Avrupa'nın Gündemi | Libya çözümsüzlük denizine Alman gemisi
Avrupa'da geçen hafta iki konu öne çıktı. Birincisi Alman savaş gemisinin Akdeniz'in sularını ısıtarak Libya'ya doğru yola çıkması. Diğeri ise kadın haklarının dünya genelinde gerilediği gerçeği.
Fotoğraf: Wikimedia Commons | Kolaj: Evrensel
Avrupa Birliği’nin Irini (Barış) operasyonuna bağlı olarak Hamburg fırkateyni Libya sahillerine doğru yola çıktı. “Alman silahlarını taşıyan” yük gemilerini koruyan “Alman yapımı” Türk donanma gemilerine müdahale edecek Hamburg fırkateyninin “trajikomik” sorunlara yol açabileceği tahmin ediliyor.
Kadın hakları ve hayatları dünya çapında tehdit altında. İngiltere’de son üç yılda tecavüz şikayetleri artsa da tecavüz suçundan yargılananların sayısı yarıya indi. Popülist politikalar, yasal açıdan da kazanılmış hakların kaybedilmesi tehlikesini gerçek bir tehdit olarak önümüze koyuyor.
Fransa’da tecavüz suçundan yargılandığı için İçişleri Bakanı olarak atanması tartışma yaratan Gerard Darmanin, son haftalarda skandal demeçler vererek gündemden düşmüyor. Sağcı bakan gündemi sosyal sorunlardan uzaklaştırmak için her yönteme başvurmaktan geri kalmıyor.
LİBYA ÖNÜNDE ALMAN MÜDAHALESİ
German Foreign Policy
“Hamburg” fırkateyninin Libya sahillerine gönderilmesiyle, AB ve Türkiye arasındaki çatışma yükselebilir. AB operasyonu “Irini”nin bir parçası olarak, Almanya fırkateyni ile Libya’ya silah kaçırılmasını önlemeye yardımcı olmayı hedefliyor. Türk silah teslimatları Kuzey Afrika ülkesine özellikle Akdeniz üzerinden ulaşıyor; Ankara Trablus’taki “Mutabakat Hükümeti”nin milislerini destekliyor. Kısa bir süre önce, bir Fransız firkateyninin silah yüklü olduğu tahmin edilen bir kargo gemisini kontrol girişimi tehlikeli bir tırmanışa yol açtı: Yük gemisine eşlik eden Türk Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemileri Fransız gemisini markaja aldı. Türk gemileri Almanya’da üretilmiş savaş ekipmanlarını Libya’ya getirdi. Mısır’ın savaşa girmesini mümkün kılan hareketlilikten sonra, geçen hafta Ankara ile çatışmanın durdurulması konusunda uzlaşmaya varıldı. Ancak Berlin’de değil, Moskova’da.
Libya’daki savaşta, Mısır’ın müdahale tehditleri son zamanlarda yeni ayaklanmalara neden oldu. Bu durum, ilkbaharda, Türkiye’nin geniş askeri desteğiyle, Doğu Libya savaş lordu Haftar’ın saldırısından kurtulabilen “Mutabakat Hükümeti”nin milislerinin ilerlemesi ile tetiklendi. Ancak Mısır bunu ne pahasına olursa olsun önlemek istiyor. 20 Temmuz’da Mısır parlamentosu Mısır silahlı kuvvetlerinin Libya’ya girmesine izin verdi. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi Doğu Libya kabilelerini “Mutabakat Hükümeti” birlikleriyle savaşmak için silahlandırabileceğini açıkladı. Bu, Libya’daki savaşın öngörülemez bir şekilde tırmanması anlamına geliyor.
Durum buyken “Hamburg” fırkateyni AB operasyonu Irini’nin bir parçası olarak, Libya’ya silah kaçırılmasını engellemek için, önümüzdeki hafta Libya kıyılarına yola çıkacak. Bu şekilde AB, Berlin’in Libya’daki savaşın uluslararası düzeyde ele alınmasında öncü rol oynama çabalarına katkıda bulunmuş oluyor. Bilindiği gibi Federal Hükümet ocak ayında Berlin’de yapılan Libya konferansını büyük bir ihtişamla kutladmıştı. Diğer şeylerin yanısıra deniz kontrolünde uzmanlaşmış olan fırkateyn “Hamburg”, ağustos ayı ortasında yaklaşık 250 askerle operasyon alanına ulaşacak. Bundeswehr şimdiye kadar sadece Roma’daki operasyon merkezine ve “Irini” amiral gemisine personel gönderdi, aynı zamanda Kovid-19 pandemisi nedeniyle ana üssünü Nordholz’da tutan ve şimdiye kadar 20 müdahale uçuşu gerçekleştiren bir P-3C Orion deniz keşif uçağı sağladı. 23 ülkenin dahil olduğu Irini Operasyonu, sadece silah kaçakçılığını önlemekle kalmayıp aynı zamanda yasadışı Libya petrol ihracatını engellemeye, ünlü Libya sahil güvenlik görevlilerini eğitmeye ve Akdeniz’den Avrupa’ya istenmeyen mülteci göçüyle mücadele etmeye hizmet ediyor.
Fırkateyn “Hamburg”un kullanımı, beraberinde, önemli riskler getiriyor. Bunlar öncelikle Türkiye’nin Trablus’ta desteklediği “Mutabakat Hükümeti”ni silah teslimatlarıyla desteklemesinden kaynaklanıyor. 10 Haziran’da gerçekleşen bir olay gerilimi tırmandırmıştı. O gün, Yunan fırkateyn “Spetsai”, “Irini”nin bir parçası olarak Libya merkezli kargo gemisi “Çirkin”in rotasınıı kontrol etmeye çalıştı. “Çirkin”in Mayıs ayının sonunda ağır savaş ekipmanlarını ve Suriye paralı askerlerini Türkiye’den Trablus’un doğusundaki Misrata’ya taşıdığı söylenmekte; Misrata milisleri Trablusgarp’taki “Mutabakat Hükümeti” ile birlikte savaşıyorlar. “Spetsai”nin yük gemisini kontrol etme girişimi başarısız oldu: Gemiye eşlik eden Türk savaş gemileri Yunan fırkateynini engelledi. Aynı gün, NATO’nun “Deniz Muhafızı” operasyonunun bir parçası olarak Akdeniz’de faaliyet gösteren Fransız fırkateyni “Le Courbet”, başka bir kontrol girişiminde bulundu ama Türk savaş gemileri tarafından püskürtüldü. Paris öfkeli protestolarla karşılık verdi. Ama “Çirkin” yolculuğuna devam etti ve 11 Haziran’da Misrata’ya geldi.
Fırkateyn “Hamburg”, Türk Deniz Kuvvetleri tarafından Trablus ve Misrata’ya giden bir kargo gemisini kontrol etmeye çalışırsa, sadece benzer bir çatışmayla karşılaşmakla kalmaz. “Hamburg”un Almanya’da inşa edilen savaş gemileri tarafından engellenmesi de mümkündür: Türk Donanması, Alman tersaneleri tarafından üretilen bir dizi sürat teknesi ve fırkateyne sahip. “Hamburg” mürettebatının, beklentilerin aksine Türk deniz kuvvetleri tarafından eşlik edilen bir yük gemisini kontrol etmeyi başarması halinde, Almanya’da üretilen silahları bulacağı da göz ardı edilemez. Medya araştırması geçtiğimiz günlerde bir Türk kargo gemisinin ocak ayı sonunda Mercedes askeri araçlarını Trablusgarp’a taşıdığını, bir denizcinin video kayıtlarıyla, ortaya koydu. Buna ek olarak, araştırmaya göre, yüksek olasılıkla gemide bulunan askeri araçlar Alman “MAN şirketi”nin üretimiydi.
Fırkateyn “Hamburg”, Libya savaşının daha fazla tırmanmasının önlenmesi ve Trablus’taki “Birlik Hükümeti”ne yeni Türk silah teslimatlarının bu nedenle gereksiz hale gelmesi halinde, Fransız firkateyn “Le Courbet” ile Türk savaş gemileri arasındakine benzer bir olaydan kaçınabilir. Şimdilik bir umut var ancak Almanların değil Rusların çabalarıyla oluştu. Rusya, Libya’daki savaşta Doğu Libya savaş lordu Haftar’ı destekliyor buna rağmen Moskova Ankara’yı 22 Temmuz’da “her iki tarafın kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkes için koşullar yaratmayı” taahhüt ettiği ortak bir Rus-Türk bildirisine ikna etmeyi başardı. Rusya ve Türkiye arasındaki anlaşma şu anda çatışmayı önlemek için büyük fırsat sunuyor. Ancak bunun böyle sürüp sürmeyeceği belli değil.
Berlin’in ilk tercihi, fırkateyn “Hamburg”u Libya sahiline göndermek değildi. Başlangıçta savaş gemisinin ilkbaharda Hint Okyanusu’na komşu ülkelerle ortak manevralar yapacak ve Avustralya’ya ulaşacak bir tatbikata gönderilmesi planlandı. Bu açıkça Çin’i hedef alan bir projeydi. Kovid-19 salgını ve Berlin’in Libya’daki bundan önceki çabalarının başarısızlığı fırkateynin oraya gönderilmesini zorunlu kıldı.
(Çeviren: Semra Çelik)
KADIN HAKLARI GERİLİYOR
The Guardian
Başyazı
Geriye doğru gidiyoruz. Cezayla sonuçlanan tecavüz şikayetlerinin sayısı uzun süredir düşük. İngiltere ve Galler’de tecavüz suçundan yargılanan sayısı bir rezalet ve ulusal bir utanç kaynağı. Şikayet sayısı hızla artsa da tecavüzden suçlu bulunanların sayısı kayıtlar başladığından bu yana en düşük seviyede. Ceza alanların sayısı yarısından azına düşmüş; 2016-17’de tecavüzden suçlu bulunan sayısı 5 bin 190 iken 2019-20’de bu sayı 2 bin 102’ye gerilemiş. Aynı dönemde polise rapor edilen tecavüz sayısı ise 41 bin 616’dan 55 bin 130’a yükselmiş.
Kampanyacılar ve mağdurlar komiseri Vera Bird’e göre bu pratikte suç olmaktan çıkarmak anlamına geliyor. Kraliyet Savcılığı (CPS) polisin daha az dosyayı kendilerine havale ettiğini söylüyor.
CPS’nin taslağında var olan, uzman savcıların suçlu yöntemleri ve mağdur davranışları üzerine eğitim alması gibi mantıklı öneriler yeterli değil ve öngörülen beş yıllık süreç çok uzun. Yasal ceza sistemde tecavüz davalarının nasıl görüldüğüne dair hükümet araştırması Kuzey İrlanda’dan Gillen Araştırması’nın önerilerini benimsemeli; şikayetçiler için yasal temsiliyet ve her davada tecavüz mitleri üzerine jürinin bilgilendirilmesi.
Her şeyden önce liderlerin kadın güvenliğinin bir öncelik olduğunu göstermesi gerekli. Dünya çapında kadınların kendi vücutlarını kontrol etme ve koruma hakkı giderek geriliyor. Üreme haklarına saldırı bir bireyin en temel hak olan fiziksel güvenliğe verilen zararla el ele gidiyor. Sadece uzun dönemli yasa ve prosedürler değil son dönemlerde kat edilen ilerlemeler de tehdit altında. Bu, bir açıdan zorluklarla kazanılan haklara karşı bir tepki. Aynı zamanda, sadece ona özgü olmasa da popülist sağın yükselişinde kadın düşmanlığının oynadığı rolü ortaya çıkarıyor. Pandemi sürecinin kadınlara karşı şiddeti oldukça artırdığı bir dönemde, Başkan Andrzej Duda’nın sosyal muhafazakâr ve homofobik bir kampanyayla tekrar göreve geldiği Polonya kadınlara karşı şiddete karşı bir anlaşmadan çekileceği tehdidini savuruyor. ABD’de Adalet Bakanlığı geçen sene ev içi şiddet tanımını değiştirerek psikolojik taciz gibi öğeleri göz ardı eden çok daha dar bir tanım kullanmaya başladı.
Fakat tek suçlu sağcı yönetimler değil. Fransa 2017’de önemli bir sokak tacizi yasasını geçirirken Emmanuel Macron diğer ülkeleri de kadın haklarını “büyük bir küresel hedef” yapmaya çağırmıştı. Fakat Başkan’ın yeni Adalet Bakanı Éric Dupond-Moretti bu yasanın ve #MeToo hareketinin esaslı bir muhalifi ve Macron’un yeni İçişleri Bakanı ise bir tecavüz zanlısı. Bir ön araştırmadan vazgeçildikten sonra bir yargıç, hiçbiri suçu olmadığını savunan, Gérald Darmanin aleyhine davayı yetersiz bulmuştu fakat Paris’te bir temyiz mahkemesi davanın yeniden açılması kararı aldı.
Kayıtsızlık, banal politik ve bürokratik gereklilikler kadınların hayatını ideolojik güdümlü kampanyalar kadar tehdit edebilir. Bu dönem özellikle tehlikeli bir dönem çünkü pandemi diğer konulara verilen dikkati de kendine çekiyor ve ekonomik kriz insanları tacize karşı daha savunmasız bırakıyor.
Aynı eski kavgaları yeniden vermek öfkelendirici ama ilerleme kaydetmeye de devam ediyoruz. Kadınların umutsuzluğa düşme hakkı var ama bunu reddediyorlar. Yapılması gereken çok iş var.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
SARKOZY’Yİ TAKLİT EDEN BİR BAKANIN SAPMASI
Cyprien CADDEO
Humanite
(Fransa İçişleri Bakanı) Gerard Darmanin her şeyi yapmaya hazır olan bir kişi tavrıyla artık tanınıyor. Salı günü Meclis’in yasalar Komisyonunda dinlenen İçişleri bakanı “polis şiddeti” sözünü “duyduğunda nefes alamadığını” ifade etti. Ondan önceki İçişleri Bakanı Christophe Castaner ve yeni (resmi bir kurum olan) Haklar Savunucusu Claire Hedon gibi o da “polis şiddeti” kavramını reddediyor, fakat kullandığı sözler skandal yarattı. Polis şiddetini sembolize eden Cedric Chouvidat, Adama Traoré ya da ABD’de George Floyd tam da polisin tutuklaması esnasında boğularak hayatlarını kaybetmişlerdi. Bu sözleri Bakan ya bilinçli olarak ifade etti, böyleyse yeni bir provokasyon yaratmak istiyor, ya da bu sözlerin yaratacağı etkiyi tam olarak bilmiyor, öyleyse bir bakanın bunu yapması hiç de güven verici değil. Bakan’ın derhal özür dilemesini talep eden Chouviat ailesinin avukatı Arié Alimi “Tüm edebi sınırları geçtiniz. Size ilgi göstermiyordum. Ama artık değil. Başka durumlarda görüşmek üzere” diye tepki gösterdi.
Aynı konuşmasında “ne pahasına olursa olsun” polisleri savunacağını belirten İçişleri Bakanı, alanda görevini yapan polis güçlerinin yaşadığı “devamlı baskıyı” da teşhir etti: “Onları desteklemek yerine burunlarının dibine bir cep telefonu koyan insanlar onları filme çekiyorlar, sanki Black Mirror dizisinin kötü bir bölümündeymişiz gibi”.
Dizinin, teknolojinin antidemokratik sapmalarını konu ettiğini bilirken böylesi bir örneği vermek için zorlamak lazım, zira yurttaşların çektikleri videolar polisin yetkilerini kötüye kullandıklarını kanıtlamayı sağlıyor.
Hakkında tecavüz davası olan Gérard Darmanin polis sendikalarının desteğini, ama ondan da öte tam sağcı bir kamuoyunun, (eski Cumhurbaşkanı Nicolas) Sarkozy destekçisi olan ve Macronculuk için olası bir seçmen kaynağı olan kesiminin desteğini almak için aşırıcı tavırları art arda çoğaltıyor. 24 Temmuz’da Le Figaro gazetesinde söylediği ve aşırı sağın yaygınlaştırmaya çalıştığı “toplumunun bir kesiminin vahşileştiği” sözleri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Sert sağa yakın olan polis sendikası bu sözleri bağlı oldukları bakanın ağzından duymaktan çok memnun kaldılar.
Fakat eskiden solcu olan Macroncularda bu eğilim bir rahatsızlığa neden oldu. Milletvekili Aurélien Taché “aşırı sağa bir taviz verildiği için” çok öfkeli. Ekolojik Dönüşüm Bakanı Barbara Pompili ise üstü kapalı bir şekilde meslektaşını uyarıyor: “Bugün tüm Fransızların hizmetinde olan bir hükümet olduğumuzu düşünüyorum, dolayısıyla tüm Fransızların birliğini sağlamamız lazım. Fransızları birbirlerine düşürmek elbette büyük bir risktir”.
Nicolas Sarkozy destekçisi olan Gerard Darmanin, 2005 ile 2007 arasında içişleri bakanlığı yapmış olan eski cumhurbaşkanın verdiği dersleri uyguluyor. Polis destekçisi ve güvenlikçi bir söylemle güçlü ve çok sağcı polis sendikalarının desteğini almak.
(Çeviren: Deniz Uztopal)