike olarak gördüğü anda laik duruşunu bir kenara koyup yüzünü din adamlarına çevirmekten de geri durmadı. Düşünce ve ifade özgürlüğü dine karşı başkaldırı sayıldı. Burjuvazi kendi iktidarı için böylesi bir tehlikeyi göze alamazdı. Din ile ilişkisi çıkarları doğrultusunda tabiri caizse bir küsüp bir barışarak devam ettirdi.
TÜRKİYE’DEKİ İZLERİ
Türkiye’deki tarihine bakacak olursak yüzyıllarca hilafet ile yönetilen Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde laiklik kavramı dile gelmeye başlamıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra kısmen laik birkaç uygulama devreye girdi. Dinsel örgütlenmeler devlet yönetiminden uzaklaştırılması gibi adımlar atıldı. Ama bu adımlar hiçbir zaman gerçek adımlar olmadı. 1924 yılında kabul edilen anayasa ile devletin dini İslam olarak bildirildi. Aynı zamanda hilafet kaldırıldı. 1925 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Yine aynı zamanda tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Yaşanan bu tezatlıklar burjuvazinin egemenliğini sağlamlaştırması için attığı birkaç adımdı. ‘49 yılında imam-hatip kursları açıldı, ilahiyat fakülteleri kuruldu, kapatılan türbeler yeniden açıldı. Toplum üzerinde din yoluyla etki kurma politikaları hızla devam etti.
1980’lere kadar toplumda dinsel ideolojilerin güçlenme süreci artarak devam etti. 80’lerde seçmeli din dersleri zorunlu hale getirildi. 12 Eylül Darbesinden hemen sonra 1980 Ekim ayında şu an “seküler” duruşuyla bilinen Türkiye burjuvazisinden Vehbi Koç’un, Kenan Evren’e yolladığı bir mektupta şu cümle geçiyor: “Dinsiz millet olmaz. Din işleri bu defa siyasi partilerin istismar edemeyeceği şekilde düzene sokulmalıdır.” Aslında bu söz bize gösteriyor ki demokrasiymiş, laiklikmiş, kardeşlik, eşitlikmiş bu naralar burjuvazinin egemenliğinin garantisine göre hayatlarımıza bir girip bir çıkıyor. Türkiye’de imam hatip okullarındaki artış ve iş tuttuğu dinci örgütlenmelere devlet kurumlarında geniş kadrolar açması 1980 döneminden sonra hızlıca artıyor. Bugün de kendi hesapları doğrultusunda devletin içine dini örgütleri yerleştiriyor... Dönem dönem patlak veren iki kutbun kavgası, anlaşmazlığı gibi görünen olaylar aslında burjuvazinin egemenliğini garanti altına almak için izleği yollardan bazıları.
Evet, laiklik burjuva devrimler çağı için büyük bir kazanımdır. Ancak burjuvazi, sınıflar mücadelesinde dine karşı tutumunu ve laisizmi tümüyle kendi çıkarlarına göre ele almıştır. Çünkü artık din, burjuvaziden iktidar talep eden değil, onun iktidarının bir dayanağı haline gelmiştir. Burjuvaziden dini politikadan ayırmasını beklemek boş bir hayal olur. Bu durumda laiklik elden gidiyor, AKP iktidara geldiğinden beri laiklik kalmadı demek yersiz bir yakınma olur. Türkiye kurulduğu günden beri hiçbir zaman tam anlamıyla laik bir ülke olmadığı gibi laikliği başa gelen iktidardan beklemekte boş bir hayal olacaktır.
PEKİ LAİKLİK NEDİR?
Esas olarak laiklik, tarihsel bakımdan da her türden dini baskıya karşı bilimin ve siyasetin dinin dışına çıkarılması, devletin din işlerine karışmamasıdır. Her ülkenin tarihi açısından dinsel baskılara karşı mücadelede laiklik çok önemli bir dayanak olmuştur. Her demokratik kazanım gibi laiklik mücadelesini de iktidarın seçtiği bir yol olarak değil sınıf mücadelesinin boyutlarıyla anlamlanır. Eğer laiklik burjuva sınıfının kendi iç hesaplaşmalarının ve hegemonyasının bir ürünü olarak kalır ve kullanılırsa içeriği anlamsız ve belirsiz bir kavram haline gelir. Tersine laiklik işçilerin, gençlerin, kadınların hak ve özgürlükler mücadelesinin bir parçasıdır.
AKP iktidarı, attığı adımlarla kamplaşmayı derinleştirerek iktidarını gerici faşist bir politik rejimin inşasında bu kamplaşmayı dayanak haline getirmeye çalışıyor. Bugün Ayasofya’nın ibadete açılmasında da İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmek istenmesinde de evrimin müfredattan kaldırılmasının temelinde aynı amaçlar yatıyor.
Tarihsel süreçlerinde bize gösterdiği gibi diğer demokratik haklarımız gibi laisizmi de burjuva devrimlerinden beklemek anlamsızdır. Her zora düştüklerinde dini ve dinsel örgütlenmeleri yatıştırıcı güç olarak kullanan burjuvaziden ne beklenebilir ki. Bu düzeni silkeleyip atacak güç gençlerin, işçilerin, emekçilerin eşit ve özgür bir gelecek mücadelesinden geçer.
Gerçek ve tutarlı laisizme giden yol tam bağımsız ve demokratik Türkiye’nin kurulmasıdır.