26 Temmuz 2020 00:14

Sözleşmeden çekilmek, kadınlar "başlarının çaresine baksın" demek!

"Bu sözleşmeden çekiliriz demek, ülkedeki kadınlara dair devlet olarak hiçbir sorumluluk almayız, başlarının çaresine baksınlar demektir."

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İlke IŞIK
Avukat

Bu ülkede yaşadıklarımız bazen sınırlı bir ömürle şu dünyaya gelmiş olan insan canlısı için biraz fazla ağır gibi geliyor. Ama bu yeni bir şey değil, muhtemelen. Herhalde her dönemin içinde yaşayanlar kendileri hakkında böyle düşünmüşlerdir. “Bizim kadar kimse çekmedi, ne olacak bu ülkenin hali gibi” konuşmaları 2000’li yıllarda icat etmiş olamayız.

Hani derler ya “insanın neresi ağrıyorsa canı oradadır” diye, tam da öyle galiba. Ne yaşıyorsak ne canımızı daha çok yakıyorsa, sorunu o kabul edip, öyle yaşamaya çalışıyoruz. Sadece yaşamaya çalışmıyoruz elbette, itiraz ediyoruz, isyan ediyoruz, karşı çıkıyoruz, aklımıza yatmayan onlarca şeyle ilgili sorular soruyoruz.

Yönetenler bunu biliyor ve bunu engellemek bütün dertleri. Çıkarılan KHK’ler, kapatılan TV’ler, en küçük bir eyleme bir basın açıklamasına polis müdahalesi, herkesin kendisini sanık bulabileceği ve bulduğu siyasal ortam bunun için tesis ediliyor.

Korkalım, kabul edelim, susup oturalım ve birilerinin saltanatı sürüp gitsin, sonsuza kadar onlar ve dar çıkar çevreleri yönetsin, yiyip içsin, halkın yoksulluğu kendilerine servet olarak dönsün… Bu değil mi yaşadıklarımızın temeli? Bütün bir ülke halkı ve hatta dünyanın tüm halkları bu sebeple eziyetin bin bir türünü çekiyor mu?

Devran dönecek, bu siyasal iktidar gidecek. Çok uzun yıllar bu ülkeye ne büyük kötülükler yaptıkları konuşulacak mutlaka. Her bir yaptıkları bunu çok hak ediyor ve her biri için tek tek hesap vermeleri gerekiyor. Ama en çok da çocuklara ve kadınlara hesap vermeliler sanki.

En sabıkalı oldukları konuların başında, kuşkusuz kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı gelir. Dile kolay on sekiz yıla gelip dayandı bu iktidar ve ülke sayelerinde, özellikle kadınlar ve çocuklar için tamamen bir cehenneme döndü.

Yine bir kadını kaybettik hafta içi, Pınar Gültekin Muğla’da günlerdir kayıptı ve ne yazık ki cenazesine ulaşıldı. Tam da İstanbul Sözleşmesinden imza çekme tartışmaları var iken. Tam da AKP ağustos ayı içerisinde imzanın çekilmesine dair bir tarih vermişken, tam da halkımız çok istiyor kalkmasını o yüzden dikkate almak zorundayız açıklamaları yapılıyorken birbirinin arkası sıra. Kadınların her gün ama her gün öldürüldüğü, şiddetin rakamlarının, kayıtlarının bile tutulamadığı, dahası halen yaşamakta olan kadınların tamamının büyük bir korku ile günlük hayatını sürdürmek durumunda kaldığı, ölüm korkusunun her kadının peşinden geldiği bir ülkede kadınları şiddetten korumak için düzenlenmiş bir uluslararası sözleşmeye neden düşman olunur ki?

KADEME KADEME GELEN SALDIRILAR

Aslında inanılmaz gibi geliyor ama çok anlaşılmaz değil düşününce. On sekiz yıl boyunca adım adım kademe kademe, kadın düşmanlığını pekiştiren, büyüten, arttıran AKP, 2012’li yıllarda Bakan Fatma Şahin ile birlikte kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddete münferit demekten vazgeçer gibi yapmış, şiddete karşı mücadele için yasal düzenleme çalışmaları başlatmış, Bakan Şahin kadın örgütleri ile yan yana gelmiş, sürekli onların fikirlerini almış, adeta çalışma ortağı yaparak sürece katılmalarını sağlamıştı.

Bu hamle o zamanlar çok tartışılmış, memnuniyetle karşılanmış, samimiler sanki, iyi niyetliler yorumları yapılmıştı.  O zaman bu sayfalarda bu duruma yönelik eleştirilerimizi yazmış olduğumuzu hatırlatmış olayım bu arada.

Neyse şunu demiştik o zaman; AKP kadın erkek eşitliğinin aleyhine bütün uygulamalarda ısrar ediyor, resmi, gayri resmi ağızları ile erkek egemenliğini güçlendiriyor, kadını hayatın her alanında ikincil olarak konumlandırıyor, muhafazakar politikaları yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bunun sonucu kağıt üzerinde ne kadar şahane yasalar olursa olsun, kadına yönelik şiddetin artması anlamına gelir, yasalar uygulanmaz ve vitrin süsü olur sadece.

Nitekim öyle oldu, 2012’lerden, gurur duyulan İstanbul Sözleşmesinin tartışıldığı, 6284 Sayılı Yasasan rahatsızlıkların ifade edildiği ve bu “rahatsızlıkların” dikkate alındığı günlere geldik.

Hiç nerden nereye diyecek bir durum yok aslında. Dün de aynı AKP idi bugün de aynı. Sadece bazen hamleler, adımlar değişiyor o kadar. Ama öz aynıdır ve durum şu kadar nettir; kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlik makasını bu kadar açıp, kadınları tamamen şiddetin kucağına iten bir iktidar söz konusudur ve bu ülkede öldürülen tüm kadınların asli faili AKP’dir.

SİYASAL ZEMİN BİZZAT HAZIRLANDI

Bu arada, “AKP dışında radikal İslamcı kesimlerin yürüttüğü ve başlattığı bir tartışma bu, AKP kadroları içinde itiraz edenler var zaten” demek durumu anlamamıza ve doğru müdahale etmemize de engel oluyor. Şöyle ki; muhafazakarlığı her alanda güçlendirip, kadın düşmanı politikalarla ülkeyi dört bir yandan kuşatan siyasal iktidar, kadınların yasal kazanımlarına saldırı için uygun siyasal zemini bizzat hazırlamıştır.  Aile üzerine inşa edilmek istenen sistem, kadınlara evli çocuklu olmak dışında hiçbir biçimde yaşama şansı tanımayan politikalar, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının başlamasının, sözleşme karşıtı kampanyanın güçlenmesinin ve cesaretlenmesinin tek nedenidir. Unutmayalım ki adım adım ördüler bugünleri; boşanmaları engellemek için kurulan Meclis komisyonunun yıllara yayılan ve adım adım uygulamaya konulan icraatları, boşanmaların kadınların hayatı pahasına engellenmek istenmesi, nafakanın sınırlandırılması ama aslında kaldırılmaya çalışılması, 6284 Sayılı Yasanın yeniden düzenlenmesi tartışmaları, İstanbul Sözleşmesi ile birlikte konuşmamız gereken konular.  O nedenle gelmiş olduğumuz şu anın, “İstanbul Sözleşmesinden imzanın çekilmesi bu ülkede kadınların ölmesi anlamına gelecek, yapmayın” diye eylemler yapmamızın, yazılar yazmamızın tek nedeni ve sorumlusu mevcut siyasal iktidardır. Başka bir yerlerde sorumlu aramakla zaman kaybetmeyelim diye söylüyorum bunları.

SİSTEM ERKEKLİĞİ GÜÇLENDİRİP, BÜYÜTÜYOR

Kadınların hayatta kalması, şiddetle mücadele edebilmesi için ve şiddetin kadınların hayatından çıkabilmesi için, hayatın her alanında mutlak eşitliğe, bunun için planlanacak etkin önlemlere, kamusal hayattan, sosyal hayata, eğitimden, yargı mekanizmasına, eğitim olanaklarında tam eşitlikten, yaygın ve kolay ulaşılabilir sığınma evi, danışma merkezleri ile polis merkezlerinde etkili birimlere kadar toplam bir mekanizmaya ihtiyaç var.

Bu mekanizma bu ülkede her kadının “şiddete karşı çaresiz değilim, devlet var, evden çıktığımda güvende olacağım, tek başıma çaresiz korumasız kalmayacağım” duygusu ile yaşamasını sağlar ki, şiddet bu şekilde hayatlarımızda ancak azalabilir ve kadınlar hayatta kalabilir. Devlet denilen şeyin en temel yükümlülüklerinden biri budur zaten.

Bununla bitmez, kadın ve erkeğin eşit olduğu temel argümanıyla tüm hayat baştan aşağı düzenlenmelidir ki, erkekler kadınlara şiddet uygulama hak ve yetkisi olduğu fikrinden sıyrılsın, bunun korkunç bir suç olduğunu anlayabilsin. Böylece erkek şiddetinin bireysel, münferit, hasta adamların işi olduğu saçmalığı da çökmüş olur. Çünkü bir daha söyleyelim erkek şiddeti iktidardan aldığı güçle yayılıyor, artıyor, vahşileşiyor. Erkek egemen sistem erkekliği güçlendirip büyütüyor çünkü.  İşte İstanbul Sözleşmesi bunun adıdır. Tüm bu önlemleri almaları konusunda devletlere sorumluluk yükler, “sorumlusunuz gerekenleri yapmalısınız” der, buna dair bir denetim mekanizması kurar hatta.

Bu sözleşmeden çekiliriz demek, ülkedeki kadınlara dair devlet olarak hiçbir sorumluluk almayız, başlarının çaresine baksınlar demektir. Bu kadar çok kadının öldüğü ülkede daha çok kadın ölsün demektir.

GERÇEK BİR ÖFKEMİZ VAR

Pınar Gültekin öldürüldü işte. Bu yazı boyunca anlattıklarımız olduğu ya da olmadığı için. ‘İstanbul Sözleşmesinden çekiliriz’ tartışmasının bir an önce bitmesi gerektiğini başka nasıl söylemeliyiz acaba.  Hakkınız yok bu ülkenin tüm kadınlarına bu kabusu yaşatmaya. Her birimiz böyle yaşıyoruz, Pınar’ın başına gelenlerin başımıza gelebileceğini düşünerek bir güne başlayıp, bitiriyoruz. Yolda arkamıza bakıp yürüyoruz, işten geç saatte çıkmamaya çalışıyoruz, geç saatlerde parkların içinden geçemiyoruz, evde bir kargo teslimi için kapıyı açtığımızda bile üstümüzü değiştirmek, evde biri varmış numarası yapmak durumunda kalıyoruz.

Pınar ve öldürülen tüm kadınlar o yüzden sözcüğün gerçek anlamıyla kız kardeşlerimiz, ne yaşadıklarını kanımızla canımızla hissediyoruz çünkü, biliyoruz. O yüzden çok gerçek bir öfkemiz var, o yüzden çok ama çok kızgınız.

Kadınların öfkesinden korkması gerektiğini bilir aslında bu ülkeyi yönetenler, susmadığımız, yan yana geldiğimiz, irili ufaklı yan yana gelişlerimiz ve örgütlenmelerimizle kesintisiz mücadele ettiğimiz bir gerçektir.

O yüzden, ey iktidar sahipleri, ey yönetenler, İstanbul Sözleşmesi ve tüm yasal kazanımlarımızdan elinizi çekin. Hemen vazgeçin, en yetkili ağızlarınızla açıklayın bunu. Yapmadığınız her dakika başına bir şey gelen, burnu kanayan her bir kadının daha sorumlusu olacağınızı biliyorsunuz, ülkedeki her bir kadın da böyle düşünüyor zaten, haberiniz olsun.

ÖNCEKİ HABER

Kadınlar yoksulluk denizinde boğuluyor | "Temel ihtiyaçlar artık rüya oldu"

SONRAKİ HABER

Ekoloji Birliği: Doğaya kepçe, vatandaşa kelepçe!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa