26 Temmuz 2020 00:43

Avrupa'nın Gündemi | Avrupa Birliği'ne 1.8 trilyonluk yama

Brüksel'de varılan 1,8 trilyon avroluk uzlaşma Avrupa ülkeleri arasındaki "dayanışma"nın canlanması olarak pazarlanmaya çalışılsa da Birlik içindeki çatlaklar gizlenemiyor.

Avrupa'nın Gündemi | Avrupa Birliği'ne 1.8 trilyonluk yama

Fotoğraf: Pixabay | Kolaj: Evrensel

AB devlet ve hükümet başkanları, Brüksel’de uzun süren görüşmelerin ardından bütçe ve korona krizi paketi üzerinde uzlaşmaya vardı. 1,8 trilyon avroluk zirve, Alman gazetelerinde farklı boyutlarıyla ele alındı. Çoğu gazetede uzlaşma AB’nin gücünü ve dayanışma ruhunu gösterdiği şeklinde yorumlanırken birkaç cümle ile de olsa AB ülkeleri arasındaki çatlakların belirginleştiğinden söz edildi. Örneğin Münchener Merkür; “AB Zirvesi gereğini yerine getirdi. Ancak bu hamlenin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı belirsiz. Zira son dört günde en ince ayrıntısına kadar pazarlık edilen 1,8 trilyon avroluk paket, Avrupa’nın yeniden inşası ve geleceğini garantileyecek hedeflere ulaşılabileceği anlamına gelmiyor. AB’nin bu yolla dış dünyaya verdiği birliktelik mesajı önemliydi ancak 27 üyeli birlikte var olan pek çok çatlak da gün yüzüne çıkmış oldu” yorumunu yaptı. Junge Welt’teki yorumda ise Almanya-Fransa egemenliğinin az da olsa sarsıldığından söz ediliyor. 

Son haftalarda Fransa’da Kovid-19 hastası sayısında istikrarlı ve tehlikeli bir artış yaşanıyor. Bilim kurulu ve birçok uzman doktorun maske takmanın zorunlu hale getirilmesi yönündeki çağrılarından sonra hükümet geçen pazartesinden itibaren kapalı ve kamuya açık tüm alanlarda maske takmayı zorunlu kıldı. Aylardır maskelerin ücretsiz dağıtılması yönünde yürütülen kampanya bu vesileyle yeni bir boyut kazandı. Tüm sol meclis grupları bu yönlü açıklama yapınca hükümet yoksulluk sınırı altında yaşayan 7 milyon insana 40 milyon maske dağıtımı yapmayı kabul etti. Fakat maskelerin ücretsiz olmasını kabul etmiyor. Humanite gazetesinden çevirdiğimiz başyazı, bunun neden gerekli olduğunu açıklıyor.

İngiltere’de ise Muhafazakar Parti hükümeti, özelikle seçim döneminde, kemer sıkma siyasetin sonuna gelindiğini dillendirmeye başlamıştı. Muhalif gruplar ise uzun süredir, bunun gerçeği yansıtmadığını ve kesintilerin halen sürdüğünü söylüyor. Son birkaç gündür hükümet, Kovid-19 krizi sürecinde şirkletlere verilen desteğin yükünü halkın sırtına yıkmakta kararlı ve bu yüzden kemer sıkma siyaseti birkez daha gündeme getirildi. The Guardian gazetesi, ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin, kesintilere karşı yeterince güçlü muhalefet etmediğini ve bu savaşı kaybettiğini belirterek muhalefetin aynı hatayı bir daha yapmamasını öneriyor.


AB İÇİNDE ÇATLAKLAR DERİNLEŞİYOR

Jörg KRONAUER
Junge Welt

Sonu iyi biten her şey iyidir! Her halükârda, AB zirvesine katılanların çoğu, toplantının beşinci gününde uzlaşmaya vardıktan sonra halkı bu şekilde ikna etmek istediler. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gururla “Avrupa için tarihi bir gün”den bahsetti. AB Konseyi Başkanı Charles Michel: “Avrupa projesinin büyüsünün yaşadığını gösterdik” dedi. Birliğin devlet ve hükümet başkanlarının her şeyden önce gösterdikleri başka bir şey vardı: AB’deki çatlaklar derinleşmiş durumda ve Fransız-Alman hakimiyeti artık her koşulda işlemiyor. Çatlaklar sadece batı ve bazı doğu AB devletleri arasında, hukukun üstünlüğü konusundaki yanlış uzlaşma ile belirginleşmiş değil. Her şeyden önce, ekonomisi farklı bir şekilde ilerleyen ve avronun kuzeyde, özellikle Almanya’da satış pazarları olarak etkili bir şekilde şekillendiği tasarruf önlemleri lehine kuzey ve güney AB ülkeleri arasındaki sürtüşmede kendini gösteriyor.

Ortak para birimi, Almanya’da devlet finansal dengelemesi ile yapıldığı gibi, ekonomik olarak daha güçlü olanlardan daha zayıf bölgelere transferi gerektirir. Macron “AB İyileştirme Fonu”na verilen sübvansiyonları alkışladı: İlk kez “gerçek transfer ödemeleri” kararlaştırılmıştı. Bu kendi kendini aldatma olmalı: Kuzey AB ülkeleri, son birkaç gün içinde, en aşırı krizde ve istisnai olarak, benzeri görülmemiş savaşlardan sonra bile “gerçek bir transferi” engelleyebildiklerini açıkça ortaya koydu. Bu, kuzey ve güney arasındaki çatlağı doğrulayarak kalıcılaşmasını güçlendirdi ve yakındaki krizde daha da derinleşecek. Bunu Alman dönem başkanlığı da değiştiremeyecek. Almanya genelde güneydeki ekonomik güçsüz AB ülkelerine “gerçek transfer ödemelerini” en kararlı biçimde reddeden ülkelerden biriydi. Berlin şimdiye kadar çoğunlukla Paris’i kendi yanında yer almaya zorlayarak zirvelerde uzlaşmaya varılmasını sağladı. Bu kez, krizin ciddiyeti nedeniyle, güneye tek seferlik de olsa transferin engellenemeyeceği sonucuna varıldı. Federal Hükümet bu nedenle -tercihli olarak- tasarruf politikasından uzaklaştı.

Kuzey AB üyelerinin dünya kamuoyunun gözü önünde kutladığı gösteri, kemer sıkmadan  çıkmaz da olsa uzaklaşma ve  Fransız-Alman Paktı’na küçük bir geri adım attırılmasıydı. Özünde, bu, neredeyse iki hafta önce güney avro ülkelerinin Avro Grubu’nun yeni başkanının seçiminde Berlin ve Paris’in tercih ettiği İspanyol adayını seçmemelerinde gözlemlenmişti. Bu nedenle kuzey ve güney arasındaki çatlakların ciddi şekilde kapatılması ihtimali görünürde yok. Bu ise AB’nin kalıcı varlığının destekçileri için hiç de iyi bir alamet değil.

(Çeviren: Semra Çelik)


ÜCRETSİZ DAĞITIM

Sebastien CREPEL
Humanite başyazı

Orantılı verginin temelinde kamu yükünü herkesin kapasitesine göre dağıtma fikri vardır. Bu ise, öbür türlü sadece maddi olanağı olanların karşılayabileceği ya da diğerlerinden büyük bir fedakârlık isteyecek ürün ve hizmetlerin yürürlüğe konulması için gerekli mali olanakları sağlar. Kimi ürünlerin fiyat yüklerini karşılamayı sağlayan zenginliklerin bu şekilde birleştirilmesinin bir adı var: Dayanışma. Bugünkü Anayasanın hâlâ atıf yaptığı 1946 Anayasasının girişinde ulus “herkesin sağlığının korunmasını garanti altına alır (…)” diye belirtiliyor. (Fransa) Cumhurbaşkanı (Emmanuel Macron) bunu unuttu mu yoksa?

Kovid-19 pandemisi koşullarında ne adına devletin insanın kendisini, hatta diğerlerini koruması için gerekli olan maskeleri bedava dağıtma eğilimi “yoktur” denilebiliyor? Maske takmanın tavsiye edildiği dönemde bile anlamı olan bu talep, bugün kapalı tüm kamu alanlarında takma zorunluluğu getirilmesinden, aksi takdirde ceza kesileceğinin belirtilmesinden sonra daha da acilleşti.

Adaletli davranmanın gereklerinden birisi bu talebi karşılamaktır. İş, okul ya da konut, hatta sağlık krizi esnasında yaşanan ve sosyal olarak çok belirgin olan aşırı ölümler haritasının gösterdiği gibi, hastalık ve ölüm karşısında eşitsizliğin giderek daha da derinleştiği bugünkü koşullarda 4 kişilik bir aile için ortalama 200 avro, yani asgari ücretin yüzde 16,4’ü gibi yüksek bir yük olan; en düşük gelirli ailelerin bütçelerini delen ama hayati olan bir ekipmanın yükünü hiçbir aile taşımamalıdır. Üstelik böylesi bir önlem başarılı sonuç elde etmek için de gerekli: Maskelerin ücretsiz olması talimatlara uymada ücretin bir fren olmasını ortadan kaldırmaktır. Sonuç itibariyle bütçeyi doğru kullanmaktır. Öngörülü davranmak sonuçta tedavi etmekten daha iyidir, özellikle de tedavinin daha bilinmediği bu ara sürede.

Ücretsiz maske dağıtmanın toplum için epideminin tekrar canlandığı koşullarda ciddi ekonomik ve sosyal zararlarını karşılamaktan daha düşük maliyeti olur.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


KEMER SIKMA: TEKRARLANMAMASI GEREKEN ANLAMSIZ BİR HATA

The Guardian

Bu hafta Boris Johnson’ın ve (Maliye Bakanı) Rishi Sunak’ın, doktorları, öğretmenleri ve diğer kamu çalışanlarını ücrette kesinti ve kısmi bütçe kesintileri için yumuşatmaya başladıkları hafta.

Kötü haberlerin özel bir kısmını sönümlemek için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Bunun yerine danışmanları olumlu tanıtımı önemseyen Bay Sunaki, gazetecileri, memurlara yapılacak, enflasyonu yok etmeye yönelik maaş zammı hakkında bilgilendirdi ve salı günü de istediği manşetleri yakaladı. Aynı günün ilerleyen saatlerinde başbakan bunun sadece yılda bir defaya mahsus olduğunu ve uzun vadede “kamuda ücret artışlarını kısmak zorunda olduklarını” açıkladı. Yani kesintiler yolda. Bu duygusuz ve kısa ömürlü bir kamusal hileydi: Şimdi büyük bir gösteride parayı ateşleyip, uzun vadede geri alınacağını itiraf etmek.

Sadece bu değil, aynı zamanda Sendikalar Kongresi’nin de vurguladığı gibi, hükümetin tantanayla duyurduğu bu büyük bağışın içerisinde iş ve işçi bulma kurumundaki danışmanlara, yerel yönetim çalışanlarına ya da sağlıkçılara bu şekilde bir artış uygulanmayacağı bilgisi de neredeyse hiç verilmedi.

Laf çevirmek başbakan için pek tuhaf bir durum değil fakat yeni ve gittikçe yorucu hale gelen bir strateji geliştirdi: Yanlışlığı ağzından kaçır, itirafta bulun, sonra başta söylenen yalanın seçmenlerin zihninde yerleşmesini  umut et.

Yani Bay Johnson yeni bir Roosevelt gibi davranıyor ve sonra da ufak bir harcama taahhüdünde bulunuyor, fakat meşgul ve sadece yarısı durumu dikkatle izleyen seçmenlerin “yeni düzen” kelimesi ile büyülenmelerini umduğu aşikâr.

Aynı zamanda “10 sene evvelki kemer sıkma politikalarına kesinlikle dönmeyeceğiz” sözünü de veriyor. Fakat yine de Hazine Bakanlığı, bakanları bu sonbaharın bütcçsinin “zor kararlarla”(yani kesintilerle) dolu olabileceği ve “bakanlıkların önceliklerini yeniden belirleme ve tasarruf yapma fırsatlarını saptamaları gerektiği” konusunda uyarıyor. Salgın dönemine “ne pahasına olursa olsun” üzerine düşeni yapacağının sözünü vererek giren hükümet, okul tatillerinde aç kalan çocuklara yemek dağıtan bir futbolcu tarafından utandırıldı ve bu tarihi krize müdahale eden kızıl yerel yönetimlere muhtaç kaldı.

Bakanlar son birkaç ayı gerçek para karşılığı olmayan çekler yazarak geçirdi. Bu, siyaset yapmanın gayet hileli bir yoludur ve nihai sonuçlarından biri de ülkedeki seçmenlerin güvenini daha da aşındırmak olacaktır. Belki de amaç budur.

Geçtiğimiz son birkaç günün neticelerinden biri de sonbaharın harcama teftişinin muhtemelen bir kemer sıkma döneminin yolunu açacağı. Bay Sunak, salgının yüksek bedelinden bahsedecek ve kamu maliyesinin durumuna işaret edecek, daha sonra da yerel yönetim gibi alanlarda harcama kesintilerinden sonra belki de birkaç vergi artışı ile soslayarak başka kesinti planlarını önerecek. Eğer bunu yaparsa iktisadi bir çılgınlık yapmış olacak ve dev bir siyasi kumar oynayacak.

Öncelikle ekonomi. Sadece bu ay Harrods’tan Poundstretcher’a, Jaguar Land Rover’dan Accenture’a iş kayıpları açıklandı. Bilim insanlarının bile hakkında halen çok az şey bildiği bir virüs ile baş etmenin belirsizlikleri ile birlikte daha fazlasının gelmesinden duyulan korku, işyerlerini yatırım yapmaktan ve büyümekten, hane halklarını ise büyük harcamalar yapmaktan alıkoyuyor. Bu durumda devletin, Keynes’in de yazdığı gibi özel sektör ekonomik moralini düzeltene kadar para harcaması gerekiyor.

Kemer sıkmanın manevi anavatanı olan Almanya’da Angela Merkel bu noktayı yakalamıştı: Muhafazakar hükümeti bu sene Birleşik Krallık’tan çok daha fazla harcıyor (milli gelir oranına göre). ABD’nin Donald Trump’ı da böyle yapıyor. Ek olarak, bu iki ülke de kendini, seneyi, tarihi bir ticaret bloğundan halen muğlak olan şartlarla çıkarak sonlandırmaya göre ayarlamadı.

Önümüzdeki birkaç yıl daha kemer sıkmak, büyük bir kumar olacak. Araştırmalara göre geçtiğimiz on yılda George Osborne’un kesintilerinden en fazla etkilenenler, aynı zamanda 2016 referandumunda (AB’den) ayrılmayı destekleyenlerdi. Yapısal olarak Birleşik Krallık’ınki kadar zayıf bir ekonomide başka bir kesintiler dalgası sadece Bay Johnson’ın taraftarlarını azaltmakla kalmaz, demokrasimizi de daha istikrarsız hale getirir.

İşçi Partisi, kesintilere yeterince güçlü muhalefet etmeyerek geçtiğimiz kemer sıkma savaşını kaybetti. Muhalefet aynı hatayı bir daha yapmamalı.

(Çeviren: C.Güneş İspir)

Evrensel'i Takip Et